Bir marka olarak Ece

Güncelleme Tarihi:

Bir marka olarak Ece
Oluşturulma Tarihi: Kasım 07, 1997 00:00

Haberin Devamı

40'ından sonra hayatını değiştirme cesaretini gösterenlerden korkmak lazım!

Yakınları Ece için otoriter diyor. Otoriter misiniz, diye soruyorum. Bir hikaye anlatıyor: ‘‘İlkokula başladığım gün öğretmen sınıfa girdi. Hiçbir şey söylemeden sıraların arasında dolaşmaya başladı. Sonra gelip benim önümde durdu. ‘Kalk ayağa, bu sınıfın mümessili sensin. Git müdürün odasından sınıf dosyasını al' dedi. O günden sonra lise son sınıfa kadar hep sınıf başkanı oldum. Otoriter olup olmadığıma siz karar verin.’’ Ece 24 Şubat 1943’te İzmir'de, kadınların ağırlıkta olduğu bir ailenin son üyesi olarak dünyaya geldi. Hatay semtinde iki katlı, ahşap bir evde büyüdü: ‘‘Bahçemizde bir erik, bir incir iki de dut ağacı vardı. İncir ağacında mandolin çalardım, annem kahvaltımı ağaca getirirdi.’’ Çalıkuşu gibi bir çocukluk, izci kamplarında, voleybol basketbol takımlarında her türlü sosyal faaliyetle geçen gençlik yıllarından sonra liseyi bitirdi ve çalışmaya başladı. İlk eşi Yalçın'ı iş yerinde tanıdı: ‘‘1954 yılında birlikte İstanbul'a geldik. ‘Sen çalışma evde otur' dedi. Bir sene dayanabildim, ayrıldık.’’ Neden İzmir’e geri dönmediği sorusuna gülerek cevap veriyor: ‘‘Beni çağırmak şöyle dursun, üç gün sonra annemle ablam bavullarıyla çıkıp geldiler. Dolayısıyla geriye dönmek söz konusu olmadı.’’

ECE’NİN YENİ HAYATI

Ece Aksoy'un bir bar markası olarak ‘‘Ece’’ye dönüşmesi 1980'li yıllara rastladı. Zeynep isminde bir kız çocuk sahibi olduğu ikinci eşi gazeteci Tunca Aksoy ölünce, Ece para kazanmanın yollarını aradı. O zamana kadar çalıştığı iş yerlerinden sigorta emeklisi olmuştu ancak para yetmiyordu. Bir yıl boyunca hediyelik eşya yapıp sattı, ancak iş yürümedi: ‘‘Tunca ile evli olduğumuz yıllarda sanat dünyasından birçok insanla tanıştım, sonradan birçoğu arkadaşım, dostum oldu.’’ İşte bu dostlardan biri, şu anda hayatta olmayan Egemen Bostancı, Ece'nin ‘‘yeni hayatı’’nın kapısını araladı. Ece, Bostancı'nın referansıyla üç yıl Hürriyet Gazetesi için fotoroman prodüksiyonu yaptı. Sonra, o gün geldi: ‘‘Egemen telefon açtı, biz (Günay'ın sahibi Günay Tuncer ile) Stüdyo 54'ü açtık. Yukarısı bekleme odası gibi bir yer.

Sen de orayı bar yap, çalıştır, dedi. Ben tabii itiraz ettim. Ben ne anlarım o işten filan dedim. Egemen, 'sen yaparsın, ben seni biliyorum' dedi. Böyle başladı, 1985 yılında.’’ Aslında Ece'nin evine gidip gelen herkes gibi Egemen Bostancı'nın da bildiği, onun becerikli bir ev kadını ve çok iyi bir aşçı olduğuydu. Zaten bu konuda Ece de gereksiz tevazu göstermiyor: ‘‘Çeşit çeşit yemekler yapardım, güzel sofralar kurardım. Bu konuda annemi örnek aldım. Babam küçük esnaftı, bir camcı dükkanı vardı. Eve giren para kısıtlıydı. Ama annem sofrayı misafiri çok seven bir kadındı ve çok yaratıcıydı. Azıcık malzemeden müthiş sofralar kurardı.’’

İlk Ece Bar'dan sonra Bodrum'daki Ece Resort, sonra Arnavutköy Ece ve son olarak da üç sene önce açılan Kuruçeşme Ece Bar ve Aynalı Meyhane. Ece'ye göre Ece, İstanbul'da gidelecek tek yer: ‘‘Bu konuda da alçakgönüllü değilim. Kadınların tek başlarına rahatlıkla gelebilecekleri, başlarına hiçbir şey gelmeden geri dönebilecekleri bir yer ‘Ece'. Oraya gelen insanların gözü ne görmek istiyorsa onu görür, kulağı ne duymak istiyorsa onu duyar. Ne gözü ne de kulağı rahatsız olmaz. Çok özenilerek hazırlanmış bir yemeği yer.’’ Belli ki Ece, Ece Bar’ı yavrusu gibi seviyor.

