Genetiği değiştirilenler geleceğimizi tehdit ediyor

Kısa süre önce “Genetiğiyle oynanan Ankara ödülü nasıl aldı” başlığıyla bir yazı kaleme almıştım. Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, şehrin dört bir tarafını “2009 Avrupa Ödülü”nü Ankara’nın kazandığını belirten afişlerle donatmasına değinip, herkesçe malum şovlarını eleştirmiştim. Avrupa Parlamentosu’nun internet sitesinde yayınlanan ödül hikayesinin de Gökçek’in anlattığından çok farklı olduğunu vurgulamıştım.

Okuyucu iletileri benim için çok önemli. Hepsini tek tek okur, değerlendiririm. Aktardığım konulardaki haklı ya da haksız olduğum yönleri tartmama çok yardımcı olurlar. İşte bu platforma çok sayıda mail geliyor ki, içlerinden iki tanesini sizlerle paylaşmak istedim. Aydagül Soysal isimli okuyucu Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne Avrupa Parlamentosu tarafından verilen ödülü zarif bir üslupla ereştirmiş. Kısaca diyor ki: “Bu ödüle sizin gibi anlam veremeyen sıradan bir vatandaş olarak yazıyorum. Arabam yok ve her gün işe otobüsle gidip geliyorum. Otobüsler çok eski ve sıkış tıkış seyahat ediyoruz. Ne dökülen otobüsler, ne de bozuk yollarda yürümekten her ay kırılan ayakkabı topuklarım beni üzüyor. Neyse ki kültür sanat faaliyetlerimiz kayda değermiş de bu ödüle hak kazanmışız. İyi çalışmalar, mürekkebiniz kurumasın.” Yazının yanına da bir fotoğraf eklemiş. Çok beğendim ve sizlerle bu fotoğrafı paylaşmak istedim. İnanın Sayın Aydagül Soysal’ın yolladığı bu fotoğraf her şeyi izah ediyor.

BAŞKENT HAFIZASI KALMAYAN ÖZENTİ BİR ŞEHRE Mİ DÖNÜŞTÜ

Bir diğer okuyucu Ayşe Öktem ise şu satırları yazmış. “Çıkan yazınızı sakladım. Size yüzde yüz katılıyorum. Altmış yaşıma geldim; çoğunlukla Ankara’da oturdum ve hep Ankara’yı savundum. Ukala İstanbullular gelip ileri geri konuştuklarında söyleyebileceğimiz şeyler vardı... Şimdi hiç bir argüman geliştiremiyorum. Son derece sevimsiz, hiç bir özelliği olmayan, hiç bir hafızası kalmayan, özenti bir şehir haline getirildi. Aslında getirdiler demek gerek. Fakat Belediye Meclisi’nde kimsenin sesi de çıkmıyor. Her adımda koca koca panolarda Ankara’nın aldığı Avrupa ödülünden söz edildiğini görünce deli oluyorum. İşin acı yanı çok kimse de buna inanıyor.”

Bu satırları yazan Başkentlileri gördükçe köşeme sarf ettiğim emeklerin boşa gitmediğini görüyorum ki, geleceğe umutla bakmamı sağlıyor. Hazır söz genetikten açılmışken uzunca bir süredir araştırmasını yaptığım GDO’lu ürünlere yönelik çalışmalardan bahsetmek istiyorum. Biliyorum, bu konuda hepinizin kafası karışık. Herkesten farklı sesler çıkıyor ve vatandaşın anlayacağı dilden doğru dürüst bilgi veren yok. İşte Dünya Tarım Örgütü ve AB raporları ile yüzyüze görüştüğüm birçok bilim adamı ve Tarım Bakanlığı yetkilisinin açıklamalarından çıkardığım notlar.

TÜRLER ARASI GEN TRANSFERİNE DUR DENMELİ

Kısaca, biyolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizmalara “Transgenetik” deniyor ki, herkes bu uygulamaya karşı çıkıyor. Yani hayvandan bitkiye, bakteriden bitkiye gen transferine karşılar. Bitkiler arası ve özellikle akrabalar arası gen transferine ise daha sıcak bakıyorlar. Bu kapsamda örneğin domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bitkiye aktarılabiliyor.

GDO üretimine yaygın olarak 1996 yılından itibaren başlandı. Bugün tüm dünyada Türkiye’nin yüz ölçümüne yakın bir alanda transgenetik ekim yapılıyor ki, bu ekim alanlarının yüzde 99’u ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da bulunuyor. 1998 yılından bu yana da doğru dürüst bir denetime tutulmadan ülkemize girişi yapılıyor. Örnek vermek gerekirse de 2003 yılında 1 milyon 800 bin ton mısır, 800 bin ton soya ithal edilmişti. Bir not daha mısırın yüzde 81’i, soyanın ise yüzde 88’i ABD ve Arjantin’den gelmişti. İthal edilen işlenmiş ürünlerin büyük bölümü GDO içeriğine sahipti ki, bu günde durum farklı değil. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakaroz, fruktoz içeren gıdalar, bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar, GDO’lu olma riski taşıyan gıdaların başında geliyor.

