17 Aralık Allahın emri değildir

Güncelleme Tarihi:

17 Aralık Allahın emri değildir
Oluşturulma Tarihi: Aralık 25, 2004 00:00

Bazı dostlar nedense, 17 Aralık bildirisini Allahın emriymiş gibi okuyup yorumluyorlar. Oysa hiçte öyle değil. Bu bildirideki bir çok unsur önümüzdeki dönemde müzakere edilebilinecektir. Değiştirilme imkanı doğacaktır.Bazı dostlar nedense, 17 Aralık bildirisini Allahın emriymiş gibi okuyup yorumluyorlar. Oysa hiçte öyle değil. Bu bildirideki bir çok unsur önümüzdeki dönemde müzakere edilebilinecektir. Değiştirilme imkanı doğacaktır.İşte ilk örneği yaşanıyor bile. Önümüzdeki günlerde- eğer şu ana kadar yapılmadıysa- Türkiye, 17 Aralık bildirisinde kabul edemeyeceği noktaları resmen AB konseyine bildirecek.Sonra neler yaşanacak ?Ocak- Mayıs döneminde, AB Konseyi (üye hükümetlerin temsil edildiği kurumdur), AB Komisyonuna ( icracı organ) bir mesaj yollayacak ve “Türkiye ile katılma müzakerelerinin açılması için, 17 Aralık’ta aldığımız bu karar çerçevesinde bir müzakere talimatı hazırlayıp bana yolla” diyecek. Komisyon, daha önceki raporunu ve 17 Aralık’taki kararı önüne koyarak, bir müzakere yöntemi önerisi (müzakerelerin nasıl yapılacağı, nelere öncelik verileceği vs...) hazırlayacak ve Konsey’e geri yolluyacak. Ancak , Komisyon bu taslağı hazırlarken, Türkiye ile de görüşecek. Ankara’nın tutumunu da dikkate alacakKonsey, önce Komisyon’un yolladığı bu Müzakere Yönetmeliği Önerisini inceleyecek ve gerekiyorsa bazı değişiklikler yapıp kesinleştirecek.Türkiye bu aşamada da görüşlerini kabul ettirebilme olanağına kavuşacak. Sonunda, AB’nin Türkiye ile müzakere yönetmeliği ve genel yaklaşımı ortaya çıkarılmış olacak.Konsey ardından, 25 üye ülkeye bir yazı yollayacak ve Türkiye ile müzakereler için bir Hükümetler Arası Konferans oluşturulduğunu bildirecek. Her üye ülke bu Konferansa bir temsilci yollayacak.Bu konferansta, masanın bir yanına Türk heyeti dizilecek.Karşısına AB Komisyonu temsilcisi veya temsilcileri oturacak. Komisyonun arkasına da 25 üye ülkenin temsilcileri oturacaklar.Türk heyeti ile konuşmayı, yani müzakereleri Komisyon yetkilisi yapacak. Arka sıralardaki üye hükümet temsilcileri lafa giremeyecekler veya söz alamayacaklar. Onlar sadece dinleyecek, not alacak ve toplantı bittikten sonra kendi aralarında biraraya gelip, gerekiyorsa, Komisyon temsilcisine “neden şu konuda ısrar etmedin? Gelecek toplantıda şöyle davranmalısın..vs “ gibi sorular sorabilecekler, ancak direktif veremeyeceklerdir.AB Komisyonu, üye ülkelerden tek tek gelecek talepleri dikkate almayacak. Komisyonun direktifi, 25 ülkenin kendi aralarında anlaşıp ortaya çıkarttıkları müzakere talimatı olacak. Dolayısiyle, müzakere salonundaki üye ülke temsilcileri, not almanın ötesine geçemeyeceklerdir. Gerekirse, 25’li Konseyi toplayabilir ve yeterli oy bulabilirlerse de, Komisyona yeni direktif verebileceklerdir.Türkiye’ de hemen her aşamada, Konsey içindeki dostları aracılığı ile müdahele şansına sahip olabilecektir.TARAMA MI, MÜZAKERE Mİ ?Diğer bir tartışma konusu, 3 Ekim’de neyi başlayacağı ile ilgilidir.Aslında bu tartışmanın artık bir değeri kalmamıştır, ancak sırf durumu net görebilmemiz için değinmek istedim.Tarama, aday ülkenin yasalarının