Gezmeye 80’lerde yanıbaşımızdan başladık sonra uç uzaklara gittik

Gazetelerden birinde iri puntolu bir haber: Şeker Bayramı’nda 100 bin kişinin yurtdışına gitmesi bekleniyor.

100 bin kişi mi?

Sayı bana az göründü.

Az buz değil aslında, yüz bin kişi dediğin orta ölçek bir şehir nüfusu. /images/100/0x0/55ea3207f018fbb8f870bad3

Ama gene de fırsatını bulur bulmaz yurtdışına giden, farklı ülkeleri, farklı kültürleri tanımayı iş edinen mutlu azınlığın sayısının hele böyle uzun düşen bir bayram tatilinde çok daha fazla olduğunu düşünüyorum nedense.

Hiçbir somut veriye dayanmayan bu fikrin içime kök salmasının nedeninin de son yıllarda nereye gidersem gideyim en alakasız mevsimlerde, en olmadık yerlerde karşılaştığım Türk grupları olduğu kesin.

Buenos Aires’te tango izlemeye gittiğimde yanımdaki uzun masaya kim bilir kimler gelecek dediğimde gele gele içlerinde Aydın Belediye Başkanı’nın da olduğu kalabalık bir Türk grubu gelmedi mi?

Uruguay’da beni karşı kıyıya götürecek gemiyi beklerken öylesine uğradığım otelin kapısından içeri şen şakrak Türk kadınları girmedi mi?

Şanghay’da müze gezerken, Moğolistan düzlüklerinde tren beklerken, Fas’ta Rif dağlarının tepesinde, Sydney’de opera binasının fuayesinde burun buruna geldiğim hep Türk grupları değil mi?

Sözünü ettiğim eline bavulunu aldığı gibi ama iş ama güç ama merak ama kaçmak ama yaşamak için kendini dünyanın bir ucuna atan maceraperestler değil.

Onlar, özgür ruhlar hep vardılar.

Ama böyle her yıl kendine keşfedilecek yeni bir ülke seçen ve genellikle aynı arkadaş grubuyla seyahat edenlerle, bir seyahat acentesine gönül verip onun düzenlediği turlarla dünyayı fır dönenler yeni.

Ne iyi.

Bizler, kim ne derse desin yıllarca içimize dönük yaşadık. Bunda kuşkusuz ülkenin yoksulluğu kadar dünyayı gezmenin de günümüzdeki kadar kolay ve ucuz olmamasının payı vardı.

Yurtdışına çıkma izninin üç yılda bir verildiği günler fi değil.

Bundan otuz yıl önce işçi, öğrenci ya da yabancılarla çalışan anlı şanlı bir işadamı değil idiyseniz sınırı ancak 1095 günde bir geçebilirdiniz.

Üstelik cebinizde 100 dolarla.

Bunca beklemişsiniz, sonunda izin çıkmış, bir gideyim pir gideyim şöyle uzun bir soluk alıp öyle döneyim de yok.

Atımınız belli: Gideceğiniz yer 100 dolar sizi nereye kadar götürebilirse, oraya kadar.

SUTYENE GİZLİ KESE BİLE DİKİLİRDİ

Az buz hokkabazlık yapılmazdı o günlerde.

Sutyene gizli kese dikmeler, ayakkabı topuklarına zula açtırmalar, gurbet ellerde yaşayanların ailelerine gönderdikleri paralara göz dikip burada ödeyip orada hellalleşmeler, saymakla bitmez bin türlü şaklabanlık.

Türk Parasını Koruma Kanunu’nun kestiği el acıtırdı.

Türk Lirası’nı korur muydu bilmem ama pek çok kişinin başına bela açtığı kesin. Cebinde izin verilenden üç kuruş fazla para bulundu diye havaalanında göz altına alınıp nezarete gönderilenler mi istersiniz, pasaportuna el konulup zaten üç yılda bir olan yurtdışına gitme hakkını kaybedenler mi, neler neler.

Yetmiş sente muhtaç ülkeden insan manzaraları işte.

Bütün bunlara ilaveten yol parasını denkleştirmek de sorundu.

Uçak biletleri el yakar, trenlere kimse güvenmezdi.

O yılların gözde aracı otobüslerdi.

Sultanahmet’ten kalkıp bitnikleri doğuya taşıyanlar dışında bir iki firma Almanya ve Fransa’ya sefer düzenlerlerdi.

Uzun yola mahkûm otobüs yolcuları günler önceden hazırlanmaya başlar, bavullarının yanı sıra götürülecek nevale, yastık, battaniye tedariğine girişir, yolculuk günü gelip çattığında da neredeyse tüm aile fertlerinin katıldığı uğurlama töreni eşliğinde yolcu edilirlerdi.

Demem o ki çok değil yirmi beş otuz yıl öncesine kadar Türklerin yurtdışına çıkışı gazanız mübarek olsun dedirtecek cinstendi.

HER ÜLKEYİ DENİZDEN HAVADAN, KARADAN KUŞATTIK

Sonra yetmişler bitti, seksenlere gelindi,o ucube kanun kaldırıldı Türkler de dünyayı dolaşmaya başladı.

İlk hedef Avrupa’ydı.

Her yıl bir ülke seçip o ülkeyi didik didik edenler mi ararsınız bütün Avrupa başkentlerine göz dikenler mi çeşit çeşit insan kafilelerle Avrupa yollarına düştü.

Yüzük kardeşliği gibi yolculuk dostlukları oluştu.

Gidilip görülen her ülke gidilip görülecek yeni ülkelerin fişekleyicisi oldu.

Büyük merkezler bitince sıra kuytu köşelere geldi.

Dağlar, bağlar, kıyılar keşfedildi.

Yıllar geçip de gidip görülen yerler azaldıkça yolculuklar çeşitlendi.

Her ülke havadan, karadan ve denizden kuşatıldı.

O da bitince Avrupa’yı görme isteği yerini dünyayı tanıma iştahına bıraktı.

Yanıbaşımızdaki ülkelerden uç uzaklara gidildi.

Çin’den Maçin’e gezildi.

Geziliyor.

Gezildiğini her uzun tatil öncesi gazeteleri kaplayan ilanlardan biliyorum.

Gayet makul fiyatlara öyle tur önerileri var ki, inanılmaz.

Nereden nereye...

Şeker Bayramı’nda 100 bin kişi yurt dışına gidecekmiş...

Yolculuklarının şeker gibi geçmesini diliyorum.
Yazarın Tüm Yazıları