Amaçları sivil dikta

Güncelleme Tarihi:

Amaçları sivil dikta
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 09, 2010 00:00

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, referandumda neden ‘hayır’ diyeceklerinin gerekçelerini Hürriyet’e yazdı.

Dünyada sivil diktatörlüklerin hızla arttığını belirten ve Türkiye’de oluşturulan korku toplumundan otoriterleşmeye gidiş olduğuna dikkat çeken Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın yargıyı da denetim altına alarak, çoğunluk diktası kurmayı hedeflediğini anlattığı mektubu şöyle:

BİR yurttaş ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak önümüzdeki referandum sürecine ilişkin aşağıda belirtilen görüşlerimi kamuoyu ile paylaşmak istedim. Bu görüşlerin temelinde ülkenin siyasi geleceğine ilişkin derin kaygılarım yatmaktadır.
Bizim siyasi mücadelemiz ülkemizde vatandaşlarımızın refahının artırılması ve demokrasimizin en ileri düzeye eriştirilmesi içindir. Neden demokrasi? Çünkü demokrasilerde daha fazla özgürlük, zenginlik ve insani gelişme var. Çünkü demokrasilerde daha az yoksunluk, baskı ve şiddet var. Biliyoruz ki Türkiye’de demokrasinin karşı karşıya olduğu temel sorunlar bulunmaktadır. Günümüzde, bu sorunların özünde özgürlükçü (liberal) demokrasiye yönelik, karşı karşıya bulunduğu tehditler yatmaktadır.
Ülkemizde seçimle iktidara gelmiş ve milli iradeyi temsil eden sivil yönetimlere karşı yapılan askeri müdahalelerin demokrasiye yaptığı tahribatı çok iyi biliyoruz. Bir ülkede, ordunun davranışlarının sivil denetim altında olması demokratik düzenin iyi işlemesinin temel koşuludur.

SİVİL DİKTATÖRLÜKLER DÜNYADA HIZLA ARTIYOR

CHP için milli iradenin önüne demokratik olmayan engellerin konulması ne kadar kabul edilemez bir durum ise iktidarın Meclis çoğunluğuna dayanarak ve tüm toplumu baskı altına alarak bir çoğunluk diktası kurma çabası da en az o kadar vahim bir gelişmedir.
Hepimizin tanık olduğu üzere, bugün ülkemizde demokrasiye yönelik büyük tehdit, iktidarın sınır tanımayan, muhalefete tahammülü olmayan ve temel özgürlükleri hiçe sayan otoriter yaklaşımları ve uygulamalarıdır.
Çağdaş demokrasi tarihinden çıkartabileceğimiz en önemli ders, seçim sandıklarının demokrasi için vazgeçilmez ama yeterli koşul olmadığıdır. Demokrasiyi güçlendiren ve geliştiren temel unsur hukuk devleti ve bireyin hak ve özgürlüklerinin sağlam temellere oturtulmasıdır. Bireylerin ve azınlıkların hakları kanunlarla korunmadığı, hükümetin gücü demokratik denetimlerle sınırlandırılmadığı sürece ülke, çoğunluğu temsil ettiğini iddia eden iktidarların diktacı baskısı tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Endişe ile izliyoruz ki, son on yılda dünyada, askeri rejimlerin sayısı azalırken sivil diktatörlüklerin sayısı hızla artmaktadır.
Demokrasinin gelişmesi adil bir seçim sisteminin yürürlükte olmasının yanı sıra yargının bağımsızlığı sayesinde yaşatılabilen hukuk devleti ile bireysel özgürlüklerin korunmasına bağlıdır. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki demokrasilerin üstünlüğü devlet gücünün hukuk devleti sınırları içerisinde sınırlandırılabilmesinde yatmaktadır. Anayasa değişiklikleri konusuna bu açıdan bakmak istiyorum.

