“Görünmeyen”in görünmeyeni (1)

“Görünmeyen”, Ali Özgen-türk’ün senaryosunu da yazıp yönettiği son filmi. 1970’lerde tasarlayıp da gerçekleştiremediği “Görünmeyen”i, “2010 İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti” etkinliklerinden biri olarak, verilen maddi destekle, beyaz perdede görünür kılmış oluyor Ali Özgentürk.

Haberin Devamı

Yıl 2011 olup, İstanbul Avrupa Kültür Başkentliği’nden çekilmiş olmalı ki, film eldeki birkaç kopyasıyla yaygın bir gösterime kavuşamadı.
“Görünmeyen”in İzmir’deki “ilk” gösterimini Konak Belediye Başkanlığı, geride kalan cuma günü, bir söyleşi toplantısı sonrasında gerçekleştirmiş oldu.
Filmin Seferihisar’ın bir dağ kasabası Gödence’de çekilmiş olması, Konak Belediye Başkanlığı’nın girişiminin gerekçesi sayılsa da Başkan Dr. Hakan Tartan’ın sanattan yana güçlü yaklaşımıyla halkın da sanata yaklaşımını sağlamak adına “ücretsiz” uygulamaları olmasaydı, herhalde “Görünmeyen” gibi kimi sanat etkinliği İzmir’de “görülmeden” giderdi.
Dr. Tartan’ın “İzmir Sinemaya Kucağını Açıyor” deyişiyle başlattığı etkinlik boyunca, İzmirliler belli saatlerde Konak Sineması’nda “Görünmeyen”i izleyebilecekler.
“İzmir Sinemaya Kucağını Açıyor” da ne oluyor? Üzerinde durulmaya değer. Yine de o konuyu bir yana birakıp “Görünmeyen”in “görünmeyenine” bir bakalım.

***

Haberin Devamı

Filmde olayın üzerine kurulduğu kişi, ünlü halk ezgileri derleyicisi Macar besteci Bela Bartok’tur. Birbirine âşık iki gencin öyküsüymüş gibi başlar da film, Bela Bartok nasıl girer olayın içine?
Recep ile Ebru, evleneceklerini duyurmak üzere İstanbul’dan yola çıkıp doğdukları kasabaya gelir. Kasaba halkı Ebru’ya, bütün cana yakınlığına karşın, soğuk davranmaktadır. Geçmişte kalan bir söylenti tazelenivermiştir; Ebru’nun dedesi, Recep’in dedesini öldürmüştür.
Recep söylentilere inanmaz, gerçeğin ne olduğunu araştırmaya koyulur. Yıllar önce, 1936’da, ünlü besteci Bela Bartok, “Nazilerin baskısından kaçarak, yaşamını ve sanatını sürdürebilmek” için Türkiye’ye gelmiştir. Bir “ecnebi”nin, elinde garip bir ses kayıt cihazıyla çıkıp gelmesi, hele Anadolu’da dolaşmaya kalkışması, “devlet”in kuşkusunu çeker. Yanına dört sivil polisle bir tercüman verirler Bartok’un. Köyden köye “dört teker at arabası” ile dolaşıp dinlediği Türküleri kaydetmeye uğraşıp dursa da “vali”, Bartok’un “casus” olduğuna inanmıştır.
Polislerin âmiri Ebru’nun dedesi, tercüman da Recep’in dedesidir. Kendisi de kendince beste yapan Recep’in dedesinin Bartok’la yakınlaşması, gide gide Recep’in dedesinin “işbirlikçi” olduğu yargısına dönüşür ve bir gece Ebru’nun dedesi, Recep’in dedesini sürükleye sürükleye öldürür; sarıp sarmalanan ölü beden nehrin sularına bırakılır.
Bela Bartok, “beni apar topar bir trene bindirip Macaristan’a geri gönderdiler” der, Türkiye’den ayrılırken.
Recep’in, Kral Oidipus gibi, geçmişi kurcalayışı ile gerçek ortaya çıkmış olsa da aşk de kendi gerçeğini dışa vurmakta gecikmez. Ebru, İstanbul’a çekip girmiştir.

***

Haberin Devamı

“Görünmeyen”i izlemiş olan bir kişi, filmin ustaca yönetilmiş ya da oynanmış olması dışında, ayrıca neyi görmüş olur?
1936’da, o yıllarda, “devletin nasıl bir devlet” olduğunu...
“Nazilerin baskısından kaçan” Bela Bartok adlı ünlü Macar bestecinin, “vali”nin yakın takibi altında, ancak sivil polisler eşliğinde “at arabası” ile köyden köye gidebildiğini...
1881’de, Atatürk’le aynı yılda doğan Bela Bartok, 1945’de Amerika’da öldü. Acaba onun gerçeği neydi?
“Görünmeyen”in ““görünmeyen” yanını da haftaya görelim.

Yazarın Tüm Yazıları