Bush aradı, harekât başlıyor

Güncelleme Tarihi:

Bush aradı, harekât başlıyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 22, 1998 00:00

Haberin Devamı

Aralık ayının son 10 günü de çok yoğun ve Körfez ağırlıklıydı. Yüksek Askeri Şura toplantısı yapılmış, MGK toplanmış, Cumhurbaşkanı'nın Dışişleri ve Genelkurmay ile temasları sıklaşmıştı. Askeri müdahale her an olabilirdi. Tüm istihbarat toplanmış, hazırlıklar bitirilmiş ama gene de herkes bu iş olmayacak galiba diye düşünmeye başlamıştı.

Harekatın başladığı 1991 Ocak ayının başlarında Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı ziyaret edenler kervanına önemli bir ziyaretçi daha katılmıştı: ABD Dışişleri Bakanı James Baker.

Bir gün ‘‘Gel şu cehennem topunun menzilini bir hesaplayalım’’ diyerek kalemi kâğıdı eline aldı. Eldeki verilere dayanarak çeşitli formüllerle topun menzilini çıkardı.

Ertesi gün uzun araştırmalar sonucu bulunan

rakam, onunkiyle aynıydı.

Türkiye'de bazı kişiler evlerinin pencerelerini şeffaf plastiklerle kapatmaya başlamışlardı.

Aynı günlerde Köşk'te de sığınak elden geçirildi ve çalışılabilir hale getirildi.

Saat 24 sularında telefon çaldı. Karşımda Özal vardı. ‘‘Engin hemen Köşk'e gel’’ dedi. Gittiğimde giyinmiş olarak merdivenlerden çalışma bölümüne doğru iniyordu. Bu istisnai bir durumdu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. ‘‘Engin biraz önce Bush aradı. Bir buçuk saat sonra harekatın başlayacağını haber verdi. Pilotların hayatı açısından son derece gizli tutulması gerektiğini rica etti.’’

James Baker 7 Kasım 1990 tarihinde Çankaya'ya çıktığında Dışişleri Bakanı artık Ahmet Kurtcebe Alptemoçin idi. Bu şekilde engellerden biri (Ali Bozer istifa etmişti) ortadan kalkmış oluyordu. Cumhurbaşkanı daha aktif bir dış politika uygulayabilirdi. Körfez Krizi konusunda kafasındakileri gerçekleştirmek için önemli bir yol açılmıştı. Ama tüm iç engellerin ortadan kalkmış olduğunu düşünmek çok yanlış olurdu. Bu konuda kendisi gibi düşünenlerin sayısı çok azdı. Kendisi gibi gene kendi tabiriyle ‘‘iyi hesaplanmış risk’’ almak isteyenlerin sayısı ise yok denecek kadar azdı. Durum en azından devletin üst kademelerinde böyleydi. Ancak Cumhurbaşkanı hiç yılmamıştı. Körfez krizi daha çok başların düşmesine yol açacaktı. Milli Savunma Bakanı Safa Giray ile Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay bunların başında gelmekteydi.

Cumhurbaşkanı, Japon İmparatoru'nun taç giyme töreni için Anıtkabir'deki 10 Kasım törenlerinin hemen ardından yola çıkacaktı. İlk durak olan Tahran'da Sadabad Sarayı'nda İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile görüşmesinden hemen sonra aynı gün Tokyo Haneda Havaalanı'na hareket edecekti. Japon İmparatoru’nun taç giyme töreni, Körfez krizinin en hararetli günlerinde kendisine dünya liderleri ile temas için önemli bir fırsat tanımaktaydı.

İran sekiz yıl savaşının ardından Irak'ı dikkatle izlemeye devam etmekteydi. Ancak İran'ın muhtemel bir askeri harekâtta başı çekecek olan ABD'ye karşı tavrı da bilinmekteydi. İran Körfez Krizi'ndeki önemli unsurlardan biriydi. Zaten Özal'ın dış politikasında İran'ın önemli bir yeri vardı. Tarihten beri aramızda süregelen sıkıntılara rağmen İran'ın Arap ülkelerinden çok farklı bir konumu vardı. Büyük Pers İmparatorluğu'nun varisi İran'ın önemli bir devlet yönetimi tecrübesi bulunmaktaydı. Bu bakımdan Özal her zaman İran'la ilişkilere büyük değer verirdi.

Aynı yaklaşımı gösterdiği diğer bir komşumuz ise Rusya idi. Türk dış politikasının bu iki büyük unsuru mutlaka dikkate alması gerektiğine inanırdı. Ayrıca 1990 yılında dünya petrol rezervlerinin yüzde 65.7'sine sahip olan Körfez ülkeleri içinde İran dünya rezervlerinin yüzde 9.2'sine sahip bulunmakta ve 180 milyon ton yıllık petrol üretimi ile en başlarda yer almaktaydı. Ancak petrol zenginliği konusunda Özal'ın çok sık tekrarladığı bir önemli görüşünü burada hatırlamakta yarar görmekteyim.