ANAYASAL HAKLAR İKTİDAR GÜCÜNÜ KISAR

Anayasa hepimizin çok iyi bildiği gibi bir devletin hukuk düzeninin temelini oluşturur. Anayasa devletin yapısını, sorumluluklarını, toplum karşısında yetkilerinin sınırını belirleyen toplumsal bir sözleşmedir. İktidar olanla olmayan, yönetenle yönetilen arasında ilişkileri düzenler. Anayasal demokrasilerde egemenlik anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanılır. Yasama, yürütme ve yargının yetkilerini anayasa belirler.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da başlayan anayasallaşma hareketi iki ana düşünceye dayanır. Birincisi temel hak ve özgürlüklere hukuki nitelik kazandırarak, bireylere devletin müdahale alanı dışında kalan bağımsız bir alan yaratmaktır. İkincisi ise bu hakları güvence altına alacak bir yargı sistemi kurmaktır. Her iki unsur da halk tarafından seçilen iktidarların gücünün sınırlandırılmasına yöneliktir.
Özgürlükçü (liberal) demokrasi, seçimle oluşan bir meclis çoğunluğunun iradesini sınırsız kullanması demek değildir. Demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi kapsamlı bir değerler sistemini içerir. Özgürlükçü demokrasilerin temel esaslarından biri siyasal iktidarların üzerindeki yargı denetimidir.

HALKIN İRADESİNİ İFADE ETMESİNİ ENGELLİYORLAR

Yargının siyasal iktidar üzerindeki hukuki denetimi demokrasiye ve halk iradesine aykırı değildir. Tersine demokrasinin esas güvencesidir. Yargı, demokrasinin özü olan temel değerlerin koruyucusudur. Yargı, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alır. Yargı, azınlıkların çoğunluk tarafından ezilmemesini sağlar. Yargının siyasal iktidar üzerindeki hukuki denetimi iktidarı kullananların hukukun çizdiği sınırların içinde kalmalarını, yani keyfi davranmamalarını sağlar. İktidarlar, yargı denetimini kabul etmekle, hukukun sınırları içinde kalarak ülkeyi meşru biçimde yönetmek yolundaki iradelerini ortaya koyarlar.
AKP’nin Anayasa’da yapmak istediği değişiklikler hukuk devletinin gereği olan bu tür bir yargı denetiminden rahatsız olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Sayın Başbakan, TBMM’nin çıkardığı yasalarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin ya da Danıştay’ın verdiği kararların halkın iradesine aykırı olduğunu birçok kere belirtmiştir. Anayasa değişikliği paketinin amacı siyasal iktidara bağlı bir yargı yaratmaktır. Bu amaç, bazıları ilk bakışta olumlu görülebilecek bir dizi değişiklik önerisinin içine gizlenmiştir. Şunu açıkça ifade etmek isterim ki CHP, Anayasa paketinde yer alan özgürlükleri genişletici değişiklikleri ilke olarak desteklemekte, hatta birçoğunu yetersiz bulduğundan bunların daha ileriye götürülmesini istemektedir.
Ne yazık ki mevcut anayasa paketi hükümet tarafından Meclis içinde ve toplumda bir mutabakat aranmadan hazırlanmıştır. Toplumsal mutabakat hem anayasanın kalıcılığı, hem de demokrasinin işlerliği bakımından gereklidir. AKP Hükümeti’nin hazırladığı değişiklik paketi bir uzlaşma sağlamak şöyle dursun, toplumdaki kutuplaşmanın ve gerginliğin artmasına yol açmıştır.
Anayasa değişikliklerinin ardındaki esas niyet, AKP yönetiminin referandum yöntemini de belirlemiştir. Birbirleriyle ilgisiz değişiklikleri içeren bir paket oluşturulmuş ve referandumda bütün paket hakkında tek bir oy verilmesi öngörülmüştür. Halkın bazı maddelere “evet”, bazı maddelere “hayır” demesine olanak tanınmamıştır. Asıl tehlike böyle bir referandumun, halkın iradesini serbestçe ifade etmesini engellemesidir. Bu noktada Venedik Komisyonu’nun 2007 yılında hazırladığı referandumlara ilişkin rapora dikkat çekmek isterim. Söz konusu rapor, halkın iradesinin serbestçe ortaya konabilmesi için, birbirleriyle bağlantısız konuları içeren bir anayasa değişikliği referandumunda her konu için ayrı bir oylama yapılmasını öngörmektedir.
Anayasa paketinin özünü oluşturan yargıyla ilgili maddelere ilişkin görüşlerimi de açıklamak isterim.