AB yasalarından ne kadar farklı olduğunun anlaşılmasını sağlayan, son derece teknik bir çalışmadır ve genelde müzakerelerin bir parçasıdır. Hatırlayacaksınız, 2002’de Türkiye bir ara, bunun başlatılmasını istemiş, AB ise müzakerelerin başlatıldığı izlenimi doğacağından dolayı reddetmişti.Bu konudaki Komisyon yaklaşımı henüz kesinleşmemiştir.Birkaç olasılıktan söz edilebiliz.Komisyon 3 ekim öncesinde taramayı başlatabilir veya 3 ekim günü müzakereleri resmen açıp, taramanın müzakere süreciyle birlikte başladığını ilan edebilir. Tarama 3-6 ay sürebileceği gibi, İspanya örneğinde yaşandığı gibi, 1-2 yıla kadar dahi uzatılabilir.Bütün bu olasılıklar, Türkiye’nin yaklaşımına, AB ülkelerindeki havaya ve Komisyonun iş yüküne bağlı şekilde değişebilir.Aslında bugünün gerçeği, katılım müzakerelerinin yakınlaştığıdır.Üstelik, hemen başlamaması da birim için iyidir.Zira, kendi kendimizi aldatmayalım. Türkiye henüz müzakerelere hazır değildir. Ne müzakerecisi vardır, ne müzakere heyeti. Ne müzakere talimatı bulunmakta, ne de örgütlenme için gereken yasalar hazırdır. Bürokrasi tam bir kafa karışıklığı içindedir. Ne yapacağını, hatta AB ile müzakerenin ne anlama geldiğini dahi bilememektedir.En iyisi birkaç ay nefes almak, hazırlıkları tamamlamak ve ardından harekete geçmektir. O arada da, başta bürokratlarımız ve medyamız olmak üzere, hepimiz bir eğitim sürecinden geçeriz. Neyin ne anlama geldiğini, düzeysel dahi olsa anlar ve şu ünlü ince ve uzun yolda yürüyüşümüze başlarız.* * *DENKTAŞ HÜKÜMETİ RAHATLATTI...KKTC Cumhurbaşkanı, MANŞET programında AKP hükümetinin işini büyük oranda kolaylaştırdı.Şimdiye kadar verdiği demeçlerde 17 Aralık kararları hakkında, özellikle Gümrük Birliği anlaşmasının Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde genişletilmesine ters bakan bir yaklaşım sergiliyordu. Kıbrıs’ı bekleyen tehlikelerden söz ediyor ve AKP hükümetinin ikircikli tutumundan kuşkulanıyordu. Açıkça söylemese dahi, hükümetin Kıbrıs tutumundan memnun değildi.Perşembe günkü söyleşimde, Denktaş özellikle 3 Ekim tarihine kadar ki süreçle ilgili yaklaşımını netleştirdi:“Protokolün imzalanması kimine göre tanımadır, kimine göre değildir. Bunun tartışmasını hukukçulara bırakalım. Eğer Türkiye, protokolu imzaladıktan sonra askerini çekmez, Rumları hukuken ve fiilen (Büyükelçi yollayarak) tanımaz, KKTC’nin egemenliğini savunmaktan vazgeçmezse sorun yoktur.”Bu şekilde, çok büyük polemiklere yol açabilecek bir tartışmayı engelledi. Hükümeti rahatlattı. Denktaş fikir değiştirmezse, Gümrük Birliği Protokolünün imzalanması ve 3 Ekim’de müzakerelerin başlayabilmesi büyük oranda kolaylaştı diyebiliriz.Bir okurumdan aldığım e-mail’i aynen sizlere aktarıyorum.“AB’DEN ÖNCE BİZE KİTAP VERİN”“Sayın Birand, Ben Celal Bayar Üniversitesi Demirci Meslek Yüksek Okulu temsilcisi Selçuk Arısoy. Siz Avrupa Birliğine giren Türkiye’yi tartışa durun, biz burada bu konumdaki Türkiye’nin gençleri olarak hazırlayacağımız tez için okulumuzda bulunamayan kitapların peşinde koşalım. Sizden birşey rica etmek istiyorum: Sadece birgün benim okulumun kütüphanesi için bağış yazısı yazın. Sadece birgün yazın da Sayın Erdoğan Avrupa Birliğinden önce biz gençlerle ilgilensin...