İnşallah petrol bulunmaz

Özal o günlere atıfta bulunarak petrol konusundaki şu görüşünü tekrarladı: ‘‘Herkes petrol mucizesi beklerken ben ise inşallah petrol bulunmaz derdim, bu sözlerim üzerine hayretle yüzüme bakanlara da bunun nedenini şu şekilde izah ederdim: Ülkeler bu şekilde hazıra konarak kalkınamaz. Bu gibi doğal kaynak zenginliğine güvenenler alışıp, çabalamazlar ve sonunda mirasyedi gibi har vurup harman savururlar ve kalkınamazlar. Kalkınmak için mutlaka çok çalışmak lazımdır. İşte bu bakımdan petrol bulunmasını temenni etmiyorum derdim.’’ Özal'ın bu yaklaşımının ne kadar doğru olduğunu bugün petrol zengini ülkelerin konumlarına baktıkça daha iyi anlaşılmaktadır. Özal bir ülkenin sadece dış yardımla kalkınamayacağını da söylerdi. ‘‘Çabanın yüzde 90'ı, 95'i iç kaynaklı olmalı buna ilave olarak belki bir yüzde 10'luk veya yüzde 5'lik dış yardım olabilir. Ama bunun tersi olursa, o ülke kalkınamaz’’ derdi. Gerçekten dünyada bunun da birçok örneği bulunmaktadır.

Özal'ın acele hesabı

İran'dan sonra geldiği Tokyo'da Cumhurbaşkanı pek çok resmi temasta bulunmuş, TV ve basın mensupları ile görüşmüştü. Bunlar aslında bir gerçeği açık biçimde ortaya koymaktadır. Özal zamanında dış temaslarımız çok artmıştı. Tabii tüm bu temaslarında Cumhurbaşkanı dünya liderlerine bir taraftan Türkiye'nin önemini anlatırken diğer taraftan da Körfez Krizi'ndeki tutumumuzu ve yapılması gerekenleri anlatıyordu. 1990 yılının aralık ayı Cumhurbaşkanı açısından gerçekten de çok yoğun geçmişti.

Aralık ayının son 10 günü de çok yoğun ve Körfez ağırlıklıydı. Yüksek Askeri Şura toplantısı yapılmış, Milli Güvenlik Kurulu toplanmış, Cumhurbaşkanı'nın Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile temasları sıklaşmıştı. Her an Irak'a askeri müdahale olabilirdi. Koalisyon güçleri de büyük hazırlık içindeydiler. Artık tüm istihbarat toplanmış, hazırlıklar bitirilmiş ama gene de herkesin bu iş olmayacak galiba diye düşünmeye başladığı bıkkınlık veren noktalara ulaşılmıştı. Gelen istihbarat raporlarına göre Irak güçleri ağırlıklı olarak ülkenin güneyinde bulunmaktaydılar ve kuzeyde sınırımızı tehdit edecek önemli sayıda birlikleri yoktu. Ama Saddam'ın kimyasal silahları korku yaratmaktaydı. SCUD füzelerinin nereye ulaşabileceğinin hesapları yapılıyordu. Cehennem topu ise tam bir meçhuldü. Eldeki derme çatma bilgilerle hesaplar yapılmaya çalışılıyordu.

Bu arada bir gün birlikteyken Cumhurbaşkanı, ‘‘Gel şu cehennem topunun menzilini bir hesaplayalım’’ diyerek eline kalemi kâğıdı aldı. Eldeki bir iki basit veriye dayanarak birtakım formüllerle hesaplar yapmaya başladı. Ben gene adeta 1961'e üniversite yıllarıma geri gitmiştim. Karşımda eski matematik hocam durmaktaydı. Benim hayret dolu bakışlarım altında birkaç dakika içinde bir rakam buldu. Bu cehennem topunun menziliydi. Ancak bu çok acele hesaptan kendisi de pek tatmin olmamış olacak ki, hemen Yusuf Bozkurt Özal'ı ve Hüsnü Doğan'ı aradı, onların da hesaplamalarını ve askerlere de hesaplatmalarını istedi. Cevap ancak ertesi gün geldiğinde bir kere daha şaşırmıştım. Uzun teknik hesaplar sonucu ortaya çıkan rakam, kendisinin birkaç dakika içinde bulduğu rakamla hemen hemen aynıydı.