HEDEF İKTİDARA BAĞIMLI ANAYASA MAHKEMESİ

Anayasa Mahkemesi’nin bağımsız ve tarafsız bir organ olması üyelerin atamalarıyla yakından ilişkilidir. Değişiklik paketinde Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluğunun iktidarla aynı görüşü paylaşan üyeler olması sağlanmak istenmiştir. Bu üyelerden bazıları kendisi halkoyu ile gelen Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan, bazıları ise TBMM tarafından seçilecektir.
Bu sistem, çok önemli sakıncalar doğuracaktır. Öncelikle, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’na belirleyici bir rol verilmekte, böylece yürütmenin yargı üzerindeki ağırlığı artırılmaktadır. Ayrıca, iktidarın egemen olduğu kurumlardan seçilen üyelerin sayısı artırılmıştır. Örneğin, mevcut Anayasa Mahkemesi’nde YÖK’ten bir üye varken, bu sayı üçe çıkarılmaktadır. Sayıştay’dan bir üye varken, bu sayı ikiye çıkarılmaktadır. TBMM üç üyeyi nitelikli çoğunlukla değil, basit çoğunlukla seçecektir.
Böylelikle, Anayasa Mahkemesi’ne bağımsız değil, siyasal iktidarla aynı eğilimi paylaşan üyeler egemen olacaktır. Bu yapıdaki bir Anayasa Mahkemesi’nin siyasal iktidar üzerindeki denetim görevini etkili bir biçimde yerine getirmesi beklenemez.
Şayet AKP Hükümeti Anayasa Mahkemesi’ni demokratik bir yapıya kavuşturmak, bağımsız ve tarafsız çalışan bir üst yargı organı niteliği kazandırmak isteseydi, üyelerin çoğunluğunun TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesini öngören bir değişiklik sunabilirdi. Bunun Avrupa’da, başta Alman sistemi olmak üzere pek çok örneği vardır. O zaman TBMM’de adaylar üzerinde bir uzlaşı sağlanması zorunlu olur, adaylarda siyasal eğilimler yerine, öncelikle bilgi, deneyim, bağımsızlık, tarafsızlık gibi özellikler aranırdı.

BAKANIN BULUNDUĞU HSYK AVRUPA’DA YOK
/images/100/0x0/55eacabff018fbb8f897033a


Yargı bağımsızlığının anahtarı olan HSYK’da yapılan ve yapılmayan değişiklikler de siyasal iktidarın gerçek niyetlerini yine olanca berraklığıyla ortaya koymaktadır. Anayasa paketinde, Adalet Bakanı’nın Kurul başkanlığı ve müsteşarın üyeliği devam etmektedir.
Bu sistem de önemli sakıncalar yaratacaktır. Adalet Bakanı’nın başkanlığı ve müsteşarın üyeliği HSYK’nın bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Avrupa’da hiçbir ülkede Adalet Bakanı’nın başkan olduğu bir HSYK bulunmamaktadır. Aynı şekilde, hiçbir ülkede hem bakan hem de müsteşarın birlikte üye olmaları söz konusu değildir.
Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi için hazırladığı raporda, HSYK’ların parlamenter çoğunluğun ve yürütmenin baskısı altında olmaması, parlamento ve yürütmenin HSYK üyelerinin seçimine karışmaması, kurul başkanının siyasal partilerce değil, HSYK tarafından seçilen bir yargıç olması gerektiğini söylemektedir. Venedik Komisyonu da Avrupa Yargıçlar Konseyi’ne verdiği görüşte HSYK Başkanı’nın siyasal partiler dışından tarafsız bir kişi olmasını önermektedir. Türkiye ile ilgili olarak, AB Komisyonu’nca hazırlanan Üçüncü İstişari Ziyaret Raporu’nda, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK üyeliğinden çıkarılması için Anayasa’nın 159. maddesinin değiştirilmesi tavsiye edilmiştir.

