Gazeteci olmayanların asıl mesleği

Güncelleme Tarihi:

Gazeteci olmayanların asıl mesleği
Oluşturulma Tarihi: Haziran 06, 2011 00:20

ESKİDEN matbuat idik, sonra basın olduk, şimdi de medya. Bu evrilme süreci içerisinde gazete çalışanlarının yapısında problemli iki alan oluştu. Gazeteciler, çalıştıkları medya kuruluşları dışında da ek işler yapmaya başladılar. Gazeteciliği “ek iş” olarak seçen farklı mesleklerden kişiler de medya profesyonelleri arasına katıldı.

Haberin Devamı

Gazetecilerin “ek iş” yapmasından başlayayım. Bir kere gazetecilerin, ister gönüllü, isterse ücretli ek işler yapamayacakları söylenemez. Tabii bunun kuralları var. Bir gazeteci, başka bir iş yaparken “menfaat çatışması yaratacak durum”lardan kaçınmalı, “meslek onurunun zedelenmemesine” özen göstermelidir. Örneğin, ekonomi muhabirlerinin borsada oynaması, yargı muhabirlerinin dosya takip etmesi ya da spor muhabirlerinin sporcu menajerliği yapması yanlış olur.
“Menfaat çatışması” yaratacak durumlara verilebilecek en uç örnek, bir gazetecinin bir istihbarat örgütünde çalışmasıdır sanırım. Gazetecilikte kamu yararı gözetilir, ajanlıkta ise o kuruluşun çıkarlarına göre davranılır. Gazetecinin bağımsızlığı ortadan kalktığı gibi, güvenilirliği de darbe alır.
Doğru olan gazetecilerin, yine yayıncılıkla ilgili ek işler yapması sanırım. Bir gazetecinin kitap yazması, televizyon programı yapması gibi yine düşünce üretimi ile ilgili işlerde elbette bir sakınca olamaz. Hatta bu tür ek işler gazetecinin fikirsel üretimini de besler.  
İşin diğer yanına, yani gazeteciliği ek iş olarak yapanlar konusuna gelelim. Önceden de spor ve ekonomi sayfalarında yazan, çizen, yorum yapan uzmanlara rastlanırdı. Son dönemde bu uzmanların hem sayısında artış oldu, hem de diplomasiden siyasete, magazine kadar hemen bütün alanlara girdiler. Bunun yanlış olduğunu savunacak değilim. Sadece bu “uzmanlar”ın tanımlanmasında ve sunumunda sorun olduğu kanısındayım.
Öncelikle hatırlatayım, gazetecilik part time yapılabilecek bir iş değildir. Gazetecilik bir insanın birikimini, beyin enerjisini tümüyle vermesi, kendini adaması gereken özel bir meslektir. Ragıp Duran’ın tanımıyla “Gazetecilik, öyle hafta sonları, eğlence ya da boş zaman doldurmak için yapılan bir uğraşı değil. Tarihi, sosyolojisi, kimyası, etiği olan önemli bir meslektir.”
Dolayısıyla gazeteciliği ek iş olarak yapan kişileri “gazeteci” olarak tanımlamak yanlış olur. Nitekim Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde, “gazeteci olmayanlar” başlığı altında ayrı bir tanım yapılıyor:
“Bir yayın organında, sürekli veya zaman zaman, gazetecilik kapsamına giren alanlarda faaliyet gösterenlerin asıl sıfatları, asli işleri uygun şekilde belirtilmeli, kamuoyu onların temel konumu hakkında bilgilendirilmelidir.”
Bir örnek vereyim: Bir polis amiri, aynı zamanda yazarlık yapıyorsa isminin altına “polis amiri” olduğunu da yazmak gerekir. Aynı şekilde ekonomi yazan bir finans kuruluşu yöneticisi için de geçerlidir bu kural, siyaset yazan bir üniversite öğretim üyesi ya da spor yazan uzman için de...
Nihayetinde okurların “gazeteci olmayan yazarlar”ın asıl işlerini bilmeye hakları var. O kişilerin asıl işlerini bilirlerse, yazılarını ve sözlerini de ona göre değerlendirme olanağına kavuşurlar. Aksi halde okur, yanıltılmış olur.

