AİLEMİZİN fertleri Balkanlardan gelmişti. Devletin verdiği 'göçmen' arsasındaki kerpiç evde oturuyorduk. Henüz elektrik gelmemişti 1959'larda; geceleri gaz lambasında otururduk; yemeklerimiz tel dolapta saklanır; karpuzu bir file içinde sarkıttığımız kuyuda soğuturduk.
İstanbul'a gittiğinde babamızın getireceği ipe sarılı simitler daha gitmeden burnumuzda tüterdi.
Harçlığımızla ancak büyük keyifle yediğimiz bisküvit arası yapılmış lokum alabilirdik. Öğrenciler arasında, henüz 'niyet' çekişleri yeni yeni moda olmuştu. Mareşal
Fevzi Çakmak'ın
Trakya'nın ve
İstanbul'un düşman ellerine geçmemesi için kurmuş olduğu beton tahkimat bölgelerinde saklambaç oynamak isterken askerler tarafından kovalanırdık.
'Orgeneral Salih Omurtak Caddesi'nde yapılan resmi törenlerde askeri birliklerin geçişlerini gururla izler; fener alaylarınının peşinden koşmaya çabalardık.
Atatürk'ün
Etnografya Müzesi'nden
Anıtkabir'e naklini bize dinleten öğretmenimizin anlattıkları karşısında
Musevi ve
Ermeni kökenli sınıf arkadaşlarımızla ağladık.
Amerika'nın gönderdiği süttozu ve peynirle beslendik iki ders yılı boyunca...
İstanbul'dan trenle öğleden sonra ilçemize -Çorlu- gelen gazetelerden
Cumhuriyet ve
Vatan'ı almak için bayide kuyruğa girerdik.
Halkevi'nde 'şiir' dinlerdik.
Varlık dergisi ile burada tanıştık.
Orduevi'nde bir yakınımızın düğününde, akerdeon-davullu müziği bir çok çocukla biz de şaşkınlıkla izlemiştik. Yazın bir hafta sonu bir akrabamızın at arabasıyla gittiğimiz sahilde ıstakoz gibi kızarıp annemiz yanığı almak için sırtımıza yoğurt sürünce acısından ağlamıştık. Babamız doğan kızkardeşimizin ismini kulağına
Kuran-ı Kerim okuyarak söylemişti. İlk teravih namazını babamızla kıldık; petrol çıkartan bir
ABD şirketinde hizmetli olarak çalışan bir komşumuzu, çıkma
'kot' pantolonu, boş
'viski şişesi' ve
'Kent' sigarası satarken hayretle izledik.
*
CUMHURİYET, bu rejimin uygulandığı ülkenin ya da toplumun adıyla anılır.
Onun için Anayasamızın 1. maddesinde
'Türkiye devleti, bir Cumhuriyet'tir' hükmü yer alır.
Atatürk 1907'lerden beri düşündüğü bu düzeni zorlu bir süreç sonunda yaşama geçirdi; en büyük devrimini yaptı.
Ve 29 Ekim'ler de ulusal bayram olarak kutlanmaya başladı.
Ulusal direniş sırasında ‘‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır’’ demişti.
Unutmayalım bunu...
Gerilere gidelim, bugün geldiğimiz tabloyu anlamak için.
Yolsuzluklar, soygunlar, suistimaller ve hırsızlıklar
Osmanlı'dan beri toplumumuzu kemiren bir olgu... 16. yüzyılda
Kanuni'nin bir damadı varmış; en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün memuriyetlerde atama geleneğini başlatmış. İşin ilginç yanı da bunu
Osmanlı Maliyesi'ni düzeltmek üzere yapıyormuş. Yani
Osmanlı'da rüşvet tarifeye bağlanmış.
Cumhuriyet sonrasına gelirsek...
Atatürk'ün Maliye Bakanı
Cemal Bey'in idamı,
Havuz-Yavuz yolsuzluk davası;
İnönü döneminde ekmeğin karne ile satılması, ot-saman karaborsası;
DP döneminde siyasi kayırmacılık, ithal malı tahsisleri; lastik, bakır, kalay karaborsası;
Mıgırdıç Şellafyan'ın isminin bu işlerle bütünleştirilmesi... 1970'lerde
Yahya Demirel'in hayali ihracatı... Demir, teneke, çimento ve döviz karaborsası;
Marlboro, viski kaçakcılığı... Gümrük kaçakçılığı; mafyanın ortaşa çıkışı; uyuşturucu ve silah kaçakçılığı... 12 Eylül döneminde benzin ve yağ kuyrukları...
İşgüzar ve
Mataracı'nın tutuklanması... Banker skandalı,
Kastelli'nin yakalanması...
PKK'nın ortaya çıkması;
Özal'ın gelişi;
İsviçre'de Ürdünlü
Şekerciyan ile yapılan 'karapara' toplantısı... Göçün patlaması... Yerel yönetim yasasının çıkmasıyla imar rantının patlaması;
İstanbul'un çirkinleşmesi... Başta Emlakbank olmak üzere kamu bankalarının soyulmaya başlanması;
İstanbul Bankası ile
Odibank'ın batırılması... Hayali ihracatın inanılmaz boyutlara yükselmesi; tişört diye maymun filesinin ihraç edilmesi...
