Dünya tadı...

Güncelleme Tarihi:

Dünya tadı...
Oluşturulma Tarihi: Eylül 26, 1997 00:00

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bize lazım olan şey!

Birkaç gün önce sabah gazeteleri okurken gözüme ilginç bir haber çarptı. Çarpmak ne kelime, neredeyse gözümü çıkarıyordu. Dünyanın ünlü hamburger zincirlerinden McDonald's Türkiye'deki ürünlerinde tümüyle Türk ürünlerini kullanıyormuş. Muhabir arkadaşımız bunların uzun bir dökümünü de yapmış. Gurur duyulacak bir nokta olduğu için ben de bir kez bu sütunlarda tekrarlamak isterim doğrusu. Hamburgerlerin eti, daha açıkcası hamburgerin bizzatihi kendisi, Pınar Et tarafından yapılmakta. Ekmekleri ise Divan Pastaneleri tarafından üretiliyor.

Buraya kadar olan kısmı eskiden beri biliyordum. Pınar Tesisleri'ni gezdiğimde, bana eşlik etmek nezaketini gösteren şirketin ortak ve yönetim kurulu üyeleri ve üst düzey yöneticileri bir bölümün kapısına geldiğimizde içeride hamburger yapıldığını söylemişlerdi. Merak edip görmek istedim. Biraz da sıkılarak, içerideki imalatın McDonald's için yapıldığını ve ticari bir sır olduğu için, çalışanlar dışında hiç kimsenin içeri giremeyeceğini belirttiler. Bu örnek tutumu saygı ile karşılamamak elde değildi. Başımızı bile çevirmeden yürüyüp geçtik.

Divan Pastaneleri'nin yöneticisinin başka mahfellerden dostum olması gibi bir ayrıcalığa sahibim. Bizi ortak iştigal konumuz dışında birleştiren noktalar da var. Bu yakınlığımızdan ötürü Mesut Ilgım bana birkaç yıl önce sadece Türkiye'deki McDonald's için ekmek yapmadıklarını, Amerikalılar'ın standart uygulamasını beğenmedikleri için, Yunanistan'daki McDonald's dükkanlarına da ekmek sattıklarını söylemişti. Bnu anlatırken gözlerinin içinin nasıl gururla parladığını hala hatırlarım.

Emin Çapa arkadaşımız, sözkonusu haberinde işin bunla bitmediğini; hamburgerin sos ve peynirinin Pınar Süt, ketçabının Tat, turşusunun ise Fersan'dan geldiğini belirtiyor. Üstelik bunlar yalnız hamburgerin içindekiler. Ya yanında verilenler... McDonald's hamburgerlerinin hemen hepsinin yanında yenilen patatesler Doğuş Grubu'nun Lamb Weston adlı ünlü patates uzmanı şirketle birlikte ürettikleri. Dondurma yiyecek olursanız bunun sütü Mis Süt'ten gelmekteymiş. İşler bu kadarla da kalmıyor. Kola içtiğiniz bardak Ekol firmasının yerli ürünü. Haberde belirtilmemekle birlikte McDonalds'ın sattığı ayranlar da Türk malı olmalı.

ÇOCUĞUN ADINI KİM KOYUYOR

Bütün bunlar işin sevinilecek yanı. Aslında Türkiye'de Türk vatandaşına Türk malı satılmasında sevinilecek fazla bir şey de bulamıyorum ya, o da işin bir başka yanı. Benim gerçekte ‘sevinilir’ saydığım, bir uluslararası şirketin uluslararası standartlarına uyum gösterebilmiş olmamız. Belli bir standardı yakalamak uğruna bu malların dışarıdan taşınmamış olması. Mis gibi köftemizin elden gitmesi bir yana, bir de dışarıdan ithal köfte gelmesin bari!

Üzülünecek noktaya gelince... Ekmeğini biz yapıyoruz, köftesini biz yapıyoruz, sosunu biz yapıyoruz, turşusunu biz yapıyoruz, ama çocuğun adını nedense biz koyamıyoruz. Veya adını biz koyduğumuz zaman nedense makbul olmuyor. Adamlar derenin taşıyla derenin kuşunu vuruyorlar.