HSYK’YA İKTİDAR DENETİMİ PEKİŞTİRİLİYOR

Hali hazırda, Adalet Bakanı HSYK’nın bağımsız çalışmasına olanak vermeyen geniş yetkilere sahiptir. Değişiklik paketiyle bu yetkiler azaltılmamış, tersine artırılmıştır. Anayasa’ya, HSYK’nın yönetim ve temsilinin Adalet Bakanı’na ait olduğu yolunda bir cümle de eklenmiştir. Üstelik yeni kurulacak Sekretarya’nın genel sekreterini atama yetkisi Adalet Bakanı’na verilmektedir. Diğer yandan, müfettişler HSYK’ya bağlanmıştır ama Bakan’ın onayı olmadan soruşturma yapamayacaklardır. Anayasa’ya eklenen son derece tehlikeli bir hüküm ise şudur: “Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurul’un ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları kanunla düzenlenir.” Siyasal iktidarın önerdiği değişiklik paketi yürürlüğe girerse, hükümet buna dayanarak HSYK ile ilgili istediği düzenlemeleri yapmak konusunda geniş yetkiye sahip olacaktır.
Bunun yanında Bakan’ın mevcut Anayasa ve yasalarla sahip olduğu yetkiler devam etmektedir. Adalet Bakanlığı mahkemelerin yargı çevresinin değiştirilmesini ya da bir mahkemenin kaldırılmasını önerme yetkisine sahiptir. HSYK’yı toplantıya davet etme, gündemi yapma yetkisi Adalet Bakanlığı’ndadır. Müsteşar toplantıya katılmazsa Kurul toplanamamaktadır.
Bütün bunlar Adalet Bakanı’nın başkanlığının sembolik olmadığını, zaten geniş olan yetkilerinin yeni değişikliklerle artırılarak HSYK üzerindeki iktidarın denetiminin pekiştirildiğini göstermektedir.

12 EYLÜLCÜLERİ YARGILAMA SEMBOLİK

Adalet Bakanı’nın HSYK başkanlığı 1982 Anayasası’nın bir ürünüdür. Oysa 1961 Anayasası’nda Adalet Bakanı başkan değildi, oy hakkı olmadan sadece toplantılara katılabilmekteydi. AKP iktidarının, bir yandan anayasa değişikliklerinin 1982 Anayasası’ndan kurtulmak amacı ile yapıldığını ileri sürerken, öte yandan işine gelen durumlarda 1982 Anayasası düzenlemelerini pekiştirerek muhafaza etmesi, değişikliklerin gerçek amacını göstermektedir. İşte bu nedenle, AKP’nin anayasa değişikliklerini 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi eksenine oturtması büyük bir yanıltmadır.
Değişiklik paketinin 1982 Anayasası ile ilişkili olan tek maddesi geçici 15. maddenin kaldırılmasıdır. Ancak zamanaşımı nedeniyle 12 Eylül rejiminden sorumlu olanların yargılanmasına olanak bulunmadığından, bu değişiklik uygulamada sembolik kalmaya mahkûmdur.
1982 rejiminden çıkmanın yolu, toplumsal mutabakata dayanan bütüncül, tutarlı yeni bir anayasa yapmaktır. Oysa AKP’nin anayasa paketi, 1982 Anayasası’nı yamalayarak muhafaza etmekte, 1982 Anayasası’na yeni bir canlılık kazandırmaktadır. 1982 Anayasası’nın, 12 Eylül rejiminin damgasını taşıyan hükümleri değiştirilmemiştir. Örneğin, 1982 Anayasası’nın felsefesini yapan giriş bölümüne hiç dokunulmamıştır. 1982 rejiminin ürünü olan % 10 seçim barajı değişmemiştir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Buna karşılık yargı bağımsızlığı bakımından 1982 Anayasası’nın dahi çok gerisine gidilmiştir.