Turan Çevik, Nurettin Güven ve
Hasbi Menteşoğlu ve
Ertan Sert'in ortaya çıkışları... Rüşvetten tutuklanan Devlet Bakanı
İsmail Özdağlar; Zeynep ve
Asım Ekrem'in adlarına, amblemi 'Jaguar' olan parti... İktidar dostlarına verilen otoyol ihaleleri... Ve bizi bugünlere getiren enflasyon illeti.
Turizm alanlarının
ANAP'lı yandaşlara tahsisi... Doğru adreslere verilmeyen usulsüz krediler.
Cumhuriyet döneminin tahribatının ikinci dönemi 1990'lı yıllarda başladı. Körfez Krizi’nden
Türkiye'nin kaybının 27 milyar dolar zarara uğraması..
Demirel, 1991 sonunda
Koskotas Dosyaları'nı açmak üzere iktidara geldi.
Özal, Cumhurbaşkanı oldu.
Güneydoğu'da savaş sürdü; bilançosu 35 bin insamızın kaybı... Ekonomiye 100 milyar dolarlık yükü... Uyuşturucu ve silah kaçakçılığının rantı, tekstil fabrikalarının kurulmasında patlama... Kumarhaneler patladı; kara para daha şiddetli dönmeye başladı. 150 bin kaçak
Mercedes sokuldu... Çeteler 'merhaba' dedi bize; siyaset alabildiğine kirlendi...
Levent'te bankaların gökdelenleri,
Ankara Eskişehir yolunda kamu binaları yükselmeye başladı...
Çiller'in aldığı 1994 kararları sonucunda 'bir gece milyon dolarlar' götürülmesi... Yeni bankacıların türemesi...
Laleli'den bavullu hayali ihracatın patlaması...
TYT,
Marmarabank ve
İmpeksbank'ın siyasetçilerin üzerinden soyulması... Yüksek faiz döneminin başlaması...
Uzakdoğu'nun kanserojen madde taşıyan tekstil ithalatının kaçak yoldan yurda sokulması..
CHP'nin
İSKİ'si,
DYP'nin
İlksan'ı ve
TOFAŞ'ı,
RP'nin
İGDAŞ ve
AKBİL'i,
ANAP'ın
Ticaret Bankası'nın 'satışı' dosyaları... Yenilenen Meclis'in 'ceylan derili' koltukları...
Kuzey Irak üzerinden mazot kaçakçılığı...
Susurluk'ta patlayan skandal...
Çatlı ve
Çakıcılar'dan gurur duyulmaya başlanması... İhracatın yüzde 37.6'sının 'hayali' olduğunun açıklanması...
Gülay-Orhan Aslıtürk'ün isimleri...
Mesut Yılmaz'ın Karadeniz otoyolu ihaleleri.. Bugün boş duran havaalanları ve balıkçı limanları...
'Paraşüt'le başlayan ünlü hayali ihracat dosyaları ve devletten alınan vergi iadeleri...
Sorumluların hepsi
Cumhuriyet'in başkenti
Ankara'dan yönlendirildi; bir kısım politikacısı, bürokratı ve işadamlarıyla birlikte...
Türkiye'nin soygun tarihi yazıldı.
İnanılmaz bir çıkar ilişkisi; yozlaşma ve kirlenme...
Ve 17 Ağustos depreminin acıları...
Bir yıl sonra ithal otomobilde rekor kırılması..
Yoksulluk sürecinin iyice dibe vurması... Devletin sırtından geçinen asalak bir takım; 8.5 milyon kişinin devletten geçinmesi...
Akaryakıt ve doğalgaza ödediğimiz paralar.
Özelleştirme'deki inanılmaz beceriksizler.
IMF ve
Dünya Bankası'nın kıskacı..
Belediyelerdeki yolsuzlukları bir kenara bırakın, Şubat kriziyle 20 bankanın batması: bilançosu yaklaşık 47 milyar dolar.
Cumhuriyet rejimi mi suçlu; kollektif suç işleyen bizler mi?
Ne yazık ki hepimiz suçluyuz.
Evet...
1950'lerde başlayan karşı devrim sayılacak gericilikten verilen ödünleri kim gözardı edebilir?
Cumhuriyet'in değerini bilmemenin, anlam ve amacına bağdaşmayan davranışların, bilgisizliğin, yönetim sorumluluğunu üstlenenlerin yetersizliği ve beceriksizliği, hak ve özgürlükleri kötüye kullanma eğilimleri içimizi karartıyor bugün...
Türkiye Cumhuriyeti, bunun için kurulmadı.
Cumhuriyet'in kurucuları, her kuruşun hesabını verme sorumluluğu ile davrandılar. Herhalde bu projenin sahipleri, kendilerinden sonra gelen siyasetçiler eliyle
Türkiye'nin
'Yolsuzluk Cenneti' haline geleceğini düşünmemişlerdi.
Devleti ve
Cumhuriyet'i sarsan soyguncuları, rejimle ters düşen dinsel sömürücüleri ve bölücü davranışları görselerdi, böyle tam bağımsız, demokrat bir hukuk devleti kurmaktan vazgeçerlerdi.
Alnımıza gölge düşürmezlerdi.