Fransa’ya dair

PARİS

FRANSA
şu sıralar ‘su mu koyuveriyor?’

Yani, AB’nin Ankara’yla müzakerelere başlaması konusunda ipe un mu seriyor?

Bu kadar dobra dobra telaffuz edilmese bile yukarıdaki soru, önceki gün Paris’te beşincisi toplanan ‘Türk-Fransız Stratejik Buluşmaları’nın arka perdesini oluşturdu.

Tabii, benim de aralarında bulunduğum ‘Türkiye ciheti’ açısından...

* * *

SORUYU sormakta yerden göğe kadar haklıyız, çünkü daha bir kaç zaman öncesine kadar ‘Ankara’nın vazgeçilemezliği’ni sürekli olarak vurgulayan ve hatta Topluluk bünyesinde ‘itici rol’ oynayan Fransız diplomasisi, epey bir süredir susuyor.

Dört Büyükler’den Almanya, İngiltere ve İtalya bilinen nüansları saklı tutulmak kaydıyla, en yetkili ağızlardan ‘destek’ beyan ederken, Paris’ten ses seda çıkmıyor.

Ötesi, geçen hafta gerçekleşen Avrupa Parlamentosu oturumunda, Türkiye’ye‘özel statü’ (!) vermekle yetinilmesini teklif eden Hıristiyan Demokrat tasarının altında bir bölüm Fransız milletvekilinin de imzası yer aldı.

O halde, n’oluyoruz?

* * *

EVET n’oluyoruz ve acaba, iş tam yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğinde, Chirac iktidarı ‘oy neyledim’ telaşına düşüp ani bir ‘sukunet’i mi tercih etmeye başladı?

Veya, aynı Chirac’ın uluslararası ilişkileri ‘merkantil’ bir bezirganlığa indirmek eğilimi olduğundan ve de helikopter ihalesinden hızlı tren projesine Ankara şu sıra pek ‘yağlı müşteri’(!) gözükmediğinden, aniden Paris’in ‘hevesi mi kaçtı’?

Yahut, zaten bölgesel seçimlerde büyük bir hezimete uğramış olan bugünkü ‘merkez sağ’ hükümet, Haziran ayındaki Avrupa Parlamento oylamasında ‘aşırı sağ’ın eline koz vermemek için Türkiye konusuna değinmemeyi mi evla görüyor?

Ve nihayet, yoksa yoksa, ‘aydınlanmanın ve laikliğin anavatanı’nda birden eski ‘İsevi dürtüler’ (!) depreşti de, Müslüman aidiyet ve kültürden bir Türkiye’ye ‘Hıristiyan Avrupa’da (!) yer olamayacağı tezleri mi ön plana çıkıverdi?

* * *

‘5. Türk - Fransız Stratejik Buluşmaları’ nihayetinde ben ne en baştaki ana sorunun; ne de onu tamamlayan diğer dört alt sorunun cevaplarını bulabildim.

Çünkü, ‘Renault’dan ‘Societe Generale’ye, ülkemizde sermaye yatırımcısı olan özel sektör temsilcilerinin kesin ‘Türkiye avukatlığını’ bir kenara koyarsak, Paris’in esas ‘resmi tezi’ni dile getiren Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Pierre Menat’ın ‘ortadan konuştuğu’ izlenimi ağır bastı.

Diplomat, ‘2002 Kopenhag zirvesinde verilmiş taahhütümüz var. Brüksel Komisyonu’nun ‘iyileştirme raporu’ olumlu şekillenirse, Aralık ayında Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerine başlamak kararı alınacaktır’ demekle yetindi.

* * *

KABUL, kötü bir şey değil ve de ‘kitabına uygun’ bir yaklaşım sergiliyor.

Tamam da, AB’nin esas iki ‘dinamo’sundan birisi olan; Yaşlı Kıta’nın ABD’ den bağımsız ‘güç’ yaratabilmesi hedefinde başı çeken; üstelik de, Avrupa’yı ‘ladini’ bir laiklik çerçevesinde inşa etmek söylemini kullanan Fransa bununla yetinemez.

Hayati bir Türkiye konusunda ‘kitaba uygun’ sıradanlıkla işi geçiştiremez.

Elini şimdiden taşın altına sokmak ve ‘bağlayıcı destek’ten diplomatik kulis ve ‘baskı’ya, Ankara üyeliği konusunda son derece faal davranmak zorundadır.

Tabii, eğer ‘aydınlanma düşüncesi’nin mirasçısı olmak iddiasındaysa...

NOT: Bu yazı, Fransa Dışişleri Bakanı Michel Barnier’nin, Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili dünkü açıklamasından önce yazılmıştır.
Yazarın Tüm Yazıları