Peki bunda hiç haklı bir yan yok mu? Bir başka deyişle yapılan iş vicdanlardaki adalet duygusunu zedeliyor mu? Elimi vicdanıma koyduğumda benimkinin sızlamadığını söylemek zorundayım. Hiç olmazsa kendi kendime itiraf edebildiğim bir şey var: Artık dünyada iş üretmekten daha çok fikir üretmek, standart koymak para kazanıyor. Bize elle tutulur, gözle görülür olmayan bir şeye, hele fikre para ödemek biraz abes, hatta zul gelir. Böyle işler genellikle parasız yapılır. Dost meclislerinde hekimden derman arayan hastaları kim bilmez. Aynı dost meclislerinde bir avukata ayaküstü hukuki sorunlarımızı anlatmaz mıyız? Adamdan beklediğimiz de alt tarafı bir fikir vermesi. Böyle bir şeye para ödemek kaçımızın aklına gelir?

Sanat hayatımıza bakın. Korsan yayıncılığın bu kadar yaygın olduğu bir başka ülkeyi en azından ben bilmiyorum. Bizde fotokopi makineleri harıl harıl çalışır. O kitabı yazan adamın telif hakkını hiç kimse düşünür mü sanıyorsunuz? Plaklardan yapılan sayısız korsan kayıt sırasında, plağı dolduran sanatçıyı -veya sanatçıları-, onlara para ödeyen dürüst yapımcıyı düşünüp acıyan olmaz. Bizim işimize gelince, toplumun kremasında yer alan kaç kişinin ünlü şeflere ‘bir gelip şu bizim aşçılara bir iki yemek gösteriver’ dediğine ben kaç kez tanık oldum. Bunlar parasız veya bazen paradan kaçan insanlar da değildi. Daha kötüsü, böyle işlerin para etmediğini düşünen gafillerdi.

AMERİKA'DA FİKİR PARA DEMEK

Bütün bu dertler içimi hep kemirdiğinden, her McDonald's hamburgeri yiyenin fikrin sahibi, standartların koyucusu ve koruyucusu McDonald's firmasına para ödemesini çok doğal karşılıyorum. Bizim yapamadığımızı elin yabancısı beceriyorsa niye ona kızayım?

Yukarıda sözünü ettiğim haberdeki illüstrasyonun üzerine ‘Big Mac’in sadece ismi yabancı' yazmışlar. İşte bu doğru değil. Big Mac'in ismi kadar fikri, standartı, sunulduğu ortamın kurgusu da yabancı. Belki -hatta belki değil, mutlaka- orada yemek yiyenler McDonald's'ın yalnız hamburgeri için değil, o hijyen, gramaj, servis ve ortam standartlarını yakalayabilmek için bu paraları ödüyor. Hürriyet'te geçtiğimiz hafta içinde içecekler ile ilgili enfes dizi yazıyı okuduysanız hatırlayacaksınız: Kola için, ‘Amerikan rüyasının şişeye konmuşu’ demişler. Ne kadar doğru bir tanım. Elin Amerikalısı işte bunları bulup ortaya çıkarıyor. Bu kadarını yapmak bile oralarda para kazanmak, giderek zengin olmak için yeterli. Çünkü fikir orada para demek. Ama bunun üzerine bir de bu standartları başkalarına aktarırsanız, bundan da ayrıca para kazanıyorsunuz.

Türkiye yeni yüzyılda dünya üzerinde farklı bir yerde olacaksa, mutlaka bu fikri sıçramayı yapmak zorunda. Bize gençliğimizde hep üretmenin erdemlerinden sözedildi. Fikirlerin, düşlerin, hayallerin para etmediği söylendi. ‘Dalgacı Mahmut’ ile dalga geçenlere yine yalnız şairler cevap verdi. Gökyüzünü her sabah boyamanın, yırtılan denizleri dikmenin bir adamın işi gücü olmasını anlatan şairle ‘aklı selim’ sahipleri çok dalga geçti. O da onlarla dalga geçti kimi zaman. Tıpkı kahramanı Dalgacı Mahmut gibi. Herkes çalışmaya övgü olarak algıladı La Fontaine'in yazın keman çalan cırcırböceği ile çalışan karıncasını anlatan şiirini. Kimse bize şairin bu fablinde kendi dramını dile getirdiğini söylemedi. Çünkü sanat, edebiyat, düşünce hep boş işlerdi.

Bugün bunun böyle olmadığını entegre olduğumuz dünya düzeni zor yoluyla öğretiyor. Pek de iyi yapıyor. Belki para ödeyerek öğrendiğimiz bu ders, kimilerimizin kalın kafasına dank eder de, geleceğimizi daha doğru varsayımlar üzerine daha sağlam bir biçimde kurarız.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!