HAFTADA 400 KİLOMETRE

Kuzgun ile yavrusunun ilişkisi bir yana, Ece'nin elinde somut kanıtlar var: ‘‘Ben, sırf civar pazarlardan hormonsuz sebze toplamak için haftada ortalama 400-500 kilometre yol yapıyorum. Cumartesi Yalova Pazarı'ndaydım, Pazar İnebolulular'ın buraya getirdiği bir pazara gidiyorum. Zeytinyağını her seferinde gidip Çanakkale'den alıyorum. Sanıldığı gibi yalnızca Ege mutfağı değil, bu ülkede yetişen sebzenin, tahılın, hayvanların bütün organlarının değerlendirildiği bir mutfak bizimki.’’

Ece'nin Cihangir'deki evi ikinci bir Ece Bar gibi çalışıyor: ‘‘Güya yalnız yaşıyorum. O kadar çok gelip giden oluyor ki eve. Ama asla şikayetçi değilim bu durumdan.’’ Evde hergün, hem de kendi elleriyle yemek pişiriyor. Biz gittiğimiz gün kuru fasülye, zeytinyağlı kereviz, bulgur pilavı ve aşure vardı. Yemeklerden en çok erişteli yeşil mercimeği seviyor. Ona göre yemek pişirmek dünyanın en keyifli işlerinden biri. Yemek yapmayan kadınlara kızıyor. Ece konuşurken, dururken fotoğraf çektirirken güçlü duruyor. Ama onun da zayıf noktası birçok anneninki gibi kızı Zeynep. Zeynep 5 yıldır ABD'de. Müzik eğitimi görmüş, şimdi sahne yönetimi üzerine master yapıyor.

Bunca işin üstesinden geldiği için ona ‘‘erkek gibi kadın’’ diyenler var. Ece'nin de onlara bir cevabı: ‘‘Ben bu tanımlamaya çok kızıyorum. Hiçbir erkeği kendim gibi görmüyorum. Erkekler bana göre zayıf yaratıklar. Erkeğe benzetilmek istemem. Çünkü 7-8 yaşına kadar büyüyen bir cins erkekler. Her zaman çocuk onlar. Övgü olsun diye söylüyorlar, ama ben alınıyorum.’’

Ece genç kızlığından beri şiir yazıyor. 1963'te yayınlanan kitabından sonra önümüzdeki günlerde yeni bir kitabı çıkacak. Yemek tariflerini yazdığı kısa öykülerin içinde veriyor. Belki de tarifini özenle yazarsa yemeğin de daha lezzetli olacağına inanıyor.

Hem bar hem de insan olarak Ece'nin müdavimlerinden biri de Sezen Aksu: Aksu eskiden dışarı çıkmadığını, gece hayatının ‘‘Ece’’ ile başladığını söylüyor. Ancak, kendisinin de sık sık tekrar ettiği gibi Aksu'nun hayatında ölçü mefhumu olmadığı için şimdi de ‘‘Ece’’den çıkmıyor: ‘‘O bizim velinimetimiz. Mizah duygusu son derece güçlü bir kadın. Hayatı, duyguları üretme konusunda usta. Eğer dünya bir sahneyse o bu dünyanın en iyi artistlerinden biri.’’

Ece diyor ki, ‘‘bir kuş ne kadar yüksek uçarsa uçsun yemek için aşağı iner, içmek için de’’. Bu da onun hikayesiydi işte!

İKİ ÖRGÜLÜ İŞ KADINI

Kırkından sonra hayatını değiştirme cesaretini gösteren insanlardan korkmak lazım. Ece Aksoy kırkından sonra hem kendi hayatını hem de İstanbul'un eğlence hayatını değiştirdi. Bar kavramını ilk anlayıp uygulayanlardan biri oldu. Bugün Kuruçeşme'de daha çok sanatçıların ve entellektüellerin rağbet ettiği Aynalı Meyhane ve Ece Bar onun eseri. Ece'nin hayatı sıkıntılarla acılarla geçmiş ama o her seferinde hüzünlere arkasını dönmeyi tercih etmiş. İlk eşinden boşandığı zaman da, ikinci eşi öldüğünde de, kızı Zeynep'le beş parasız kaldığında da... ‘‘Yaşadığım acılar’’ diyor Ece, ‘‘herkesin yaşadığı acılardan farklı değil. Hiçbirini trajedi olarak görmüyorum. Sonuçta hayat öyle de akıyor böyle de.’’ Onun farkı, acıların değil mutlulukların peşinden gitmesinde. Keyif dışında peşine takıldığı birşey daha var: Hormonsuz sebze ve meyveler. Ece farklı bir iş kadını; barına ‘‘dükkan’’ diyor, dükkana giderken saçlarını iki örgü yapıyor. Hayattan tat almasını bilemeyenler için üzülüyor, hatta onlara kızıyor. İşte o zaman yakın arkadaşı Sezen Aksu onu çok komik buluyor!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!