Futbolcu mezarlığı

Galatasaray ile Fenerbahçe'ye bakıyorsunuz, yerli-yabancı futbolcu mezarlığı gibi üzerlerinde ‘‘El Fatiha’’ yazıyor. Felipe, Fatih Terim'e göre Ali Sami Yen'i yıkacaktı. G.Saray Kulübü'nü yıktı, geçti.

G.SARAY, maddi açından sıkıntılı, borç batağında yüzüyor. Zavallı adamacağız Lucescu, bu yokluklarla mücadele etti. Bayatlamış ekmeği kızartıp, önüne koydular. Allah suyu, çorbaya banıp yedi. Ama dışarıya bir şey belli etmedi. ‘‘Bu ne güzel çorba. Tavuk suyuna bir de kızarmış ekmek’’ diye lanse etti. Sahaya çıktı, koştu, G.Saray takımı mücadele etti.

Fatih Terim, sezon başında 5 futbolcu aldı, 4'ünü geri verdi. Şimdi bir 4 tane daha aldı. Volkan, 300 milyara gelecekken, 500 bin dolar fazla vererek tekrar transfer yaptılar. Çünkü Fatih, sezon başı bu futbolcu geldiğinde ‘‘bize yaramaz’’ demişti. Demekki Volkan, 3 ay zarfında büyük ilerleme kaydetti.

Kendi içinde kavgalı

F.Bahçe'nin durumu meydanda. Aslında, hem idari, hem teknik olarak iyi idare edilseler, bir şeyler olacak ama yönetim kendi içinde kavgalı. Birisi bir şey yapmak istiyor, diğeri onu köstekliyor. Yönetimin bu kavgaları, yüzde yüz bir biçimde takıma yansır. Çünkü, her yöneticinin yanında olduğu bir futbolcu vardır. Yukarıdaki kavga alt kata sıçrar. Sonra devre kapıcı bile girer, ondan sonra da duruma hakim olamazsın. F.Bahçe'nin şu anki durumu bu.

Hatalarını anladılar

Size çok net bir şey söyleyeyim; Fatih Terim ile yönetimin durumu pek parlak değil. Her ne kadar bazı etkili ve yetkili yöneticiler, ‘‘Biz, teknik direktörümüzün arkasındayız’’ deseler de (Zaten bu cümleyi söyledikleri an neden bu cümleye ihtiyaç duyduklarını anlayamıyorum) buna inanmıyorum. Çünkü böyle bir cümleyi neden söylüyorlar? Çok net bir şey var; G.Saray taraftarının büyük bir kısmı, bu yönetimin içinde de bir grup, Lucescu'yu göndermelerinin hatalı olduğunu biliyor ve bunu da dile getiriyorlar. Bence bu konuda haklılar.

Beşiktaş'tan tam isabet

Çünkü, Beşiktaş yönetimi çok zorlanmışken, içeriden 3-4 parçaya bölünmüşken, futbol takımına 2-3 kişi bakıyor durumdayken, G.Saray'ın kapıya koyduğu Lucescu'yu alarak -belki de özel iş hayatları ve evlilik kararları dahil- hayatlarının en doğru kararını vererek onu Beşiktaş'a teknik direktör yaptılar. Ve bütün yükü ona bıraktılar. O ne yaptı? Çok akıllı ve ucuz transferlerle siyah beyazlıları bu hale getirdi.

Aklınızdan çıkarmayın

G.Saray ile F.Bahçe'ye bakıyorsunuz, yerli-yabancı futbolcu mezarlığı gibi üzerlerinde ‘‘El Fatiha’’ yazıyor. Felipe, Fatih Terim'e göre Ali Sami Yen'i yıkacaktı. G.Saray Kulübü'nü yıktı, geçti. Arkadaşlar, çok para vererek, çok transfer yaparak, bu iş yapılırsa herkes teknik direktör olur. Ne demişler ‘‘timing’’ yani zamanında yöneticisi de, futbolcusu da, teknik direktörü de, hakemi de, taraftarı da, basını da aklında kalmalı ve hiç çıkarmamalıyız ‘‘zamanında...’’

KOŞ MUHİTTİN KOŞ...

