Ivır zıvır üstadı

Güncelleme Tarihi:

Ivır zıvır üstadı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 08, 2002 00:18

Aslında tiyatro okudu, tiyatro öğretti, halen de İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda dramaturg. Ama bunun yanısıra yaptıkları -ve topladıkları- saymakla bitmiyor: reklam ve senaryo yazarlığı, dergicilik, editörlük, sergi koordinatörlüğü, program danışmanlığı, radyoculuk...

Tiyatro, sinema, günlük yaşam tarihi konularında birçok kitap, ayrıca sergiler, albümler, yıllıklar... Son yılların en popüler tarihçisi Gökhan Akçura. Nam-ı diğer Gökhan Bilir! Sinemacısından reklamcısına, yayıncısından gazetecisine Türkiye'de hatırı sayılır bir kalabalığın her türlü ‘‘ıvır zıvır’’ı sormak için aradığı adam. Ne yapsınlar, bugünle ve bugünün áli konularıyla herkes ilgileniyor. O ise bugüne kadar önemsenmemiş, unutulmuş ya da yokedilmiş ayrıntılarda gezinip duruyor. Odaları da bu ıvır zıvırın belgeleriyle dolu. Malzemesi öyle çok, ilgilendiği konulara olan ilgisizliğe tepkisi öyle büyük ki, bunları bir süredir Ivır Zıvır Tarihi adı altında kitaplaştırıyor. Son kitabı, Om Yayınları'ndan çıkan ve 10 cilde tamamlamayı düşündüğü Ivır Zıvır Tarihi'nin üçüncüsü. Uzun Metin Sevenlerden misiniz adlı kitap reklam tarihinden kesitler sunuyor. İçindekilerden birkaç örnekle fikir verelim: Reklam-ı evvelde ses ve işaret vardı, Reklamverenler tarihi, Alafranga biraya alaturka tarihçe, Işık sattırır, Cep kitapları meydan muharebesi... Bir önceki kitabı Gramofon Çağı'ydı, sırada turizm ve eski cinayetler tarihi var. Yalnız, yanlış anlaşılmasın, o sivil tarihimizin en kıyıdaki ayrıntılarını kurcalıyor ve yazıyor ama nostaljik bir yaklaşımla değil. Tersine nostaljiden nefret ediyor. Bütün derdi merakını gidermek, giderdikten sonra da başkalarıyla paylaşıyor. Bu sayfada, geçmişinde DBR Dergi Grubu'ndan çıkan şık Albüm dergisinin yayın yönetmenliği de olan Gökhan Akçura'nın albümünü bulacaksınız...

Çocuğun ‘‘adam’’ olacağını daha bebekliğinden itibaren nesiyle belli ettiğini bilirsiniz. Onun hayatı bu veciz atasözünün en çarpıcı örneklerinden. Daha beş yaşındayken tek başına sinemaya giden; 11 yaşında klasikleri hatmetmeye başlayan; yurdum halk kütüphanelerinde saatler geçirmeye meraklı bir çocuk. Biraz tombul, kendine dönük, futboldan miskete her erkek oyununda beceriksiz, dolayısıyla bulaşmadığı sokak çetelerinin horladığı bir erkek çocuğu. Ama ansiklopedileriyle, kitaplarıyla mutlu. Daha o zamandan başlar şimdi sayısal değerini bilemediği kütüphanesini oluşturmaya. Öyle ki, ilkokul üçüncü sınıftayken amcası onu İstanbul'daki Doğan Kardeş sergisine götürür ve ‘‘sende olmayanları al’’ der. Sergiyi gezer, dolaşır, kendinde olmayan tek kitap bulur, onu alır: Ünlü Operalar!

Maden mühendisi babası devlet memuru olduğu için, ilk ve ortayı tek bir okulda tamamlayamayan çocuklardandır. Bu yüzden 15 Temmuz 1951'de doğduğu ama birbuçuk yıl sonra ayrıldığı Zonguldak Kandilli'deki günlerini hiç hatırlamaz. Eskişehir ve Amasya'yı da. Hatıraları Ankara ile başlar. Yeni Mahalle 5. Durak'taki en ‘‘baba’’ anısı da o engin merakının daha beş yaşındayken onu tek başına sinemaya sokmasıdır. O gün çok azar işitir ama yıllar sonra seyrettiği filmin ne olduğunu bulur: Yağmurcu. Çocukluğunun bir önemli mekanı da babasının görev yaptığı Şeker Fabrikaları'nın misafirhaneleri ve oradaki plak dolaplarıdır. Müzik kültürünün temeli oralarda atılır.

