Bir başka Bodrum

Güncelleme Tarihi:

Bir başka Bodrum
Oluşturulma Tarihi: Haziran 29, 2002 20:41

Rüştü Gür, 1929'da Bodrum'da Mozole'nin karşısındaki yüksek duvarlı, kiremitli evde doğdu. O zamanların Bodrum'u yolu, suyu, elektriği olmayan dış dünyaya sadece deniz yolu ve katır marifetiyle bağlantı kuran küçücük bir kasabaydı.

1928'de açılmaya başlayan Bodrum-Milas yolu bir türlü bitirilemiyor, mektuplar, hasta reçeteleri, bürokratik yazışmalar, atlı postayla Milas'a ulaştırılıyordu. Dış dünyayla tek bağlantıları denizdi. Devlet büyükleri, lokumlar, pastırma, çadır tiyatroları, kelle kaşar, İngiliz kumaşı hep vapurlarla gelir, aynı gemiler Bodrum'dan sünger, tütün, badem, incir, canlı hayvan alıp uzak limanlara taşırdı. Bodrum'u dünyaya tanıtan Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç) zamanlarından önceleri yani. Rüştü Gür'ün büyük, büyük dedeleri Kayseri Alaiye'den (şimdiki adıyla Felaiye) Bodrum'a gelmişler. Ticaretle uğraşır, hayvanlarıyla mal alıp satarlarmış. Rüştü Bey'in dedelerinden Alaiyeli Galip Efendi ile Hacı Mehmet Efendi, cumhuriyet öncesi Bodrum'un şehreminlerindenmiş. Osmanlılar döneminde Bodrum, işlek bir liman kasabasıymış. Kültür ve eğitim hayatı da oldukça canlıymış. 1930'lardan günümüze kadar Bodrum'un yaşadığı dönem, bu kasabanın Türk turizminin laboratuvarı olmasını sağladı. Rüştü Gür'ün hayatı işte bütün bu dönemi en iyi ifade eden bir uzun hikaye... Rüştü Bey, bu hikayeyi ‘‘Bodrum 1930-1980’’ adını taşıyan kitabında anlattı. Celsus Yayıncılık tarafından basılan kitap Bodrum'un bilinmeyen yıllarının, bilinmeyen tarihi: Turizm hareketini başlatanlar için ‘‘Bunlar Bodrum'u gavurlara verecek’’ denildiği, develerin turizm amaçlı kullanıldığı ilk günlerde ‘‘Müslüman'ı Hıristiyan'a peşkeş çekiyorsunuz’’ itirazlarından Zeki Müren'in Bodrum'daki ilk günlerine uzanan bir anılar tarihi de... Gelin geriye kalanını Rüştü Gür'ün kaleminden okuyalım.

Bodrum'da ne ortaokul ne de lise vardı ama cumhuriyet dönemi Bodrum'unda yurtiçi ve yurtdışında üniversite öğrenimi gören çok genç vardı. İçlerinden birçoğu yıllar sonra önemli mevkilere geldiler. Ben, konservatuvar okumak istiyordum. Spor, müzik, tiyatro en fazla ilgimi çeken konulardı. Okul takımında hendbol, voleybol oynuyor, tüm etkinlik ve müsamerelere katılıyordum. 1945-46 yıllarında İzmir Buca yatılı ortaokulunu bitirip Bodrum'a geri döndüm. Aynı okuldan aynı yıllarda mezun olan toplam 13 Bodrumluyduk. Bazıları doktor oldu, bazıları mühendis. Bense, yüksek öğrenime devam etmediğim için biraz ezik, Kale Caddesi'ndeki manifatura dükkanımızda çalışmaya başladım.


SAVAŞI NASIL YAŞADIK?

İkinci Dünya Savaşı başladığında ben Bodrum'daydım. Önce 61. Dağ Alayı, sonra 2. Alay geldi Bodrum'a. Eski tersanenin arkasındaki, şimdi askeriyeye ait olan tepeye yerleştiler. İngilizlerin çıkartma gemileri bizim evin önündeki sahile yanaşırdı. Altları düz olduğu için kıyıya kadar gelirlerdi. Biz çocuklar, denizden yürüyerek gider askerlere incir götürürdük. Onlar da bize çikolata ve şekersiz bisküvi verirlerdi. İngilizler Gökova'daki İngiliz Limanı'nı, Çökertme Limanı'nı ve Bodrum'u üs olarak kullanıyordu. Çıkartma gemilerini Alman uçaklarının saldırısından korumak için üstlerini örtülü tutarlardı. Birinde, savaşta yaralananların ilk tedavisini yapan sağlık personeli vardı. İngiliz hücumbotları gece limana girip bu gemiye ölü ve yaralıları bırakıyordu. Sonra askeri araçlar yaralıları alıp Aydın'a götürüyor oradan da askerler ülkelerine gönderiliyordu. Savaş nedeniyle Adalar'dan kaçıp Bodrum'a sığınan Yunan ve Türk vatandaşları Neyzen Tevfik Caddesi'ndeki Hacı Kilim'in yağhanesinde barındırılıyor, sonra da teknelerle Kıbrıs'a taşınıyordu. Savaş yanıbaşımızda, tam karşımızdaki adalarda tüm şiddetiyle sürdü. Geceleri bombalar gökyüzünü gündüz gibi aydınlatır, silah seslerini duyardık.


