Üzerimdeki yükten sevinci hissetmedim

Güncelleme Tarihi:

Üzerimdeki yükten sevinci hissetmedim
Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 2006 00:00

En tatlısından başlayalım. Nobel’i kazandığını nasıl öğrendin?Zaten çoğu geçti azı kaldı, 3 ay ders vereceğim New York Columbia Üniversitesi’ndeki apartman daireme yerleşmiş; eşyaları, masaları, gerekli her şeyi almış; ertesi sabah da kalkıp son romanım ’Masumiyet Müzesi’ne devam etmenin hayallerini kurarak, sabaha doğru uyumuşum.

Karanlıkta cep telefonum çaldı, açtım. Haberi New York’taki ajansım verdi. Daha ödül İsveç’te açıklanmamıştı. Biraz sonra açıklanacağını, ama önce Akademi Sekreteri’nin beni arayacağını söylediler. O da aradı. Kibar adam, hoş şeyler söyledi. Sonra, kararı ilán etmek için telefonu kapadı.

BASIN NE YAPACAK NE YAPMAM  GEREKİYOR

O an ne hissettin?

Tabii çok sevindim. Ama üzerimdeki yük yüzünden tadını çıkaramadım. Şimdi bunun yankıları, basın ne olacak? Ne yapmam gerekiyor? Zaten New York’tan ’Aman buraya gel de, ne yapacağımızı konuşalım’ diye aradılar. Açıkçası, ilk başta biraz sevinmenin dışında, günü, sıradan ve yoğun bir gün olarak yaşadım. Hani trafik kazasına uğramış kişiler derler ya, ’Her yanım kanıyor ama acıyı hissetmiyorum’ diye. Ben de sevinci hissetmiyordum.

Peki, bekliyor muydun?

O sabah ilan edileceğini biliyordum. Etrafta da, ’Pamuk alacak’ türünden, bana kalırsa asılsız, desteksiz, kafadan atma bir yığın haber vardı. Son 4 yıldır bu tür dedikoduların her yıl artmasından, her yazdığım şeyin Nobel’e bağlanmasından da husursuzdum. Bu yıl da gazeteciler aramaya, "O gün nerede olacaksınız?" gibi sorular sormaya başlayınca sinirleniyordum. Son 3-4 yıldan sonra, artık bu tür dedikodulara hiç kulak asmamaya; dolduruşa gelmemeye karar vermiştim. Kendimi de buna ikna etmiştim.

Yani beklemiyor muydun?

Beklememeye çalışıyordum. Düşünmek istemiyordum.

YAYINEVİ GİZLİ GİZLİ NOBEL BEKLİYORMUŞ

Peki, çevrende bekleyen var mıydı?

Ancak ödül açıklandıktan sonra, benim Amerika’daki yayınevi mensuplarının benden gizli, ödülün açıklandığı saatte işyerinde olduklarını öğrendim. Dedikoduları ciddiye alıyorlar diye ben kızarım korkusuyla, benden saklamışlar! Doğrusu, ben onlar kadar beklemiyordum.

Ama herhalde konuyu açanlar vardı?

Etrafta konuyu açan bu kadar kişi olunca, ondan kaçamıyorsun. Neyse, artık kapandı.

NOBEL’Lİ KİŞİLERE BU KONUYU SORDUM

Fakat şimdi başka bir konu, aşırı şöhret konusu açıldı. Hem de hiç bitmemecesine. Artık hayatının sonuna kadar ’Nobel’li Orhan Pamuk’sun.

Nobel almış başka bazı profesörlerle ve onları tanıyanlarla ben de bu konuyu konuştum. Bu şöhret, ilgi, vesairenin iki türlü yorumu var: Benim gibi bazı iyimserler bütün bu gürültü patırtının 2 ay süreceğini, sonra benim normal, eski yazarlık hayatıma döneceğime inanıyor. Zannediyor. Diğer bazıları ise gülümseyerek, artık hayatın hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını söylüyor.

Netameli konuları deşmemek kaydıyla

ARKADAŞIM demek belki abartılı kaçar ama, Orhan Pamuk en azından ahbabımdır. Zaten, olsun veya olmasın, bir şey değişmez. Çünkü, kendisi Nobel’i kazanmadan ve şahsiyeti ’siyasileştirilmeden’ çok çok önceden beri ben Pamuk’un dünya edebiyatı açısından ’büyük’ olduğunu yazıp duruyorum. Dolayısıyla, aramızdaki bu dostaneliği fark eden Hürriyet okurları, New York’ta gerçekleştirdiğim ve Nobel ertesi Türk basınında ilk olan röportajın bir ’danışıklı dövüş’ olduğunu düşünebilirler. Değil! Ödülünü tebrik ettiğim ve o ’ilk’ gazeteci olabilmek sözünü kendisinden aldığım telefon görüşmemizden itibaren Orhan Pamuk hep açık kart oynadı. Başka bir deyişle, mülakátı tek şartla, yani "netameli konuları deşmemek" kaydıyla kabul edeceğini bildirdi. New York’a da o kaville gittim. Özel konuşmalarımızda belki biraz ’açılır’ diye ’zemin yokladığımda’ ise karşılıklı verilmiş sözümüzü hatırlattı. Ben de Hürriyet okurlarına, Nobel kazanmış ilk ve tek ’büyük’ Türk yazarıyla gerçekleştirmiş olduğum mülakatın "perde arkasını" hatırlatmış oldum.

H.U.

Kıskançlık edip, beni dinlemek istemiyorlar

İmdiii, Orhan’a malûm soruyu, kenarından köşesinden soruyorum: Nobel kararını siyasi bulanlara ne diyeceksin?