İki erkek kardeşi ve anne babasıyla birlikte yaşadığı memuriyet göçleri, Antalya'dan sonra İzmir'de noktalanır. Ankara Koleji ve Antalya Merkez Ortaokulu'nda birer yıl okuyup, boyu uzamış, tombulluğu gitmiş, ilk flörtleri yaşamış bir şekilde İzmir Karşıyaka Erkek Lisesi'ne vasıl olur. İzmir'de sayıları 10-15'i bulan yazlık salonlar sayesinde sinemayla, lisede de amatör olarak tiyatroyla tanışır. Tanışmalar 1968'e doğru, felsefe ve siyasetle yoğunlaşır. Bir yandan uzun saçlı bir rock tutkunudur. Bilmeceyi doğru cevaplayarak Bülent Özveren'in İzmir Radyosu'ndaki programına konuk olmakla, radyoculuğunun ilk deneyimini de yaşar.

DEV-GENÇ SAÇINI BEĞENMEDİ

1968'de yaşadığı Alaybey semtinde Dev-Genç hakimdir. Ama uzun saçları gruba alınmasını engeller. Saçlarından vazgeçmemesi, 12 Mart'tan önce somut siyasetten uzak kalmasını sağlar. Muhtıra verildiğinde o, kendisine ‘‘takan’’ kimyacıyı aşıp liseyi bitirmeye çalışmaktadır. 1972'de Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsü'ne girer. İyi bir öğrencidir tabii, ama bir yandan da Ankara Deneme Sahnesi, Ankara Sanat Tiyatrosu, dernekler, derken sanat-siyaset içiçe bir dönemde bulur kendini. TİP, üyeleri için saç uzunluğu ölçütü koymamıştır çünkü!

1976'da mezun olduğunda, Özdemir Nutku ile birlikte İzmir'e, Güzel Sanatlar Fakültesi'ne tiyatro bölümü kurmaya giden ekipte olacaktır. Okulun ilk hocalarından olur; dramaturji ve yöntem bilim dersleri verir. Yüksek lisansını orada yapar, doktorasını orada yarım bırakır. 12 Eylül gelmiş, istifa etmiştir. Sinema bölümünden mezun eşi Saime ile birlikte İstanbul'a taşınırlar (1982).

Reklamcılık yılları başlar. Okuldan ayrılmadan önce birlikte çalışma fırsatı bulduğu hocası Turgut Özakman'dan dramatik yazarlık konusunda çok şey öğrenmiştir. Ersin Salman'ın Ajans Ada'sında reklam yazarlığını geliştirir. Sinema serüveni ise Ertem Eğilmez'le başlayacaktır. Aslında ondan önce Sinan Çetin vardır ama onunla anlaşamaz hatta yıllar sonra Berlin in Berlin filminin senaryosu nedeniyle mahkemelik olur. Eğilmez okulundaki sinema senaryolarını, sektör dergileri izler. TÜRSAB, Turing, Tabip Odası dergileriyle daha farklı alanlar girer hayatına. Ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu, dramaturgluk, tanıtım işleri... Ama ‘‘toplama’’ya çoktan başlamıştır; bugünkü meslek hayatını asıl belirleyen topladığı bu ‘‘ıvır zıvır’’lar olacaktır.

Evet çocukluğu yaşadığı ve geçtiği şehirlerin halk kütüphanelerinde, ansiklopediler arasında geçen Akçura'nın yetişkinliği de sahaf-müzayede-eskici üçgeninde gidip gelir. Niye toplar? Çünkü! İlgi alanı, ‘‘Türkiye'de caz öncesi caz’’dan plajlara, bisikletten ambalaj tasarımının tarihine, kadın berberlerinden Süreyya Opereti'ne kadar, başkalarının ilgilenmediği her türlü konudur. Eline ne geçerse toplar ama onun için bir şeyin aslına sahip olmak o kadar önemli değildir. Bu yüzden kendini koleksiyoncu saymaz. ‘‘Bir gün kullanırım’’ mantığıyla topladıklarını, bir gün kullanır, o kadar! Asıl derdi merakını gidermektir; araştırmak, keşfetmek. Yazmak ise en sıkıcı tarafıdır işin.