KORKU TOPLUMUNDAN OTORİTERLEŞMEYE GİDİŞ

Özgürlükçü demokrasilerde yönetilenlerin bireysel hak ve özgürlüklerinin güvencesi bağımsız yargıdır. Özellikle 2007 Genel Seçimleri’nden sonra, AKP iktidarının otoriter eğilimleri ve uygulamaları giderek daha belirgin hale gelmiştir. Yasadışı telefon dinlemeleri, muhalifleri susturmaya yönelik soruşturmalar, üniversite, basın, sivil toplum üyelerinin çok uzun sürelerle tutuklanmaları, özel mekânlarda yapılan yasadışı aramalar ve suç niteliği olmayan özel eşyalara el koymalar, firmalar ve medya kuruluşları üzerinde uygulanan mali baskılar Türkiye’de bir korku toplumu yaratmıştır. Hükümet uygulamaları haksız bir rekabet ortamının doğmasına ve özgürlükçü demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan girişim özgürlüğünün zedelenmesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra basın, yargı, sivil toplum örgütleri, sendikalar üzerindeki baskılar ve çoğulculuktan çok çoğunluğa dayalı bir iktidar anlayışının egemen olması, ülkemizde demokrasiyi araç olarak kullanan bir otoriterleşme sürecini başlatmıştır. Değişiklik paketi yürürlüğe girip yargı denetimi ortadan kalkarsa, Türkiye tek bir partinin egemen olduğu, iktidarın tek bir elde toplandığı ve her türlü anayasal denetimden sıyrıldığı otoriter bir rejime hızla sürüklenecektir.
Anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesi halinde bireysel hak ve özgürlükler yargı güvencesinden yoksun olacak, birey yürütmenin keyfi davranışlarına karşı korumasız kalacaktır. Yargı denetiminin bireylere sağladığı anayasal koruma ortadan kalkacaktır. Yargı hakem rolünü oynayamayacaktır. Sonuçta muhalefet kanalları kapanacak, muhalefet sindirilecektir.
Türkiye’de demokrasi çok zor bir dönemden geçiyor. AKP iktidarının kabul ettirmek istediği anayasa değişiklikleri yargıyı, yürütme erkinin güdümü altına alarak demokrasinin en temel unsurları arasında yer alan güçler ayrılığı ilkesini yok etmektedir. Her alanda kendini gösteren keyfi hükümet uygulamaları hukuk devletini temelinden sarsmaktadır. Siyasal iktidarın denetimi altında mesleki kaygılar taşıyan yargıçlar, siyasal iktidarın hoşuna gitmeyecek kararlar vermekten çekinebilecektir.
Özgürlükçü demokrasi devletin gücünü bireyin hak ve özgürlüklerini ve hukuk devletini teminat altına almak için sınırlar. Yurttaşların düşünce, vicdan, örgütlenme ve girişim özgürlüklerini sağlamak için sınırlar. İşte bu nedenle demokrasinin iyi işlemesi için devlet gücünün sınırlarını belirleyecek anayasal kurallar gereklidir.
Bireysel haklar ve özgürlüklerin korunması ancak güçler ayrılığı ilkesinin güvence altına alınmasıyla mümkündür. Çoğunluk baskısının ve çoğunluğa dayalı bir dikta rejiminin ancak böyle üstesinden gelinebilir. Ülkede yaşayan yurttaşların gücü ancak bu yoldan artırılabilir.
Güçler ayrılığı ilkesi devletin içinden kendi gücünü denetlenmesini ve kendi içinde dengelenmesini sağlar. Akıllı yönetim kendisinin denetlenmesini isteyen ve bunun önlemlerini kendisi alan yönetimdir. Aksi takdirde iktidarlar yalnızca kendi güçlerini kollar ve kendi çıkarlarını korur hale gelirler. Günümüzde mevcut hükümetin geldiği durum budur.