Haberin Devamı

Orantısız tepki

Haberin Devamı

Japonya’daki deprem ve tsunami felaketi sonrasında çıkan bir haber dikkatimi çekmişti. “Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santralı’nın radyasyon yaymasını engellemek için Kaş’taki Likya lahdi örnek alınacak” deniyordu bu haberde. Sanırsınız Japon bilim adamları bir koşu Kaş’a gelip, Likya lahdini incelemiş, “Bu problemi ancak bu yöntemle çözeriz” diye bir karar vermişlerdi!
Fakat haberde ne Türkiye’ye gelen Japon uzmanlardan ne de Likya lahdini Japonlara anlatan Türk bilim adamlarından söz ediliyor! Sadece Fukuşima’da reaktörlerin Çernobil’de olduğu gibi betonla kaplanacağı anlatılıyordu. O kadar!  Belli ki, Japonya-Çernobil-Likya ilişkisi sadece haberi yazan muhabirin kafasında kurulmuş; gazete ve internet siteleri de “Acaba?” demeden kullanmışlar haberi. Bizim için alışıldık bir durum bu. Ulusal gururumuzu okşayan haberlerde sorgulama mekanizmaları hemen duruyor. Çetin Altan’ın deyimiyle “Türk’ün Türk’e propagandası”, fena halde etkiliyor haberciliğimizi.
Bu saplantılı bakış, aleyhte bir laf geldiğinde de hemen öbür uca savuruyor bizi. Bir yabancının tek sözüyle dünyalar başımıza yıkılıyor, büyük komplo senaryoları üretiyoruz. İngiltere’de yayınlanan The Economist dergisinde çıkan Türkiye analizi ve “CHP’ye oy verilmesi” çağrısı da böyle bir dalga yarattı. Ortalığı “Vay nasıl böyle bir çağrıda bulunurlar?”, “Uluslarası lobiler mi devreye girdi?” soruları kapladı.
Bence de gazetecilik açısından The Economist’in yaptığını onaylamak mümkün değil. Türkiye’deki seçimler ve sonuçlarıyla ilgili analiz yaparken bütün taraflara eşit mesafede durmaları gerekirdi. Tarafsızlık ilkesini bir yana bırakıp bir partiye destek vermeleri yazıdaki tespitleri de gölgeliyor. Fakat Türkiye’deki seçim sonucunu The Economist belirlemiyor. Nihayetinde o fikirler, o yazıyı yazanın ve dergi yönetiminin temennisi. Beğenmeyebilir, yanlış bulabilirsiniz. Ama gösterilen tepki hayli abartılı. Derginin Genel Yayın Yönetmeni John Micklethwaite’in “daha önce ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi çok sayıda ülkede seçimlerle ilgili benzer yazılar yazdıklarına” dikkat çekmesi de bu yüzden. Bir yazıyla koca ülkenin ayağa kalkmasını algılayamıyor. Haksız da sayılmaz hani...

Haberin Devamı

‘Acem’in iki farklı anlamı

Doğrusu “Acem işkencesi” başlığı, beni hiç rahatsız etmemişti. Almanya Başbakanı Merkel’i taşıyan özel uçağın İran hava sahasından geçiş izninin iptal edilmesi ve iki saat Türkiye üzerinde turlamasının çarpıcı biçimde ifade edildiğini düşünmüştüm.
Türkiye’de, İranlılara “Acem” denir, üstelik bir aşağılama da yoktur bu ifadede. Ama İranlı olduğu anlaşılan Behzat Rızvani adlı okurun yazdıkları “Acem” sözcüğünün onlarda ne kadar farklı anlaşıldığını gösteriyordu:
“Hayret edersiniz. Türkiye’nin bir numaralı gazetesi, bu kadar yıldır, diğer toplumları rencide eden sözcüklerin kullanılmasının getirdiği sıkıntıları, Türkiye’yi antipatik yaptığını düşünemeyecek kadar idraksiz midir? Kaldı ki bu başlığı atan her kim ise ‘Acem’ sözcüğünün ne anlama geldiğinden bihaber! Siz biliyor musunuz ki, bu sözden alınacak olanların Azeriler olduğunu! İran’ın diğer yarısını teşkil eden Farslar, Acem sözcüğünü kaale almazlar.”
Rızvani’nin mesajını okuyunca internette küçük bir tura çıktım. Aradığım yanıtı, Vikipedi’de (Özgür Ansiklopedi) buldum. Orada “Acem kelimesinin anlamının ne zaman ve kim tarafından kullanıldığına bağlı olduğu” yazıyordu:
“İslamiyet’in ilk yayılma yıllarında Arapların genel olarak, Arap olmayan Müslüman uluslara verdikleri ad ya da sıfattır. Eski Yunanlıların, kendilerinden başka uluslara barbar dedikleri gibi Araplar da aynı anlamda bu terimi kullanıyordu; bu sözcük yüzyıllar boyunca İranlıların sıfatı olarak kaldı. Türkçede kullanılan Acemi kelimesinin aslı da buradan gelir.”

Haberin Devamı

DÜZELTME: Geçen cumartesi günü Sedat Ergin’in köşesinde yayımlanan Ertuğrul Kürkçü’nün fotoğrafının altındaki imzada hata yapılmıştır. Fotoğraf Ferhat Orhan tarafından çekilmiştir.

Okurdan kısa kısa

Celal Celasun: 1 Haziran’da gazetenizin 20. sayfasındaki detay haberde Alman yönetimine ait Airbus uçağın 135.000 litre kapasiteli yakıt tankının yaklaşık 275.000 Euro tutarında yakıt aldığı yazılmış. Jet uçaklar JET A-1 denilen gazyağı benzeri yakıtla çalışırlar, bu yakıt ise uluslararası havalimanlarında bizim karayolunda ödediğimiz vergilerden muaf olarak satılır. Litre fiyatı da haberi hazırlayan kişinin yazdığı fiyatın 1/4 veya 1/5 ine tekabül etmektedir. Galon fiyatları 2 Amerikan Doları’nın biraz üstündedir (yaklaşık .55-.60 $). Haberi hazırlayan, 95 oktan kurşunsuz benzinin Türkiye’deki litre fiyatını uygulayarak astronomik uçuş maliyetleri varmış gibi göstermiştir.
Tuncer Önal: Bazı yanlışlar vardır, “sehven” deyip geçiştirilir; bazıları da “daktilo hatası” gibi mazeretlerle masum bir hataya dönüştürülür. Vereceğim örneklerin değerlendirilmesini size bırakıyorum: 28 Mayıs 2011, sayfa 16. Başlık: Fenerbahçe 5.8 milyon lirayla İddaa’nın da gelir şampiyonu oldu; Metin: Sarı lacivertli kulüp 5 milyon 84 bin 181 TL’lik gelir elde ederek.. Tablo: 1- Fenerbahçe 5.084.181 TL. İkinci örnek: Hürriyet Ankara’da, 29 Mayıs Pazar günü olmasına rağmen cumartesi yazılmıştı. Birinci sayfada başlığın altında.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!