Gezgin

Güncelleme Tarihi:

Gezgin
Oluşturulma Tarihi: Şubat 06, 2000 00:00

Mehmet YAŞİN
Haberin Devamı

Roma için dilek diledim

Bu yıl bütün gözler Roma'da. Özellikle Hıristiyan dünyası, bu kentteki dinsel kalıntıları görebilmek için akın akın Roma'ya gidiyorlar. Roma güzel bir kadın gibi... İlk görüşte aşık ediyor kendine.

Goethe Usta, Roma'yı senin gibi gezmek ister miydim, bilemiyorum... Günlerce, aylarca o kadar çok gezmiş, o kadar çok detaya inmişsin ki... Sonunda tam üç cilt kitap yazmış adını da, 'İtalya Seyahati' koymuşsun... Yaptığın işin sıkıcılığını itiraf etmekten de kaçınmamışsın. İşte birinci ciltin son sayfalarına doğru yazdıkların: 'Vaktim zevk almadan ziyade, tetkik ve çalışmayla geçiyor. Roma başlıbaşına bir alem; insanın burada kendini bulabilmesi için bile seneler lazım... Burayı hemen görüp gidebilen seyyahlar ne kadar mesutlar...'

Goethe Usta, seninle uzun uzadıya tartışacak halim yok ama itirazlarım var... Bir kenti veya bir ülkeyi uzun uzun gezecek zaman mı var şimdilerde... Bir de para. İki asır önce, senin zamanında nasıldı bilemiyorum ama, şimdilerde her şey öylesine pahalı ki, insan bir hafta kalabildiğine bile dua ediyor. Yoksa ben de biliyorum, Vatinkan'daki Sistina Şapeli'inin tavanını günlerce izlemesini. Michelangelo'nun, tam dört yıl boyunca, derme-çatma iskelelerin üstünde, iki büklüm çalışarak yaptığı tavan fresklerinden, evrenin yaradılışını seyretmeye doyum olmadığının ben de farkındayım ama vakit nerede... Topu topu beş günüm var... Sistina Şapeli'nin tavanına ayırabildiğim zaman ise yarım gün... Biliyorum, bu müthiş esere yarım gün yetmez ama zaman çok değişti Goethe Usta... Çağ, koşuşturmaca çağı... Bir daha sefere inşallah... Buralara bir daha geleceğimi biliyorum... Çünkü, Trevi Çeşmesi'nin kıyısına oturup, sol omuzumun üstünden havuza 10 liret fırlattım.

KENT VE DİLBERLER

'Aşk Çeşmesi' denen bu çeşme, Roma'ya o zamanlarda yapılmış mıydı tam bilemiyorum... Kitaplara bakılırsa, senin İtalya'da olduğun tarihle, mimar Nicola Salvi'nin çeşmeyi bitiriş tarihi çakışıyor... Bu muhteşem eseri görmemezlikten geleceğini hiç sanmıyorum. Belki de yazmayı unutmuşsundur... Oluklarından kaynak suyunun aktığı bu muhteşem çeşmenin önündeki havuza, bir dilek dileyip, bozuk para atarsan dileğin gerçekleşiyormuş. Ben, üçüncü kez gelmeyi diledim.

Roma'ya ilk kez, senin gibi bir yazar olan Nedim Gürsel'le gelmiştim... O, bu kente aşıktı... Daha doğrusu bu kentte bir dilbere aşıkmış bir zamanlar... Beni o gezdirmişti... İtalya'nın en büyük edebiyat ödülü Srega'yı almak için İtalya'ya gelen ve Torino'da yaşamına son veren Cesare Pavese'nin yazdıklarından bir iki satır okumuştum ona: 'Roma susuyor. Ne taşlar, ne de ağaçlar bir şey söylüyor bana artık...' Nedim itiraz etmiş, 'Roma, ona yaklaşmasını bilenle, geçmişini merak edenle sürekli konuşan bir kenttir' demişti. Karşı koymadım Goethe Usta... Pavese ölmüştü, diyeceklerini bitirmişti, Nedim ise kendisini terk eden aşkının adını Roma'nın bütün taşlarına fısıldıyordu.

