GDO’yu beklerken

BAZI kitaplar hiç okunmadan, bazı filmler, tiyatro eserleri hiç görülmeden dilimize yerleşir, girer hayatımıza.

Samuel Beckett’ın “Godot’yu Beklerken”i de öyledir.
Avangard, absürd tiyatro örneği olmasına karşın “klasiklerimiz” arasında girmiştir.
Gitmesek de, görmesek de, o oyun bizim esprimizdir:
Kimi bekliyorsun? Godot’yu...
* * *
Oyunda varoluş sancıları yaşayan Vladimir ve Estragon, Godot’yu beklemektedir.
Ama Godot’un ne olduğu, ne zaman, nasıl geleceği belli değildir.
Sadece beklerler.
Zamanı doldurmak, varoluşlarını -görünüşte- sürdürmek, belki de kanıtlamak için konuşurlar.
Biri sürekli şapkasıyla oynar, diğeri ayakkabısıyla...
Kavga ederler, darılırlar, barışırlar, vaktiyle Eyfel Kulesi’nden atlamadıklarına hayıflanırlar, “Kendimizi assak mı” derler...
Ama beklerler, ne beklediklerini bile bilmeden.
İlk perdenin sonunda Estragon sorar, “E, gidiyor muyuz?”
Vladimir, “Gidelim” der.
Ama yerlerinden kıpırdamazlar.
* * *
“Genetiği Değiştirilmiş Organizma”ları, GDO’yu yeni fark ettik.
Ne olduğunu, nereden, nasıl geldiğini/geleceğini, etkisinin ne olacağını konuşuyor, hatta tartışıyoruz.
Her zamanki gibi.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olarak, çoğumuz.
Bölük pörçük...
Mersin’de ABD, Arjantin ve Brezilya’dan gelen 15 gemi GDO şüphesiyle bekletiliyor.
Biz de bekliyoruz.
Amaçsızca bekliyor olmanın boşunalığını bilerek, en azından hissederek.
Ve vakit geçiriyoruz, GDO’yu beklerken...

DÜZELTME: Pazar günü yazımda “Yükseköğretim Kurulu”nu “Kurumu” olarak yazmışım. Yanlışımın, “Yökzede” bir akademisyen olarak yaşadığım 12 Eylül döneminin çok yönlü “kurumsal” baskılarından kalma bir duyu yanılmasından kaynaklandığını sanıyorum. Hatamı düzelten okurumuz Ercan Laçin’e teşekkür ederim.

Yazarın Tüm Yazıları