YURTTAŞLARIMIZI ‘HAYIR’A ÇAĞIRIYORUM

Önümüzdeki dönemde, gücüne sınır tanımayan bir yönetim anlayışından kaynaklanan çoğunluk diktatörlüğü eğilimini demokratik mücadele yöntemleri ile sınırlamak demokratik kuruluşların ve tüm yurttaşlarımızın en önemli hedefi olacaktır. Bu nedenle, ülkemizin en ileri demokrasi seviyesine ulaşmasını yürekten arzulayan herkesi, siyasi çekişmelerin üzerine çıkarak, askeri vesayete karşı çıkmakta gösterdikleri tüm haklı duyarlılığı demokrasimizi tehdit eden çoğunluk diktatörlüğü eğilimine karşı da göstermeye davet ediyorum. Endişelerimizi paylaşan tüm yurttaşlarımızla referandumda “Hayır” oyu vereceğiz. Kemal Kılıçdaroğlu

Memurlara havale ediyorum

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “(Başbakan’ın ‘Memur Kemal’ sözlerine) Başbakanı memurlara havale ediyorum. Onlar küçümsenecek insanlar değildir. İstediğin kadar küçümse Abbas yolcu, Recep Bey yolcudur. Ben memur olmaktan onur duyarım. İşçi olmaktan, simitçi olmaktan, çöpten kâğıt toplayan vatandaş olmaktan onur duyarım. Çünkü ben sizin Kemalinizim. Biz öyle Recep Bey gibi siyasete yırtık ayakkabı ile girip sonra köşeyi dönen insan değiliz. Biz halka hizmet için yola çıkan insanlarız” dedi. Sivas’ın Hafik, Zara ve İmranlı ilçeleri ile Erzincan’daki Cumhuriyet Meydanı’nda halka hitap eden ve “Recep Bey yolcu” diyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
m Ucuz politika (Başbakan Tayyip Erdoğan’ın CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’la anlaşamadıklarına yönelik sözlerine) Sayın Başbakan partimizin içişlerine müdahale ederek, ‘Ülke içersinde kriz yaratıyorum acaba CHP içersinde de kriz yaratabilir miyim?’ diye ucuz bir politikanın içine girmiş. Kurultayımızı kamuoyunun önünde yaptık. Başbakan hazmedemiyor. Çünkü kurultayla beraber Türkiye’nin gündemi değişti. Temiz, dürüst, halka hesap veren siyaset toplumda taban buldu. Tek başına iktidar olmak istiyoruz. Hedefimiz yüzde 40. AK Parti’nin adında ‘kalkınma’ ibaresi var. Vatandaş değil kendileri kalkındı. Vatandaş perişan, kendileri zengin oldu.
m Mafya söylemi Başbakan, ‘Yaşar Büyükanıt ile konuştum hesap vermek zorunda değilim’ diyor. Genelkurmay başkanıyla konuştuğu konular mezara gidecekmiş. O mafya usulü söylemdir. Sen Genelkurmay Başkanı ile elbette görüşürsün, buna saygımız var. Ama o görüşme devletin arşivine girer, mezara gitmez. Devlet onu görecek. Sizin torunlarınız bakacak, nasıl yönetilmiş, neler konuşulmuş bilecek. Mezara kadar dersen, aranızda bir çıkar ilişkisi var demektir. ‘Fakir fukara’ diye edebiyat yapanlar, ‘Allah peygamber’ diyip din edebiyatı yapanlar köşeyi döndü.
m Muhtıra madalyası AK Parti, 12 Eylül uzantısı. Yaşar Büyükanıt’ın sırtını sıvazlayıp iktidara gelen parti. Büyükanıt muhtıra veriyor. Çıkıp mağdur edebiyatı, darbe edebiyatı yapıyorlar iktidara geliyorlar. Sonra dönüyor ‘Yaşar paşa sen görevini yaptın, halkı kandırdık ben de sana üstün hizmet madalyası veriyorum’ diyor. Muhtırayı veren adama dünyanın hangi demokrasisinde üstün hizmet madalyası verilir. Çık da yiğitsen açıkla.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!