Bu ‘‘sıkıcı’’ faaliyetten şu kitaplar çıkar bugüne kadar: Muhsin Ertuğrul 100 yaşında, Bedia Muvahhit'in 70. Sanat Yılı, Haliç, Bisikletin Tarihi, Boğaziçi Yazıları, Aspirin, Eczahaneden Eczaneye, Döküm Sanatı, Aile Boyu Sinema, Engin Cezzar, Kadınlarla Meşgul Olan Genç Kalır, Yeni Türkiye Yeni İnsan... Ve 10 cilde tamamlayacağı Ivır Zıvır Tarihi'nin ilk üç kitabı. Yanısıra diğer işler: Sergi koordinatörlükleri, televizyon programı danışmanlıkları, takvim, albüm, dergi ve eklerinin editörlüğü, serbest yazarlık, Devlet Tiyatrosu'nda dramaturgluk ve Açık Radyo'nun kuruluşundan bu yana tek bir pazartesi aksatmadığı, Arzın Merkezine Seyahat adlı rock programı.

TABİİ Kİ IVIR ZIVIR DEĞİL

Bütün bunlara ıvır zıvır demesi, tabii ki bir ‘‘agresyon’’ belirtisidir: Bazı konuların bir kenara atılmasına, ‘‘ıvır zıvır’’ muamelesi görmesine tepki. Ünlü caz şarkıcısı Sevinç Tevs hakkında o yazmadan önce üç satırlık bilgi bulunmamasına sinir olur mesela. Yokedilmişlerin tarihi der bunlara. ‘‘Türkiye'de tarihe çok önem veriliyormuş gibi konuşuluyor ama tarih yok ediliyor. Hiç kimse ne kendi tarihini topluyor ne de en ufak bir bilgi edinmeye çalışıyor. Bütün müzeler, arşivler, arkeolojik çalışmalar sefalet içinde. Bizim gibi kendi kendilerine araştıran insanlar samanlıkta birkaç iğne durumunda’’ diye düşünür.

Bu arada, beş bin CD, dört bin plak yanında ne kadar kitabı, broşürü, kupürü olduğunu bilemez tabii. Çünkü bir yandan toplamaya devam eder, bir yandan da dağınık bir adamdır. Üstelik ona sorarsanız tembel! Her çalışma için, bütün o yığınları yeniden, tek tek elden geçirmesi gerekir. Ama Allah için, bildiğimiz koleksiyoncu harisliğinden çok uzaktır; çalışmasına güvendiği herkes onun bilgisinden, belgesinden yararlanabilir. Halbuki Türkiye'de öyle koleksiyoncular vardır ki, tek bir malzemesi yayımlanmamıştır: ‘‘Güzellik yarışmalarıyla ilgili bir yazı yazmıştım, çok güzel malzeme satıldı bir müzayedede. Çok pahalıydı alamadım. Alana gittim, çalışmalarımı anlattım, hayır dedi kesinlikle kullandırtmam. Beş yıldır bekliyorum, bir şey yazsın diye, yok’’ diye şikayet eder. O ise bilginin anonim olduğunu düşünür. Sadece bilginin, belgenin nereden alındığını belirtme saygısını bekler. Göstermeyen de ondan bir daha havasını alır.

Bazen, ‘‘artık yoruldum, bu malzemenin altında eziliyorum’’ diye şikayet etse de dinlemeyin, şu sıralar hayalinde yatan, bir Ivır Zıvır Ansiklopedisi. Ama bunun için yazdığı ıvır zıvırların önemsenmesi, okunması, hakettiği parayı kazandırması gerekir. Ona göre, ‘‘bu işleri hakkıyla yapabilmek için Türkiye'nin Avrupa ülkesi olması...’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!