Nedim Gürsel beni ünlü Kolosyum'a götürdüğünde, kargalar bile henüz kahvaltılarını yapmamışlardı... Binlerce motorsikletli, kulakları tırmalayan bir ses kirliliği içinde, bir o yana bir bu yana akıp duruyorlardı. Goethe Usta, bir Türk olarak, başka ülkelerdeki tarihi mekanları genellikle küçümseyerek gezerim. Onları, bizim topraklarda olanlarla kıyaslamak gibi kötü bir huyum vardır. Ama Flavius Hanedanı'nın yaptırdığı, 50 bin kişilik bu dev yapıyı görünce hayranlığımı gizleyememiştim... Bir düşünsene, İmparator Titus'un düzenlediği açılış törenleri tam 100 gün sürmüş. Laf aramızda, koridorları gezerken, aslanlar tarafından parçalanan kölelerin kan kokusunu duyar gibi olmuştum.

BİÇİMSİZ ESER

Daha sonra, İspanyol Merdivenleri'ne gitmiştik... Basamaklarda daha çok Japon turistler oturuyordu. Nedim, 'buraya esas yazın gelmek lazım' demişti... Ben, bu taş merdivenlerin yazın ne gibi bir özelliğe büründüğünü düşünürken, o cümlesini tamamlamıştı; 'dünyann en güzel kızları, bu basamaklarda sereserpe güneşlenirler...' Oradan yürüyerek, (çünkü taksi bulmak bir meseleydi) Venezia Meydanı'na gelmiştik. Nedim, İtalya'nın ilk kralı Vittorio Emanul II'ye adanan, olağanüstü boyutlardaki anıtı görmemiz gerektiğini söylemişti. Roma halkı, çok çirkin bulup yıkılmasını istediği bu anıta, 'Düğün Pastası', 'Daktilo' gibi ilginç adlar takmıştı. Ben de Romalılar’a katılmıştım. Goethe Usta, iyi ki sen buralardayken bu anıt yokmuş... Senin şair ruhun, bu çirkinlik abidesine asla tahammül edemezdi.

Dar sokaklardan kıvrıla kıvrıla Trevi Çeşmesi'ne ulaşmış, bu şahaseri hayran, hayran seyretmiştik... Çeşme tam 30 yılda tamamlanmıştı. Rehberim, Roma'nın kadınlarına olduğu kadar çeşmelerine de hayrandı... Bana, 'beraberce fotoğraflı bir Roma Çeşmeleri kitabı yapalım mı?...' diye sorunca, heyecandan havuza para atıp, dilek dilemeyi unutmuştum. Onun için ikinci gelişimde ilk işim bu oldu. Allahtan da hava pek sıcak değil de rahat rahat yürümüştük. Corso caddesini görünce, senin adına üzülmüştüm sayın Goethe... Çünkü, bu caddedeki bir birinden şık mağazaları, mağazaların vitrinlerindeki şık giysileri, bunları satmaya çalışan manken gibi tezgahtarları maalesef ki sen göremedin. Ben görmüştüm de ne olmuştu sanki. Fiyatlar öylesine pahalıydı ki sadece yutkunmakla yetinmiştim.

BİTTER CAMPARİ

Neyse, Corso caddesiyle kesişen ara sokaklardan birine sapıp, ünlü Pantheon Tapınağı'nın içindeki ışık oyunlarını gördükten sonra, kendimizi Campo dei Fiori meydanındaki bir kahveye zor atmıştık... Tabanlarımın sızısından, gözüm hiçbir şey görmez hale gelmişti... Zorunuz neydi deme Goethe Usta, zamanımızın kısıtlı olduğunu belirtmiştim daha önce. Nedim, meydanın ortasındaki kel kafalı adam heykelinin, engizisyonun yaktığı son bilgin Giordano Bruno olduğunu anlatırken, ben bol buzlu 'Bitter Campari'nin ilk bardağını bitirmiştim bile.

Öğleye doğru, çevredeki küçük bir lokantaya girip önden bir Gorgonzola çorbası içmiş, ardından acı domates soslu taze makarna yemiştik... Arkadaşım, öğle yemeğini hafif geçiştirmemizi, esas yemeği akşama saklamamızı önermişti... Kabul etmiştim ama yine de güzel bir beyaz şarap ısmarlamaktan kendimi alamamıştım: 'Vermentino di Gallura Capichera-1998'... Sahi senin buralarda olduğun zamanlarda ne yenip içiliyordu Goethe Usta?.