(selcuk_arisoy@mynet.com)”CHP’DEN FARKLI MUHALEFET BEKLERDİKCHP lideri Deniz Baykal, bu büyük partiye oy vermiş benim gibi insanları hayal kırıklığına uğrattı. Bizim ondan beklediğimiz, AKP liderinin üstüne farklı bir açıdan gitmesiydi.“Yeterince hazırlıklı değilsiniz. Yavaş hareket ediyorsunuz. Müzakereler 10 yıl sürmemeli” demeliydi.Deniz Baykal eski, artık modası geçmiş, çağdışı Ulusalcı bir yaklaşımla hareket etti. Söylediklerinin bir bölümü doğru idi. Ancak, temel noktaları hatalıydı.Baykal, oy kazanmayı, muhalifleri kendi yanına çekmeyi tercih etti. Türk toplumunun önemli bir bölümünün memnuniyetle karşıladığı ve Türkiye Cumhuriyetinin en önemli bir projesini sadece AKP’yi vurabilmek için kullandı.Ne dersek diyelim, Türkiye’nin büyük bir başarısının tadına varılmasını engelledi. Benim gibi düşünen milyonlarca CHP’li, Baykal’ın performansından dolayı üzüntü duydu...ALMAN VE İNGİLİZ SOSYAL DEMOKRATLAR HAYRET ETTİLERGenel görüşmenin yapıldığı günün akşamı Ankara’dan İstanbul’a gelen uçakta bir Alman Soysal Demokrat Parlamenter heyeti ile karşılaştım. Meclis’teki görüşmeleri de izlemişler, temaslarını sürdürmek için İstanbul’a gidiyorlardı. Uzun uzun konuştuk. Ardından birkaç gün sonra İngliiz Sosyalist partisinden ve Avrupa Parlamentosundaki Sosyal Demokrat-Yeşiller grubundan Parlamenterlerle karşılaştım. Hepsi hayret içindeydiler. Hayret etmelerini normal karşılamak gerekir zira yıllar boyunca Cumhuriyet Halk Partisi kapılarını çalmış ve AB yolunda Türkiye’ye yardım etmelerini istemiş. Onlar da gerçekten muhafazakar Hristiyan Demokratlara karşı inanılmaz mücadele vermişler ve 17 Aralık tarihine büyük katkıda bulunmuşlardı. Şimdi “CHP nerede? Bizi savaş alanına soktu, siyasi risk aldırttı oysa kendisi oy uğruna 17 Aralık kararını yerden yere vuruyor. “ diyorlar.Bunları CHP’lilere de aynen söylemişler. Fazla ileri gitmeyin. Avusturya’da Hristiyan Demokrat iktidarın Türkiye için referandum yaptırma kararını Sosyal Demokratlar mecliste engelledi. Anlayacağınız Avrupa Sosyalistleri, Sosyal Demokratları ve Yeşilleri bu kararın arkasında sıkı durdu, CHP tam anlamıyla karşı çıktı.Garip değil mi?MÜMTAZ SOYSAL DARBE İSTİYOR (!)Aklıma herşey gelirdi de, Prof. Mümtaz Soysal gibi değerli ve eski bir demokrat, eski bir İnsan Hakları aşığının böyle bir yazı yazabileceğini hiç sanmazdım.Bakın 20.12.2004 Pazartesi günkü Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde ne diyor?“... bu çeşit olaylar çoğaldıkça, halkın zihninde şu soru gitgide ağırlık kazanıyor: Daha önceleri böyle durumlarda “sivil siyaset” etkisiz kalınca “asker ağırlık” devreye girer ve durum o ağırlıkla düzeltilirdi. Cumhuriyetin temel ilkeleri çiğnendiğinde askerin devreye girmesine karşı çıkanların bile itiraz edemeyecekleri, etmeyecekleri ve ulusal güvenliği doğrudan doğruya ilgilendiren durumlar söz konusudur artık. Türk devleti içindeki denklemler öylesine bozulmuştur ki, asker, Kıbrıs ve Kuzey Irak gibi kendi görevine doğrudan doğruya giren durumlar karşısında bile kükremesiz ve hareketsiz kalmaktadır”Ne dersiniz?Bir zamanlar Demokrasi ve İnsan Hakları şampiyonu bir hoca’nın bugün askeri derbe istemesi normal mi?Siz karar verin...(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!