ÜLKEMİZ GDO’LARIN BOMBARDIMANIYLA KARŞI KARŞIYA

Özetle ülkemiz, genetiği değiştirilmiş organizmaların yani kısa adıyla GDO’ların bombardımanıyla karşı karşıya. Sağlığa zararlı olup olmadığı tartışmaları sürerken GDO’lar hayvansal gıdalar başta olmak üzere neredeyse tümüyle hayatımıza girmiş durumda. Özellikle çok uluslu şirketler bu ürünlerin zararlı olmadığını kanıtlamaya çalışırken ziraatçılar, sayısız tehlikeleri sıralıyor. Çok uluslu şirketler diyorum, çünkü genetiği değiştirilmiş gıdalar daha uzun raf ömrü ile gıda zincirinde daha fazla kar sağlıyor. Hatta ziraatçıların bir kısmı daha da ileri giderek, “Bir ülkenin işgal edilmesinde kullanılan yöntemlerden biri GDO’lu ürünlerdir” diyor. Tarım Bakanlığı yetkilileri ise bakteri ve hayvanlarından bitkiye gen transferine vize vermeyeceklerini, ancak akraba türler arasında yapılan gen aktarımı ile geliştirilen ürünlerin üretilebileceğini belirtiyor.

BİTKİ HAYVAN KARIŞIMI YENİ TÜRLER OLUŞABİLİR

Tüm Avrupa’da 13 bin civarında olan bitki çeşidinin 11 bini Türkiye’de bulunuyor. Bunların bir kısmı endemik bitki... Kontrollü alanlar dışında GDO’lu ürünleri soktuğunuzda, genetik çeşitler kayboluyor, yerel türler bunlarla rekabet edemediğinden hızla yok oluyor. Bir kez gen aktarımı başlamışsa genetiği değiştirilmiş ürünün doğal ürünlere bulaşmaması önlenemez hale geliyor.

Bir bitkiye aktarılan yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık geni, rüzgar veya arılar vasıtasıyla yabancı otlara taşınırsa, bu yabani otlarla savaşmak olanaksız hale geliyor. Bu durumda da zararlı olmayan böceklerde yok oluyor. Farklı bir türe gen transferine imkan verildiği için, bitki- hayvan karışımı yeni türler oluşabiliyor. Ayrıca zararlılara karşı direnç kazanan GDO’lu ürünler böceklerdeki değişimi hızlandırıyor ve daha güçlü böceklerin var olmasını sağlıyor.

ALERJİLER ARTIYOR ANTİBİYOTİKLER KİYAFETSİZ KALIYOR

Gelelim insan sağlığı açısından ne tür riskler yarattığına. İnsan ve hayvan sağlığı açısından doğurdukları risk ve tehditler, yatay gen transferi, alerjiler, antibiyotiklere direnç, toksin birikimi ve metabolizma değişiklikleri olarak sayılabilir. İnek sütü, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, soya, fıstık, buğdayda alerji saptanıyor. Soya alerjisi en çok rapor edileni. GDO’lardan başka canlılara gen kaçışında, insan sindirim sisteminin bu geçiş için uygun ortam sağlayabileceği sonucuna ulaşılmış durumda. Yarısı sağlam diğer yarısı ameliyatlı hastada yapılan deneyler sonucu, sağlıklı bireylerin sindirim sisteminde ve bağırsak bakterilerinde yabancı DNA tümüyle dışarı atılmış. Ama ameliyatlı yani hasta bireylerde yabancı DNA’nın yüzde 4’ü sindirim sistemi ve bağırsak bakterilerinde kalmış.

Özellikle bu ürünlerin çiğ yenmesi durumunda mide ve bağırsak tarafından tutulması artıyor. GDO’lu patatesin, sıçan mide çeperi üzerinde uyarıcı büyüme etkisi saptanmış. Kardelenden elde edilmiş lektin geni ürünün laboratuar koşullarında insan akyuvarlarına bağlandığı görülmüş. Bu alanda 13 bin ile 22 bin kat daha fazla bebek cinsiyet sorunları, endokrin cevaplı kanser saptanmış.

İÇİNDE GDO BULUNAN ÜRÜNÜ NASIL TANIRIZ

Açıklamalardan öğreniyorum ki, Tarım Bakanlığı hayvan veya bakteri geni aktarılmış bitkilerin ithalatı ve üretimine kesinlikle izin vermeyecekmiş. Ancak GDO çalışmalarının önünü de kesme gibi bir niyeti de yok. Hatta bazı bakanlık yetkilileri Türkiye’nin bu teknolojide geri kalmasını matbaanın 300 yıl sonra gelmesine benzetiyor. Yukarıda da belirttiğim gibi Bakanlık, hayvandan bitkiye, bakteriden bitkiye gen transferine karşı. Bitkiler arası ve özellikle akrabalar arası gen transferine ise daha sıcak bakıyor.
Gelelim en önemli sorunun yanıtına. GDO’lu ürünü nasıl anlayabiliriz? Maalesef etiketinde yazmadığı sürece tüketicinin GDO’ları tanıması mümkün değil. Türkiye’de GDO’lu ürünleri tespit edecek birkaç laboratuar bulunuyor. Bu laboratuarlarda gıda ürünlerinin içinde GDO olup olmadığı, varsa hangi genin aktarıldığı, genetik yapısı içinde oranı tespit ediliyor. Laboratuarlarda vatandaşın istediği üründe GDO araştırması yaptırması mümkün. Bunun maliyeti ise 200 ile 600 TL arasında değişiyor. Yenimahalle’de bulunan Ankara İl Kontrol Laboratuar Müdürlüğü’nde sonuçlar üç gün içinde veriliyor.
Sözün özü; sofrada, tarlada, kısacası doğada bilinçsizce GDO tüketimi ve kullanımı yanlışsa, Başkentin genetiğiyle oynanması da o derece yanlış.
Yazarın Tüm Yazıları