Devlet herşeyi vatandaştan beklemesin!

Güncelleme Tarihi:

Devlet herşeyi vatandaştan beklemesin
Oluşturulma Tarihi: Aralık 15, 2004 00:00

Devlet herşeyi vatandaştan beklemesin..." Kent vergisi ile ilgili bugünkü haberlerden birinin başlığında yer alan bu cümleyi, konu ile ilgili görüşleri sorulan bir vatandaş söylemiş.Ziyadesiyle manidar... Özellikle 80'li yıllar boyunca ve 90'ları büyük bir kısmında benzer bir sözü siyasetçilerin ağzından bolca duymuşken: "Vatandaş herşeyi devletten beklemesin!" Zaman değişti elbette. Artık devlet herşeyi vatandaşından bekliyor. Çünkü devlet fakir, Devlet acilen paraya ihtiyaç duyuyor. Değirmenin suyu kesilmek üzere çünkü... Yukardaki iddianın nedenlerine gelmeden önce vergi sorununa ve verginin ne demek olduğuna bir bakalım: Türkiye'nin en kronik problemlerinden biri devletin vergi toplayamamasıdır. Toplayamaz çünkü 250 milyar dolarlık ekonominin yanısıra bir o kadar hatta kimilerine göre daha da büyük bir kayıt dışı ekonomi sözkonusudur ülkede. Kayıtdışı denildiğinde herkesin aklına karapara ve mafya ilişkileri gelse de aslında kayıtdışı dediğimizde, hepimizin suçortağı olduğu devasa bir sorundan bahsediyoruz. Kayıtdışı ekonomi sigortasız işçi demektir; kayıtdışı belgesiz alışveriş demektir; kayıtdışı harcamaları çok, gelirleri düşük göstermektir; kayıtdışı dolmuşa binmektir; kayıtdışı korsan cd almaktır... "Abi fiş almazsam kaça olur" sözünü söylemeyenimiz var mı acaba... Bu noktada yükselecek itirazları duyar gibiyim: - Vergi verelim de bankalarda hortumlasınlar di mi? - Vergi verelim de ihalelerde yesinler di mi? - Vergi verelim de siyasiler yandaşlarına dağıtsınlar di mi? - Vergi verelim de... - Kardeşim ben bu sistemi tanımıyorum vergi vermem! - Vergi verelim de bu vergi niye benim için kullanılmıyor? Bugün ülkenin önde gelen işadamları bile açıktan açığa "bu ülkede vergi vermek enayiliktir" diyorsa vergi sorunumuzun hangi boyutlara ulaştığını siz düşünün artık... Öncelikle siyasi-ideolojik gerekçeleri öne sürerek vergi ödemeyenleri bir tarafa bırakıyorum. Bu itiraz asla mantıklı olamaz. Devlet vatandaşına hizmet götürmekle, vatandaş da anayasal görevi olan vergisini vermek zorundadır. Ve her ideolojide, her siyasi yapılanmada devlet ayakta kalmak ve hizmet götürmek için gelire ihtiyaç duyar. Bu gelirin de, özelleştirmeleri saymazsak, en temel kaynağı vergidir. Vergi, devletin vatandaşına sağladığı, sağlamak zorunda olduğu, güvenlik, sağlık, yol, su, elektrik, düzenlenmiş piyasa, bağımsız yargı, eğitim, barınma, ısınma vs gibi hizmetler karşılığında aldığı ücrettir. Türkiye kuruluşundan bu yana hep vergi fobisi yaşayan bir ülke olmuştur. Nasıl olmasın, yıllarca süren savaşlar, fakirlik, sermaye eksikliği, krizler, terörist saldırılar, çürümüş siyasi yapılanma gibi çeşitli ve dirençli etkenler yüzünden iktidarlar ne zaman paraya ihtiyaç duysa hemen elinin altındaki vergi mükelleflerine koşmuştur. Sabit vergiler, kelle vergisi, varoluş vergisi, deprem vergisi, iletişim vergisi, trt vergisi... Vergi ile ilgili toplumsal hafızası acılarla doludur. Devletin bir kere yakaladığı ve kayıt altına aldığı kişi ya da kurumu elinden geldiğince "sağdığını" görmüştür. Devlet ile yurttaş arasında karşılıklı onay temelinde gerçekleşmesi gereken bu olgu bir baskı aracına dönmüştür. Tek yol vardır artık kaçmak. Mükellef kaçmak için yıl yol aramaya ve bulmaya başlayınca da devletin geliri kaçınılmaz olarak düşmüş, bu kez de devlet ya kaçanları yakalamak ya da eksiği mevcutlar üzerinden tamamlamak için yeni vergiler koymuş, uygulanan oranları yükseltmiştir. Bu ilişki sadece Türkiye'de değil dünyanın bir çok ülkesinde de zaman içinde yaşanmıştır... Bugün Türkiye'de sistemden doğrudan kaçamayan tek bir kesim var: ücretliler. Onların dışında herkes vergileri az ya da çok by-pass etmeyi başarmıştır. Ama üzülmeyin ücretli kayıtdışına çıkan bir kaç küçük arasokak bulmuştur kendine. Mevcut açığını belgesiz alışverişle bir nebze olsun telafi eder... Türkiye OECD verilerine göre çalışanına da, kurumlarına da en yüksek vergi oranı uygulayan OECD üyesi ülkedir. Ve işin kötüsü vergi