Festival bitti, o zaman biraz konuşalım

İstanbul Caz Festivali bitti, ‘‘end of story’’, ‘‘finito’’... Başka bir şey aklıma gelmedi. Bir de Fransızcası var ama şimdi onu sormaya filan üşeniyorum...

15 gün süreyle iyi müzik dinledik.

Nick Cave & the Bad Seeds gibi, PJ Harvey gibi görmek için geberdiğimiz insanları dinledik, Cachaito gibi, Wayne Shorter gibi, adı hangi ortamda geçerse geçsin önümüzü iliklediğimiz bir üstadlarla vakit geçirdik vesaire.

Şimdi gurur kaynağımız, biricik festivalimiz bitti, başka şeyleri konuşmanın vakti de geldi.

***

Eğer hafızam benimle kafa bulmuyorsa sene 1984.

AKM'nin önünde, o güne kadar görülmemiş bir kuyruk var.

Bu kuyrukta bekleşen insanların tek amacı, Chick Korea ve Steve Kujala konserine bir bilet satın alabilmek.

İstanbul Müzik Festivali'nin o dönem bazı çevrelerce ‘‘manasız’’ veya ‘‘radikal’’ olarak değerlendirilen kararı, Türkiye'de yaşayan müzik tutkunlarının hayatını değiştirmişti.

Sonraki yıllar mesela adını telaffuz ederken hala içimizi titreten Miles Davis için kuyruğa girildi...

Pat Metheny, Jethro Tull, Carlos Santana, Jan Garbarek, Al Di Meola, Bob Dylan, Joan Baez, Dizzy Gillespie, Oregon, Herbie Hancock, Buena Vista Social Club, Wayne Shorter, Kenny Kirkland, Trilok Gurtu, Joe Zawinul, Stanley Clarke, George Duke, Laurie Anderson, Patti Smith, Spyro Gyra, Bryan Adams, Bryan Ferry, Ute Lemper, Manhattan Transfer...

Sayın aklınıza kim geliyorsa işte... Çünkü tam listeyi versek, ayrı ek hazırlamak gerekiyor.

Türkiye'nin konser açısından en şanslı 'ilk' kuşağı olan benim kuşağım, rüyalarına giren pek çok sıkı adamı Açıkhava'da, AKM'de, Lütfi Kırdar'da dinledi.

***

‘‘Ah ne güzel hepsini dinledik’’ muhabbeti yapmak için mevzu yaratıyor değiliz.

Başka bir şey söyleyeceğiz.

Değerli caz festivali müdavimleri, bu sene festivalin az kalsın iptal olacağını biliyor muydunuz?

Dünya çapında saygınlığı olan, aralarında Downbeat gibi dünyanın bir numaralı caz dergisinin de bulunduğu medya organları tarafından sürekli takip edilen, Türkiye için gerçek bir prestij kaynağı olan İstanbul Caz Festivali, maddi ortam yüzünden az kalsın yapılamıyordu.

Bu yılki caz festivalinin maliyeti 1.2 milyon dolar.

Hangi kurdan çarparsanız çarpın, ortada cidi bir maliyet var.

Peki biz Açıkhava'da keyifle o konserleri nasıl seyrettik?

Diyeceksiniz ki, ‘‘Bastırdık parayı, aslanlar gibi, seyrettik.’’

Yani çok pardon, tabii öyle olacak.

Bu ortamda bilet fiyatlarını fazla bulanlar da vardı.

Fakat, sevgili festival insanları biletler yüzde 60 daha pahalı olabilirdi.

Eğer sponsorlar olmasaydı...

Konserlerde ‘‘banner’’ tabir edilen afişlerini gördüğünüz firmalar olmasaydı, 6 Temmuz-21 Temmuz tarihleri arasında Nick Cave veya Omara Portuonda veya Sting'i ancak evlerimizde dinleyecektik.

Bu listeyi daha önce yazdım. Şimdi bir daha yazıyorum. Gerekirse bir daha da yazılır.

Garanki Bankası, Fujifilm, Emirates (Björk'ten sonra Nick Cave'i de onlar getirtti, harbiden helal olsun), Matraş, Turkcell, Pirelli, Rejoice, Roche, Osmanlı Bankası, Aria ve DHL...

Bu isimler destek olmasaydı, Açıkhava'da hep beraber toplanıp kendimiz söyler kendimiz dinlerdik.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Koçbank, The Marmara, Renault var sonra.

Bir de aralarında Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah ve Radikal'in bulunduğu yazılı basın grubuyla atv, Kanal D, NTV, CNN Türk, TRT, CNBC-E ve Show TV'nin bulunduğu televizyonlar var.

Radyoları da yazalım tabii ki: Radyo Foreks, Açık Radyo, NTV Radyo, Mydonose, Oxi-Gen, Eksen ve TRT...

***

Nick Cave & the Bad Seeds konserinden sonra uzun uzun muhabbet ettiğimiz kemancı, ‘‘Kaç yıldır var bu festival?’’ diye sordu.

Cevap verdik.

‘‘Kimler geldi bugüne kadar?’’ dedi.

Daha önceden de antrenmanlı olduğum için ‘‘Miles Davis sizin bu gece çaldığınız sahnede üç gece çalmıştı’’ dedim, düğüm oldu arkadaş.

Festivalin kıymetini bilelim arkadaşlar, gitmesek de görmesek de...
Yazarın Tüm Yazıları