Köşk'te sığınak onarılıyor

Türkiye çapında da bazı önlemler alınmaktaydı. Önemli noktalara savunma sistemleri yerleştirilmişti. Askeri önlemler alınmıştı. Hatta bazı kimseler kimyasal silahlara karşı korunmak amacıyla evlerinin pencerelerini şeffaf plastiklerle kaplamışlardı. Köşkte de sığınak elden geçirilmiş, oturulabilir ve çalışılabilir hale getirilmişti. Kimse de bunlara ihtiyaç olacağını düşünmüyordu ama gene de tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu. Diğer ülkelerle kıyaslandığında gene de Türkiye olayları en rahatlıkla ve güvenle izleyen ülkeydi. Bir askeri harekât beklenmekle birlikte, durum artık kanıksanmaya da başlanmıştı. Neredeyse kamuoyunda bu işin olacağı yok noktasına gelinmekteydi.

8 Ocak 1991 Salı günü Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı'nı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nı ziyaret etmiş, ertesi günlerde TBMM Başkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nı tekrar kabul ederek görüşmüştü. Bu arada yabancı basının Cumhurbaşkanı'nı ziyaretleri de artmaktaydı. İlginç günler yaşanmaktaydı. Bir taraftan Irak'ın yeni Ankara büyükelçisi Rafi D. M. El-Tikriti Cumhurbaşkanı'na güven mektubunu sunarken diğer taraftan Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor, arkasından da yeni yıl resepsiyonu veriliyordu. Tabii konu ağırlıklı olarak Körfez'di. Nihayet 13 Ocak günü ziyaretçiler kervanına önemli bir ziyaretçi daha katılmıştı: ABD Dışişleri Bakanı James Baker. Ertesi gün ise ziyaretçiler açısından gene gerçekten çok önemli bir gündü. Cumhurbaşkanı aynı gün içinde TBMM Başkanı ve Pakistan Meclis Başkanı'nı, İngiltere Dışişleri Bakanı'nı, Milli Savunma ve Dışişleri Bakanları ile Genelkurmay Başkanı'nı kabul etmişti.

16 Ocak 1991 Çarşamba günü her bakımdan olağan bir gündü. O gün program saat 19.00 sularında bitmişti. Ben de saat 20.00 sularında Köşk sahası içindeki evime yemeğe gitmiş, her zaman yaptığım gibi yabancı kanallardan haberleri izlemekteydim. Fransız TV'sinden haberleri izlerken Saddam'a karşı askeri harekâtın başlayacağı izlenimini edindim.

İstisnai bir durum

Verilen haberlerden benim çıkardığım anlam hemen bir askeri harekâtın olacağı şeklindeydi. Yeni ayrılmış olduğum Cumhurbaşkanı'na hemen telefon ettim ve 'Bu gece harekât başlıyor, benim çok kuvvetli tahminim ve Fransız TV'den edindiğim izlenim bu' dedim. Saat 24.00 sularında telefon çaldı, karşımda doğrudan Özal vardı, 'Engin hemen Köşk'e gel' dedi. Geceleri de Köşk'te geç saatlere kadar çalıştığımızdan hiç garipsemedim ve hemen Köşk'e gittim. Akşamları çalışırken makam odasında olmaz yukarıda oturma odasına çalışırdı, bu bakımdan ben yukarı çıkmak üzere merdivenlere yönelirken, Özal'ın giyinmiş olarak ve yüzünde çok ciddi bir ifade ile aşağıya inmekte olduğunu gördüm. Hemen anlamıştım, gece yarısı aşağıya inmesi için istisnai bir durum olmalıydı.

Merdivenleri inerken, yüzünde çok önemli anları yaşadığı zamanki ifade vardı. Böyle durumlarda kaşları çatılır, dudakları büzülürdü. Merdivenleri iner inmez bana, ‘‘Engin senin dediğin çıktı, biraz önce Bush aradı bir buçuk saat sonra harekâtın başlayacağını haber verdi, pilotların hayatı açısından son derece gizli tutulması gerektiğini rica etti’’ dedi.

Fotoğrafta kriz günlerinde Suudi heyetiyle Okluk'ta görüşürken görülen Özal hep ‘‘İnşallah petrol bulunmaz’’ derdi. Çünkü, ‘‘Ülkeler bu şekilde hazıra konarak kalkınamaz. Bu gibi doğal kaynak zenginliğine güvenenler çalışıp, çabalamazlar ve sonunda mirasyedi gibi har vurup harman savururlar’’ diye düşünürdü.

YARIN: İLK ŞOK ATLATILDIKTAN SONRA, BU İŞİN SANILDIĞI GİBİ HİÇ DE ÇABUK BİTMEYECEĞİ ANLAŞILIYOR






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!