Türkiye’de devlet eliyle uygulana bir terör biçimi haline geleli bir hayli zaman olmuştur... Çünkü devlet vergi tabanını genişletecek ve ekonomiyi kayıt altına alacak bir yenidern yapılanmaya gidememektedir. Bunun nedenleri öncelikle içinde bulunduğumuz ekonomik yapıyla ilgilidir. Türkiye ekonomisi 2001 krizinden bu yana sıcak para üzerinde dönmekte... ama aradaki bu üç yıllık zamanı kendi lehine kullanmayı başaramamıştır. İç borcunu düşürememiş ve üretimi artıramamıştır. Kazara bu sıcak para hızlı bir şekilde ülkeyi terk etse ekonomik dengeleri yerinde tutmak imkansız olacaktır. Üstelik yabancı kreditörler hem ülkedeki sıcak paraların hem de daha önce verdikleri borcu bir siyasi baskı aracına dönüştürmüş ve hükümet bu nedenle ülkenin mahvına bile neden olabilecek tavizler vermek zorunda kalmıştır... Gelirini acilen artıramazsa yakında iflas etmiş bir ülke haline gelecektir... Siyaset kurumu ise her alanda, (ekonomi, uluslararası siyaset) gırtlağına kadar bu ilişkilerin içine batmıştır. Bu kısır döngüden kurtulması, bir vergi reformu yapması, ülkedeki binlerce saygın asalağı tatlı gelirinden edeceği için kendi idam fermanını imzalaması anlamına gelir. Bugüne kadar bu fermanı imzalayacak kadar temiz ve delikanlı bir iktidar da görmedi maalesef bu ülke... Tam bu noktada 90'lar yıllar boyunca pompalanan sivil toplum kuruluşu, hükümet dışı örgüt kavramlarını da bu tartışmaya katmak gerekir. Devlet vergi oranlarını artırmak ve yeni vergiler koymaktan başka çıkar yol bulmadığı için bunu meşrulaştırmak hatta popüler hale getirmek için yollar bulmak zorundadır. Bunu da çoğunluğu aslında çıkar grubu ya da meslek örgütü oan STK'lar aracılığıyla yapmanın çok kolay olduğunu fark etmiştir. Elbette doğrudan bu kuruluşlarla ilgisi yoktur ama bunların önünü açar ve bunları karar sürecine almış gibi görünür. Pompalanan mantık aynıdır: "Herşeyi devletten bekleme. Sorumlu vatandaş ol. Sorununa önce kendin sahip çık. Bak avrupa'da kişi başına düşen STK sayısı şu kadar. isveç'te her bir vatandaş iki hatta üç STK'ya üye. ya sen!?! hımbıl!" Mevcut hükümet özellikle bu işin duayeni olmuştur. Geçen iki yıl içinde aslında maksatları hükümetle birebir örtüşen stk ismi altında tanımlanan ama aslında meslek örgütü olan kuruluşlarla sık sık biraraya gelip kararlar almış ve “bu kararları STK'larla görüşerek aldık. Toplumsal uzlaşmaya sahibiz” diye bize yutturmaya çalışmışlardır. Mevcut iktidarın en çok övündüğü özelliğinin STK'ları yönetime dahil etmek olduğu gözlerden kaçmamıştır sanırım. oysa STK'lar devletin yapması gereken işleri yapmaz, bu işlerin nasıl yapıldığını denetler ve siyasi iktidarı uyarır. STK'lar meslek örgütü değil halka ait siyasi denetim mekanizmalarıdır. Yeniden vergi meselesine dönersek; Türkiye’nin içinde bulunduğu bataktan kurtulabilmesi içinse öncelikle vatandaşlar olarak devletle yaptığımız anayasal sözleşmeye uygun davranmaya başlamalı, ama bunun için önce adil bir vergi yapılanması oluşturacak, vergi vermeyenleri sisteme dahil edecek, verginin nasıl harcandığını izleme ve denetleme imkanı sağlayacak yeni bir sözleşme talebimizi dile getirmeliyiz. Yoksa kent vergisinden sonra, kafa vergisi, hava vergisi, su vergisi, gibi vergiler gelmeye devam edecek ve iktidarlar utanmadan bunu bir de vergi reformu diye bize satmaya kalkacaktır. Zaten IMF’nin yeni ekonomik programda bir vergi reformu istediğini biliyorsunuzdur. Geliyor yani vergi reformu!DÜNKÜ YAZI İÇİN BİR NOT: Dün IMF ile üzerinde çalışılan ekonomik programın bir türlü açıklanamamasını eleştirmiştik. Yazı yazıldıktan bir saat sonra Bakan Babacan yeni programı açıkladı. Öncelikle bu açıklamadan Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti’nin bile son anda haberdar olduğunu biliyoruz. Yani biz haber atlamadık, alelacele yapılmış bir açıklama ile karşı karşıyayız. Üstelik eleştirilerimizi de aynen muhafaza ettiğimizi söyleyelim.  Bu acelenin ve eleştirilerimizin nedenini ise Erdal Sağlam bugünkü REFERANS Gazetesi’nde yazdığı için tekrarlama ihtiyacı duymadık. Oradan okuyabilirsiniz...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!