YEŞİL sahalarda adalet dağıtan onlar. Peki onlar, o maçlara çıkarken adaletli çıkıyorlar mı? Mesela Muhittin Boşat adında bir FIFA hakemimiz var. Bu arkadaşımız, ne zaman genel ‘‘Cooper Testi’’ olacak? Kamera veya fotoğraf makinesi varsa bu arkadaşımız, hemen doktora gidiyor. Bir rapor geliyor. Tabii, hangi doktor hangi şartlarda ona bu raporu veriyor, o da ayrı bir konu. Belki bu arkadaşımızın ayak kılı dönmüş olabilir ya da kılcal damarı çekebilir. Aklıma bunlar geliyor. Sonra bu arkadaşımız İstanbul'a dönünce birden sakatlığı geçiyor. Ve bir gün bir haber geliyor ki, ‘‘Cooper Testi’’ni başarıyla koşmuş. Peki, bu koşarken, kronometreyi tutan kim, kamera var mı, foto muhabiri var mı? Yok. Ben, Muhittin'in yerinde olsam bu yazıdan sonra, ‘‘Buyrun arkadaşlar’’ derim, ‘‘İnönü Stadı'na gidiyorum. Kamera da gelsin, foto muhabiri de. Bana Cooper Testi'nden önce Doping Testi de uygulansın. Ben ilaç falan kullamıyorum.’’ Ve koşarım. Herkesin önünde koşarım, ‘‘Bu yazıyı da yazana yediririm’’ derim.

Boşat kuralları

Ne dersin Muhittin, var mısın? Kafalarda soru işaretleri kalıyor. Hakemler diyor ki, ‘‘Bülent Yavuz, Kuşadası'nda bize adaletten bahsediyor. Gördüğünüzü çalın diyor ama biz Muhittin ağabeyi koşarken görmüyoruz, bırak çalmayı.’’

Aslında Muhittin Boşat haklı. Hani geçen sene Rize'de bir maçta Tyson'dan daha sert bir kroşe çeken futbolcuya FIFA kurallarına göre değil, Boşat'ın kurallarına göre sarı kart göstermişti. Geçtiğimiz hafta dikkat ettiniz mi, iki ayrı maçta iki yumruk var. Birisi kroşe, birisi direkt vuruş. Şimdi hakemler diyorlar ki; ‘‘Muhittin haklı. O bir FIFA hakemi. Biz de onun yolunda yürümeliyiz.’’ Korkarım önümüzdeki genel koşuda Boşat'ı örnek alıp diğer hakemler de rapor getirebilirler. Peki bizim hakemlerimiz görmedikleri pozisyonada penaltı çalıyorlar. Tayfur'un pozisyonunda olduğu gibi. Koşsalar ne yazar, koşmasalar ne yazar... Sakın bir daha birileri bana adaletten bahsetmesin...

HANGİ ADALET!

BEŞİKTAŞ iyi gidiyor. Fatih Terim, Denizli maçını ertelettirdi. Nedendir bilinmez, oynamak istemedi. Ama futbolda nereye kadar kaçarsınız o da ayrı konu. Bir ilahi adalet var, bir de bildiğimiz adalet. İlahiye karışamıyoruz, Allah'ın dediği oluyor. Ama ötekine Türkiye'de herkes burnunu sokuyor. Adalet için duyduğum en güzel cümle şu; ‘‘Adalet zenginlerin mahkemelerinde karar verilen, fakirlerin ceza evlerinde çekilen bir kavram.’’

Erzurumspor, Vanspor, Elazığspor, Malatyaspor... Bunlar için kar yağışı önemli değil, orada maçlar oynanır. İstanbul'daki bazı takımlar için de kar önemli değil, oralarda da oynanır. Kimini hakem zorlar, kimi Gençlik Spor'a bağlıdır. Onlar temizlerler. Çünkü temizlemezlerse görevden alınırlar. Ama G.Saray takımı, ‘‘Fatih Terim istedi’’ diye Denizli maçını oynamaz.

Denizlispor gariban bir takım. Türkiye'nin en efendi seyircisine sahip, beyefendi bir kulüp. Adamları kendi sahalarında tokatlıyorsun, dönüp seni öpüyorlar. İstanbul'da Ali Sami Yen'de tokatlasan ne olur yine aynısı. Peki bütün bu orta oyununa ‘‘dur’’ diyecek merci kim? Futbol Federasyonu... O ne yapıyor? O da kenarda durup, kemanıyla, darbukasıyla, sazıyla yapılanlara tempo tutuyor.

Şampiyonlar Ligi maçı oynasaydı G.Saray, bu ‘‘kamyon muhabbeti''ni, ‘‘150-200 kamyon’’ hikayelerini UEFA'nın gözlemcilerine anlatsalardı. Ne olurdu? Ben size söyleyeyim, en az 2 yıl kupalardan ihraç edilirlerdi. Ha işte, o adalet dediğimiz kavram nerede? Çocukken bizim mahallede Adalet diye bir kız vardı. Sonunda onu İstanbul'da sağda, solda gördüler. Düzgün bir hayatı yokmuş, sonunda öldü diye haber geldi. Çalışırken bir arka sokakta bıçaklamışlar. Ona da yazık oldu. ‘‘Adalet’’ deyince, aklıma bu sefer hakemler geliyor.
Yazarın Tüm Yazıları