Adapazarı - Canpazarı

Güncelleme Tarihi:

Adapazarı - Canpazarı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 1999 00:00

Haberin Devamı

Son büyük depremin üstünden 105 yıl geçmiş.

1894'teki deprem 7 ile vurmuş İstanbul'u. Bu kezki vuruşuyla hemen hemen aynı.

Her yüz yıl devrildikçe yaşanan bir felaket gibi...

Ne var ki bu kez merkez üs İstanbul'dan biraz uzak. Bolu dağlarından Trakya sınırına dek uzanan ölümcül hareket yüzlerce kilometreyi darmadağın edip attı.

O korkunç gecenin üstünden 24 saati çoktan aştık. Geceler gündüzleri kovalarken facianın boyutları giderek büyümekte.

İstanbul'un Avcılar'ından Bolu'ya kadar devasa alandaki bilanço binlerce yaralı ve ölü.

ÇARŞAFTAN ÇADIR

Ağustos sıcağında bölgeyi dolaşırken yeşilin ortasındaki tek tük yapılar da enkaz olmuş. Evlerin sahipleri bahçelerine kurdukları çarşaftan çadırların altında uzanacak yardım elini beklemekte. Yoğun yerleşim yerlerine yaklaştıkça manzara daha iç karartıcı.

Türkiye sanayiinin kalbi Kocaeli'nde fabrikalardaki hasar tespitini yapmak öyle kolay değil. Yıkılmadan ayakta kalan kuruluşlar terk edilmiş adeta. Herkes can derdinde.

Körfez bölgesinde yaşayan işçi kesimi şimdi enkaz altından canlarını kurtarma peşinde.

‘‘Bir kepçe yok mu?’’ diyerek koşuşturuyorlar. Galiba nafile.

Eller yetersiz şimdi... Kompresörden vazgeçmişler, bir vinç ya da bir kepçe belki kurtuluşun adı olacak...

TATİL ÖLÜMÜ

İniltiler dinmiş değil Körfez'de...

Enkaz altından gelen her ses, bir umut kıpırtısı.

Kadının biri çocuğunu aramakta, Yalova'da düne kadar yazlık olan evin enkazının başında. Tatil için annesine gönderdiği 13 yaşındaki oğlunun peşinde.

Zaten büyük acının bu denli geniş alanda hissedilmesi de bir noktada bu yüzden. Aylardan ağustos ya... Ahh, tatilin cazibesi işte. Kimini doymak bilmeyen müteahhidin açgözlülüğü, kimini de deniz yuttu bölgede.

Felaket bölgesinde dolaşmaya devam ediyoruz...

Adapazarı, hálá can pazarında.

Felaketin sabahı, bakanların telsizle Ankara'dan istedikleri kesme ayırma makinelerinin, jeneratörün ve kompresörün yolunu gözlemekte...

Kimi de kefen bezinin.

Bir adam, cenazesini gömmek için çırpınan bir başkasına yol gösteriyor:

‘‘Buldum, buldum. Hemen Orhan Camii yanındaki bezciye git. Ben açtırdım dükkánı.’’

Adamın yüzü mutlanıyor.

Tanrım, nasıl bir iştir bu...

TALAN TALAN

Acı kapıya dayandı mı, insanoğlu ona da alışıyor çaresiz.

Birkaç saat içinde açlık ve susuzluk başgösteriyor deprem gören bedende. Eller şimdi Adapazarı cehenneminde kırık vitrinlerden içeri uzanıyor.

1983 Erzurum depreminde tanık olmuştum. Köylerde altın talanı yaşanmıştı. Yine bundan korkuluyor hayalet kentte.

Geceleri siyaha bürünen enkaz yığınlarına musallat olan fırsatçılar için takviye polis gücü de istendi Adapazarı'na.

Ekmeğe, suya susamış insanları fırsat bilenlere de gün doğmasın diye çabalayan ‘‘devlet’’, ağırlığını koymaya çabalıyor. Başarabilirse...

Her şey devletten bekleniyor.

Vali, vilayetin bahçesindeki masasında. Ne var ki asıl sorumlu belediye yetkililerinden ses yok ortalıkta.

Koskoca bir kent yok artık. Çark Bulvarı'ndaki, Bosna, Sakarya, Adnan Menderes, Milli Egemenlik caddelerindeki müteahhit evlerinin hemen hepsi oturulamaz durumda. Ya Adliye Sarayı... İnanmak olanaksız. Önündeki Atatürk heykelinin üstünde toprak yığını o artık.

Yol ortasına yuvarlanmış Aziziye Camii'nin dev minaresi gibi.

TÜPRAŞ ise dinmek bilmeyen alevlere teslim. Kan kusarcasına, isyan edercesine yanmakta.

Türkiye Petrolleri'nin İzmit'teki nafta tankı mı yanan, yoksa fuel oil depoları mı?

Ne fark eder? Yıllar boyu hovardaca kirlettiğimiz Körfez'e akmayan bir deprem artığı değil miydi?

Gökyüzü kara... Deniz kara... İçimiz kapkara...

Geriye ne kaldı ki?..



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!