Çok masraflı oluyor diye bayramlaşmak yasaklanmıştı

Güncelleme Tarihi:

Çok masraflı oluyor diye bayramlaşmak yasaklanmıştı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 15, 2001 02:22

Eski devirlerde devlet büyüklerine bayram tebrikine gitmek her iki taraf için de mali bakımdan büyük bir yıkımdı, zira bahşiş ve hediye dağıtmak yüzünden bütçeler perişan olurdu.

İşte bu yüzden, 1845 Eylül'üne rastlanan o senenin ramazanında devlet memurlarının, ámirlerinin evlerine giderek bayramlaşması yasak edildi.

Bayram, yarın başlıyor. Hepimize kutlu olsun...

Yarın, bayramın gerekleri yerine getirilecek. Dini gereklerin uygulanmasından sonra büyükler ziyaret edilecek, küçüklerden ziyaret beklenecek ve hoşluklar yapılacak.

Bu kutlamalar, bizde asırlardan beri devam eden bir gelenekti. O devirlerde bayram kutlamalarında dini bir unsur bulunduğu gibi, bayram merasimleri aynı zamanda devletin güç ve hakimiyet gösterisiydi ve bu merasimlerin son derece tantanalı bir şekilde olması için elden gelen herşey yapılırdı.

Bayram kutlamaları, özellikle Osmanlı döneminde son derece ayrıntılı protokol kaideleri çerçevesinde olurdu. Saraydaki kutlamaların ve tebriklerin ne şekilde yapılacağı, kimin nerede ve ne zaman duracağı, neredeyse saniyesi saniyesine belliydi. Saraydaki tebriklerin sona ermesinden sonra bu defa devletin yüksek bürokratları arasında bir tebrik koşuşturması başlar, bu üst düzeydeki devlet görevlileri devletteki yerlerine göre birbirlerinin konaklarına gidip gelirler, memurlar ámirlerini ziyaret için yollara düşerler ve bu ziyaretler bayram boyunca devam ederdi.

İşin bir de mali tarafı vardı ve bu kutlamalar bürokratın protokoldeki yeri ne kadar ileride ise, o bürokrat için o derece masraflı olurdu. Zira bayram tebriki için gelenlere hediye vermek şarttı ve bu hediyeler için yapılan masraf bazan yüksek bürokratın belini büker, mali gücünü perişan ederdi. Tebrike gidenler de gidilen yerdeki hizmetkárlara bahşiş dağıtmak zorundaydılar ve bu yüzden onların bütçesi de altüst olurdu.

İşte bu yüzdendir ki, devlet 1845 Eylül'üne rastlayan o senenin ramazanında devlet memurlarının, ámirlerinin evlerine giderek bayramlaşmasını yasak etti. Tahtta, Sultan Abdülmecid vardı ve yayınlanan bir nizamnameyle resmi dairelerdeki bayramlaşmaların káfi olduğu ve bundan böyle tebrik için evlere gidilmeyeceği duyuruldu.

Tarihçi Lütfi Efendi o günlerdeki tebrikleri anlatırken 'Bir küçük memur, dolaşacağı kapılar için defter tutmaya mecburdu. O tarihlerde vapur ve tramvay gibi kolaylıklar olmadığından, beygir ve kayık ücretinden başka gidilen konaklarda kapıcılara ve hademelere kadar bin kuruşa yakın para harcanması gerekirdi' diye yazacaktı.

Bizdeki bayram kutlamalarındaki aşırılık, işte bu yasaklamayla son buldu.

Nice ramazanlara...

Bir ramazan daha, bugün sona eriyor. Yarın, bayram. Bu sayfada 30 gün boyunca değişik konulara değindim, oruçlu saatlerinizi bu ilginçlikleri okuyarak geçirmenize çalıştım.

Sayfayı beğenmeyenler, meselá oruçla ilgili konuların niçin yer almadığını soranlar az da olsa vardı. Ama oruç tutanlara 'orucu nelerin bozduğu' veya 'sahurun ne zaman edilmesi gerektiği' gibisinden zaten bildikleri konuları yahut heryerden temin edebilecekleri resimli evliya öykülerini sunmak, bence gereksizdi. Ramazan sayfalarının, eskiden yapıldığı gibi kültür sayfası olması gerektiğine inanıyordum.

Gelecek ramazanda yine hoş vakit geçirtici ve birbirinden ilginç konularda buluşmak üzere mutlu bayramlar ve eski iláhilerden birinde dendiği gibi; 'Kullarında yok sana láyık metá / Elvedá şehr-i ramazan elvedá'...

Tasavvufun musikiye etkisi ve sonuçları

Tasavvuf, kendi musikisini kendisi yarattı. Camide yalnız makama uygun olarak Kur'an ve mevlid okunurken, tekkelerde diğer türler ortaya çıktı ve 'mazhar' denen zilsiz deflerle, 'halile' denen çalparalarla, 'kudüm'lerle usul tutularak iláhiler okundu; Mevlevihanelerde de áyinler icra edildi.

Tasavvufun, müziğimize çok müsbet tesirleri vardır. 'Sofu dervişleri' denilen zikri temel sayan dervişlerde iláhi, şuul ve durak türleri, Mevlevilerde de naat ve ayinler, klasik müziğimizin dini bölümünü meydana getirmiştir.

Camide yalnız musiki makamlarına uygun olarak Kur'an ve mevlid okunurken, tekkelerde diğer türler ortaya çıkmış ve 'mazhar' denen zilsiz deflerle, 'halile' denen çalparalarla, 'kudüm'lerle usul tutularak iláhiler okunmuştur.

'İláhi', çeşitli makamlarda ve zikre tempo veren iláhiciler tarafından okunan tasavvufi ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlere denir. 'Şuul' ise Araplar'dan geçmiştir, çeşitli makamlarda, çoğu Arapça, tiz sesle ve zikri hızlandırmak için okunan şiirlerdir. Zikredenler yorulunca biraz durgunluk vermek için tek kişi tarafından hafif ve ağır nağmelerle okunan ilahilere ise 'durak' denirdi.

Mesnevi hakkında Farsça bir beyit

Prof. Dr. Ali Alparslan'ın talik hatla yazdığı bu Farsça levha, şimdi Konya Mevláná Müzesi'nde, Abdülbaki Gölpınarlı Kütüphanesi'nde bulunuyor. Mevláná'nın Mesnevi'si hakkında söylenmiş olan bu beyitte 'Dil çu şod áyet-i heft ásuman / Şerh-i dil-i Ahmedi heft mucelled resid' yani 'Gönül yedi göğün alámeti olarak usrurlába döndü, Ahmed'in gönlünün şerhi de yedi cildde tamamlandı' deniyor.

Kendine fatiha okuyan şair

Onsekizinci yüzyıl şairlerinden Rüştü Ahmet Efendi, çok sevgili biricik oğlunun ölümünden sonra cinnet geçirdi. Oğlunun kabrinin yanına kendisine de bir mezar yaptırdı. Her gün gidip oğlunun kabrini ziyaret eder, sonra kendisine de ölü niyetine fatiha okurdu (Çizim, Burak Çetintaş'a aittir).
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!