BALIKÇI YOL GÖSTERDİ

1955 ya da 1956 yıllarıydı, Bodrum Şehir Kulübü olarak Yunanistan'ın İstanköy Adası'na bir gezi düzenledik. Bodrum'un karayolu bile yoktu, orada havaalanı vardı! Bizim sokaklarımız topraktı, onların asfalt. Sahillerinde pansiyonlar, lokantalar, diskotekler... Gerçekten onlar bizden çok daha ileriydi ve kazançlarının kaynağı belliydi: Turizm! Doğrusu içimiz biraz burkuldu. 1960'ta Bodrum Turizm ve Tanıtma Derneği'ni kurduk. Alman Koleji mezunu Todori Süngerci sekreterimizdi. Dört yabancı dil bilirdi. Gönüllü çalışmaydı bizimki. Bize yol gösteren, her yıl Gökova'ya açılmak için Bodrum'a gelen Halikarnas Balıkçısı ve onun yakın dostları oldu. Bir de Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir memuru olarak Bodrum'a atanan Haluk Elbe. Vaktinin çoğunu Kale'de geçirir, bize Bodrum tarihi hakkında bilgiler verirdi. Bodrum'a her gelen önce Haluk Hoca'yı, dolayısıyla bizi bulurdu. Gökova'ya açılmak isteyene tekne, mülk edinmek isteyene kiralık ya da satılık ev bulmak için koştururduk. Denizden gelen ilk turist kafilesi 1958 yılında Tiypaldos isimli Yunan firmasına ait Ageon gemisidir. Bodrum'a gelen ilk Türk turistler Cevat Şakir ve arkadaşlarıdır.


VEHBİ KOÇ'UN İLK GELİŞİ

1961'in sonlarında önce Turgut Nalbantoğlu'nun ablası Halime Hanım, sonra da İstanköylü Süleyman Kocaoğlu evlerini pansiyon olarak kiralamaya başladılar. O yıl Vehbi Koç, yanında bir grup çalışma arkadaşıyla beraber Bodrum'a geldi. Belki de Türkiye'de turizmin yeni bir yatırım alanı olabileceğini anlamış, bir ön araştırma gezisine çıkmıştı. Artemis Pansiyon'a yerleşmişti. Dernek yönecileriyle ziyarete gittik ve Orfoz Restoran'da akşam yemeğine davet ettik. Yaptıklarımızı anlatarak, görüşlerini öğrenmek istediğimizi söyledik. Aile pansiyonculuğu yaklaşımımızın çok doğru olduğunu, büyük yatırım gerektirmediğini, ayrıca kent kökenli ailelerin Bodrumlu ailelerin evinde kalmasının bizlere deneyim kazandıracağını, kültür alışverişi açısından da yararlı olacağını söyledi.


EVLİLİK CÜZDANI İSTEYİN!

Dernek 24 saat açıktı, tüm arkadaşlar gönüllü olarak nöbetleşe çalışıyorduk. Osmanlılar döneminden kalma mevzuatların değiştirilmesi için uğraşıyorduk. Bir ara, Konya'dan Bodrum'a atanan bir emniyet müdürü, neden çiftlerden evlilik cüzdanı istemiyorsunuz diye bize karşı tutum aldı. Araştırdık, turistik konaklamalarda evlilik cüzdanı koşulu aranmayacağına dair İçişleri Bakanlığı'nın bir genelgesini bulduk. Belediye ile de bir türlü uyum sağlayamıyorduk. Biz turizmle kalkınmayı planlıyorduk, onlar elektriği gece saat 24.00'de kesiyordu. Daha sonra dernek olarak belediyeye elektrik parasını biz ödedik ve sokak lambalarının sabaha kadar yanmasını sağladık. 1965'te dönemin Belediye Başkanı Derviş Güngör, Rumlardan kalma kiliseyi yıkarak yerine halk eğitim merkezi yapmaya karar verdiğini açıkladı. Yıkıma karşı çıkarak bir kampanya başlattık. Ankara'yla yazışmalar iki yıl sürdü ama tarihi değeri yoktur, dediler ve hatta kiliseyi ibadete açacağımız gibi yersiz dedikodular çıkardılar ve sonra, rastgele hazırlanmış bir projeye dayanarak yerle bir ettiler!


DEMİREL'E MİNİLİ SERVİS

1967'de Başbakan Süleyman Demirel, deniz yoluyla Bodrum'a geldi. O tarihte, Bodrum'da bir aydır kalan kızlı erkekli Fransız gençler vardı. Hepimiz bu gençleri çok sevmiştik. Demirel ve yanındakiler öğle yemeğini Körfez Restoran'da yiyeceklerdi. Ramazan ve Hasan Subaşı'nın eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Kolay değil, devlet erkanına servis yapılacak! Telaşımızdan durumu Fransızlar da öğrenmişti. Kızlar mini eteklerini giydi, servisi onlar yaptılar! Turistlerin bizlerden biri gibi davranmaları Demirel'i de çok etkilemişti. İşte turizm bu, diyerek bizi kutladı...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!