Hiç unutmuyorum, nefis beyaz şarap yorgunluğumu giderince, Nazım Hikmet'in 'İlk Roma Akşamım' adlı şiirini okumaya başlamıştım: 'Yağmur yağıyordu ömrümün ilk Roma akşamına/ ve ilk şemsiyesine ömrümün...' Anlayacağın çok keyiflenmiştim.

NAVONA'DA ŞENLİK

Oradan Tiber Nehri'ne doğru yürümüş, Roma'nın en güzel köprüsü Sant'Angelo'nun üstünde durup, hiç konuşmadan 'su akar deli bakar' hesabı nehrin akışını seyretmiştik... Vatikan'a iki adım kalmıştı ama ben 'geri dönelim' demiştim. Nedense, Papa'nın yönetimindeki bu küçük ülkeye o gün canım gitmek istememişti. Halbuki sen benim aksine, vaktinin çoğunu buralarda geçirip, Papayı nasıl gördüğünü ve St. Peters Kilisesi'ni ne kadar da güzel anlatmıştın.

Akşam güneş batmaya yakın Navona Meydanı'na varmıştık... Tam ortada yer alan Bernini'nin yaptırıdığı 'Dört Irmak Çeşmesi' ilk bakışta büyülemişti beni... Tuna, Nil, Ganj ve Rio de la Plata ırmaklarının sularının aktığını simgeleyen dört şaheseri görünce Nedim'in çeşmelere olan aşkına hak vermiştim. Daha sonra bir kahveye oturup, camparilerimizin eşliğinde meydandaki şenliği izlemeye koyulmuştuk; Şarkı söyleyenler, resim yapanlar, poz verenler, seyyar satıcılar, aşıklar, aşk arayanlar.

Akşam yemeğini anlatmadan geçemeyeceğim sayın üstad. Hatırladığım kadarıyla küçük bir lokantaya gitmiştik. Önden Buffola sütüyle yapılmış Mozzarella peyniri yemiştim. Ardından güney İtalya'nın tütsülenmiş ünlü proşittosunu, finalde de; sıpagetti alle vongole con pesto leggero'yu mideye indirmiştim. Kırmızı şarabı ise Toskana bölgesinden seçmiştim: Cabreo 'Il Borgo', Tenimenti Ruffino 1994. Büyük bir olasılıkla senin Roma'da olduğun zamanlarda böyle lezzetli yemekler, hele hele böylesine enfes şaraplar yoktu... Sevgili Goethe Usta, keşke yaşasaydın da İtalya'nın bugünkü tadlarıyla tanışabilseydin... O zaman kitabının bir cilttini de yeme-içme sanatına ayırırdın mutlaka.

SİNDİRE SİNDİRE

Saygıdeğer Johann Wolfgang von Göthe, kitabının bir yerinde şöyle yazmışsın: 'Akşam olunca, bakmaktan ve gördüklerine hayret etmekten insan kendini tükenmiş hissediyor...' İşte o akşam kendimi yatağa attığımda aynı tükenmişliği ben de hissetmiştim. Sanki tarih boğmuştu beni.

Ertesi gün, başta Vatikan olmak üzere görmediğimiz bir kaç yeri daha gezmiş, akşam uçağı ile de dönmüştük... Şimdi ikinci kez Roma'dayım... Sistina Şapeli'ni ilk geldiğimde es geçmiştim... Bu şahasere yarım gün ayırabildim... Bu kez öyle koştur koştur gezmeye niyetim yok. Biraz seni taklit edeceğim. Yani etrafıma sindire sindire bakacağım... Tabii ki bu bakış, seninki gibi iki yıl sürmeyecek. Topu topu beş günüm olduğunu söylemiştim... Bir de niyetim 'Gurme Tur' yapıp, lezzetleri damağımda dolaştırmak... Bu izlenimimi de, sadece yeme ve içmeye ayıracağım başka bir yazıda anlatacağım.

Sevgili Goethe Usta, öğrendiğime göre iki yıllık İtalya gezinden sonra, onca sevdiğin bayan Charlotte von Stein seni terk etmiş... Onu yanında da götürmememin özel bir nedeni mi vardı?.. Kusura bakma, merak işte!...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!