Beddua doğru çıktı ve Şam’a 1844’te taş ve toprak yağdı

Güncelleme Tarihi:

Beddua doğru çıktı ve Şam’a 1844’te taş ve toprak yağdı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 31, 2003 01:39

Türkçe'de sadece beddua maksadıyla kullanılan ‘‘Başına taş yağsın’’ sözü Şam'da 1844 senesinde gerçek olmuş ve o yılın Nisan'ında şehre gökten kırmızı renkte taş ve toprak yağmıştı. Şehirde daha sonra başka gariplikler de yaşanmış ve halk olup bitenlerin kıyamet alameti olduğuna inanmaya başlayınca, Osmanlı hükümeti ‘‘Şamlılar'ın her türlü ihtiyacının karşılanmasına’’ karar vermişti.

Türkçe'de sadece beddua maksadıyla kullanılan 'Başına taş yağsın' sözü, Şam'da 1844'te gerçek olmuş ve Şam'a o sene gökten taş ve toprak yağmıştı. Olay Şamlılar'ı şaşkına çevirmiş, ne yapacakların şaşırmışlar ve tepelerine gökten toprak yağmasını bir uğursuzluğun işareti saymışlardı.

Ama Şam'da yaşanan şaşırtıcı hadiseler bununla da sınırlı kalmamış, ardı ardına başka feláketler ve inanılmaz olaylar da yaşanınca dehşet içinde kalan Şamlılar kıyametin kopmak üzere olduğuna inanmışlardı.

1516 yılında fethedilen ve Birinci Dünya Savaşı'na kadar bir viláyetimiz olan Şam gerek ekonomik, gerek siyasi, gerekse de askeri bakımlardan Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli şehirlerinden biriydi.

1839'da Tanzimat Fermanı'nı ilan ederek kendisini kurtarmaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu özellikle Filistin, Mısır ve Suriye gibi topraklarını Avrupalılar'ın nüfuzundan korumaya çalışıyordu. İngilizler'in ve Fransızlar'ın bu bölgelerdeki faaliyetleri ile ilgili olumsuz raporlar alan Osmanlı Hükümeti'ne, 1844 yılında Şam valisinden çok değişik bir konuda bir mektup gelmişti.

Şam Valisi Ali Rıza Paşa'nın şimdi Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde saklanan bu yazısı, inanılmaz bir tabiat hadisesinin tarihe geçmiş belgesiydi.

1840'lı yıllarda Şam'da havalar gayet güzel gidiyor, buna bağlı olarak tarımsal üretimden tahminlerin üzerinde bir verim alınıyordu. Fakat 1844 yılında, bütün Şam halkı tarafından garip ve uğursuz olarak nitelendirilen bazı olaylar peş peşe yaşanmaya başlamıştı. Bu olaylar Şamlılar'ın hayatını büyük ölçüde etkilediği gibi, geçim kaynaklarının da azalmasına sebep olmuştu.

Önce 1844 yılı Mart'ının ortalarından başlamak üzere, şehirde ve çevresinde şiddetli bir fırtına çıktı ve günlerce devam etti. Nisan'ın ilk haftasında ise, o yıllara kadar görülmemiş bir hadise yaşandı: Şam ve civarına gökten kırmızı toprak yağmaya başladı, yağan toprak yerde parmak kalınlığında bir kütle oluşturdu. İnsanlar dehşete düşmüş, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Herkes korku içerisinde evine kapanmıştı ve gökten yağan toprağa dokunmaya kimse cesaret edemiyordu. Her tarafı, kıyamet korkusu sarmıştı.

Şam halkı bu feláketin etkisinden daha kurtulamamışken, 12 Nisan günü bu defa da şehirde hiç olmamış bir başka gariplik daha yaşandı ve kar yağmaya başladı. Kar üç gün boyunca devam etti ve tarlalarda henüz çiçek açmış olan çok sayıda meyve ve sebze mahvoldu. Daha sonra da, biriken karların erimesiyle seller meydana geldi. Evler yıkıldı, hayvanlar sulara kapılıp gitti ve her taraf çamurla doldu.

Feláketler bir türlü bitmek bilmiyordu.

Şam, tarihinde görülmemiş bir feláketler zinciri ile karşı karşıya kalmıştı ama çilesi henüz bitmemişti: Hacı Talip isimli bir Şamlı'nın karısı Fatma Hatun bir batında beş çocuk birden doğurdu. Çocukların dördü kız, biri de erkekti ama çocuklar daha aylıkken dünyaya gelmişler ve doğumdan hemen sonra peş peşe ölmüşlerdi.

Bu son hadise, daha önceki feláketlerin tuzu-biberi oldu ve Şam halkı, üzerlerine bir uğursuzluğun çöktüğüne inandılar. Vali Ali Rıza Paşa, halkın umutsuzluğu karşısında bir şeyler yapmaya çalıştı ama o da şaşkındı. İstanbul hükümetinden başka derdini anlatabileceği bir yer de yoktu ve hem bilgilendirmek, hem de yardım istemek için şehirde yaşananları İstanbul'a yazdı. Gönderdiği rapora şehre yağan kırmızı toprağın numunelerini de ilave etmişti. Ali Rıza Paşa halkın çaresizliğini yana yakıla anlatıyor ve acele yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyordu.

Osmanlı hükümeti, Şam'da yaşananlardan valinin bu mektubuyla öğrendi ama sadrazamla bakanlar olup bitenlere akıl erdirememişlerdi. Durumu zamanın padişahı Sultan Abdülmecid'e bildirdiler ve padişah Şam halkının ne ihtiyacı varsa karşılanmasını emretti.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!