Bu lafları ciddiye alıp cevap vermem!

Bana vereceksin! Sırf seninle konuşmak için tá dünyanın öte tarafından geldim.

Ben 32 yıldır roman yazıyorum ve kitaplarım 46 dile çevrildi. Bu ödülün de bu çabama, kitaplarıma, roman sanatına dünyada yaptığım katkıya verildiğine düşünüyorum. Bunu da yalnız ben düşünmüyorum, bunu verenlerde öyle düşünüyor. Ödülün siyasi olmadığını anlatıp duruyorlar. Ama kıskançlıktan dinlemek istemiyorlar.

Fakat ödülün siyasi olduğunu söyleyenler yalnız Türkiye’dekiler değil!

Dinle Hadi, aldığım bir ödülün daha sonra siyasi ya da alakasız bir başka nedene bağlanması başıma ilk defa gelmiyor. Bir hikaye anlatayım: Biliyorsun, ’Benim Adım Kırmızı’ romanım Osmanlı, İslam ve Fars minyatür sanatı; bizim klasik resim ve edebi kültürü üzerinedir. Kitabı yıllarca, iğneyle kuyu kazar gibi tek tek ayrıntıları, hikayeleri biriktirerek, çok çalışarak, konuyu da severek yazdım. ’Benim Adım Kırmızı’ o masalsı havasıyla önce Türkiye’de çok sevildi ve çok sattı. Dünyada da 35 dile çevrildi ve milyonun üzerinde sattı. Pek çok yabancı ülkede pek çok ödül kazandı. Kitabın kazandığı en önemli ödül olan ’Dublin Impac’ ödülünün haberi Türkiye’de duyuldu. O ödül dünyada her yıl bir romana verilen en ciddi ödüldür!

Kazandığım açıklanınca sevindim. Ünlü bir dünya ajansından bir gazeteci İrlanda’dan İstanbul’a telefon edip benimle kısa bir röportaj yaptı. Sorular arasında da Irak savaşını sordu. Savaştan önce zaten savaşa karşı yazılar yazdığımı söyledim. Ajans da hemen ’Irak savaşına karşı olan Türk yazara ödül’ diye başlık attı. 7 sene uğraşa uğraşa yazıp bütün dünyanın savaştan önce okuduğu kitabın başarısı benim savaş karşıtı olmama bağlanmak istendi. Pek çok kişi de belki buna inanmıştır. Ama insan artık onlara cevap vermek istemez. Bu insanların çoğu edebiyatla, romanla zaten ilgilenmez. Onlar için edebiyatın arkasında bir art niyet olsun ki, buna inansınlar! Böylece içleri rahatlayıp, edebiyatı unutsunlar, bu daha önemlidir.

Sınıftakiler beni mi Nobel’i mi alkışladı

Şimdilik hayatın nasıl değişti?

İşte malûm, aşırı ilgi var. Herkes röportaj yapmak, bir şeyler yapmak, konuşmak istiyor. Hayatı kolaylaştıran bir yanı da var. Acaba öğrencilere iyi ders verebilecek miyim gibi başka dertlerim vardı. Unutmayalım ki profesörlük hayatım yeni başlıyor. Meselá geçenlerde, yaratıcı yazarlık dersinden sonra bütün sınıf beni alkışlayınca, rahatladım. Niye alkışladılar? Verdiğim dersi mi, beni mi, Nobel’i mi alkışlıyorlar? Ama tabii hoş bir yanı da var. Herkes iyi niyetle, severek, gülümseyerek bakıyor. Sürekli okşanan, gülümsenen çoçuklar gibi hissediyorum kendimi biraz. Çocukluğuma dönmüş gibi hissediyorum bazen. Bir de, durmadan fotoğraf çektirenler var. Hiçbir kitabınızı okumadım ama fotoğraf çektirebilir miyim diye yanıma gelenler burada.

Sokakta tanıyanlar rahatsız ediyor mu?
Üzerimdeki yükten sevinci hissetmedim


Kitaplarım burada da çok satıyor. New York sokaklarında da İstanbul’daki gibi tuhaf rastlaşmalar hep oluyor ama, burada İstanbul’dakinden daha az. Geçenlerde, bir şeyler atıştırdığım küçük ve pis bir lokantada yanıma oturan adam birden, "İşte New York öyle bir yerdir ki, bitişiğinizdeki adam Nobel ödüllü çıkar" diye bütün lokantaya nutuk attı. Yahut, kadın metroda ’İstanbul’u okuyordu, beni tanıdı, kitap imzaladım.

Amerika’da en çok satan kitabın hangisi?

’Kar’ ve ’Benim Adım Kırmızı’. ’Kara Kitap’ın yeni bir çevirisi yapıldı. ’İstanbul’ da çok okunuyor.

Güreşten anlamayan

lafa karışmasa iyi olur


Şimdi Türkiye’ye dönüyorsun, nasıl bir duygu?

Zor! Hem de sorumluluk. Kendimi üst üste birkaç madalya almış bir güreşçi gibi hissediyorum. Şu güreşten anlamayanlar da lafa karışmasa daha iyi olurdu. Ama bunun benim için çok büyük bir mutluluk olacağını da biliyorum.

New York’ta

Nobel’li bir yazar

HADİ Uluengin, Orhan Pamuk ile New York’ta birkaç güne sığan uzun soluklu bir röportaj yaptı. Pamuk’un ders verdiği Columbia Üniversitesi civarında dolaşırken sürdürülen sohbet, daha sonra New York’un diğer sokaklarına da taştı.

Razi CANİKLİGİL

YARIN: TÜRKİYE’YE AİDİM
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!