Fermuar diktirin

Hakemlere bir önerim var. Sarı kartlarını gömleklerinin sağ tarafındaki cebe koysunlar. Çünkü sağ elle o cebe ulaşmak ve kart çıkarmak sol cebe göre daha zor olur. Bir de sağ cebe fermuar diktirsinler.

Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra haliyle yorumlar yapıldı. Görsel basında da yazılı basında da birşeyler söylendi ve yazıldı. Herkes aynı fikirde olacak diye bir kanun yok. Hatta bu çok seslilik futbolumuza da fayda getirir. Kamuoyuna da cazip gelir.

Satılan mal daha fazla prim yapar ama bir şartla. Takıma göre yorum yaparsanız, yani renklere göre yorum yaparsanız, baltayı taşa vurursunuz. İçinizde dolaşan renkli kanlardan arınarak yorumlarınızı yapın ki, biraz doğruya yaklaşın. Allahtan maraton programı var. Yoksa çoğunuz işsiz kalacaksınız!

Yalnız benim hakemlik yaptığım spor basınıyla bugünkü arasında fazla bir fark yok. Daha vitrine yeni çıkmaya başlıyorum, Hilmi Ok büyük tehditlere maruz kalmasına rağmen beni İstanbul'da bir Galatasaray- Beşiktaş derbisine gönderdi. Basın tribününde arkadaşlarım da var. Maç oynanırken, onların bana neler dediklerini teker teker biliyorum. Gazetelerine ne yazdırdıklarını ve ne yıldız verdiklerini de hatırlıyorum. Bütün gazetelerde aldığım not bir yıldız. Ne zamana kadar biliyor musunuz?

Değişen birşey yok

O dönemdeki Galatasaray'ın teknik sorumlusu olan Jupp Derwall televizyona çıkıyor ve maçın yorumunu yaptıktan sonra ‘‘Bugün bir hakem seyrettim, Avrupa'da bile bu kalitede hakem az olur’’ diyor. Benim bütün yıldızlarım aniden üçe fırlıyor.

Bugünlerde bakıyorum, değişen yine fazla bir şey yok. Pozisyonlar Fenerbahçe'ye, Galatasaray'a, Beşiktaş'a göre yapılıyor.

Ben size bir şeyi ikaz edeyim... Kendi takımınıza istediğiniz penaltı ve faulün rakip takıma verildiğini düşünün. Veya dönün rakibinizin gördüğü sarı veya kırmızı kartın kendi takımınıza verildiğini hesaplayın. Eğer ikisine de evet diyorsanız, o zaman size söylenecek birşey kalmaz. Bakın şimdi... Serhat atılır diyorsunuz...Ali Güneş atılır diyorsunuz... Luciano atılır diyorsunuz... Yukarıdaki cümleleri düşünün, beyin jimnastiği yapın bu üç futbolcu hakkında karar verin.

Bir korner topunda Tuncay'ın iki kolunu aynı yöne açarak topu engellediği pozisyonda kart verilir diyorsunuz. Bir oyuncu rakip oyuncuyu geçerken ve tehlikeli bir pozisyon varsa, topla elle oynama pozisyonunda sarı kart görebilirsiniz. Bariz gol şansı varsa bu kırmızı da olabilir. Veya bir serbest atışta adam barajın üzerinden fırlayıp topu elle keserse, top kaleye doğru yol almaktadır. Sarı kırmızı yorumunu hakem yapar. Ama nereye gittiği belli olmayan her pozisyonda elle oynamaya sarı kart kullanırsanız, o zaman boşlukta kalırsınız.

Ben size şimdi soruyorum. Tuncay aynı elle oynamayı, ceza alanı dışında değil de içinde yapsaydı ne karar verirdiniz. Hepinizin penaltıda birleşeceksiniz. Ben de doğru diyorum. Peki bu penaltıdan sonra Tuncay'a sarı kart verir misiniz? Kime sorduysam, gelen cevap hayır. Peki nasıl oluyor bu iş böyle. Eğer Tuncay ceza alanı içinde o hareketi yapıp takımı aleyhine hem penaltı yaptırıyor, hem de sarı kart görürse, o zaman ceza alanı dışındaki Tuncay'ın da o hareketine sarı kart verebilirsiniz.

Biz maraton programında bir pozisyonu eksik yaptık. O da Ronaldo'nun Tuncay'a yaptığı hareket. Bence o pozisyonda faul bile yok. Hakem faul verdi, sonradan Ronaldo'nun itirazına olacak ki, sarı kart gösterdi. Yani o pozisyon ceza alanı içinde olsaydı, demek ki Serdar Tatlı penaltı verecekti.

Bakınız, önce şunu iyi bilelim, en tehlikeli kartlar sarı kartlardır. Çünkü geri dönüşü yoktur. Bizde bu kartları maalesef hakemler leblebi gibi kullanıyor. Sonra daha ağır pozisyonu kırmızıya çeviremiyorlar. Kırmızı kart kolaydır, gösterirsin biter. Aslında benim Türk hakemlerine sakın espiri zannetmeyin ama bir önerim var. Sarı kartlarını gömleklerinin sağ tarafındaki cebe koysunlar. Çünkü sağ elle o cebe ulaşmak ve kart çıkarmak sol cebe göre daha zor olur. Bir de sağ cebe fermuar diktirsinler. O fermuarı açayım derken geçen zamanda doğruyu bulacaklarını zannediyorum.

Hep şikayet

İşin başka bir ilginç yanı, basınımızdaki yorumcular, hem sarı kartların çokluğundan şikayet ediyorlar, hem de futbolun tempolu oynanmadığından dert yanıyorlar. Ayrıca pozisyonlar üç büyük takımın aleyhine olunca kılı- tüyü dönen futbolcunun rakibine hemen kırmızı istiyorlar. Siz Beşiktaş- F.Bahçe maçındaki yorumları, Beşiktaş- G.Birliği, F.Bahçe- Samsun maçında da yapabiliyor musunuz? Yapamazsınız, çünkü o zaman üç büyük takımın uçağına binerseniz, seyahatlerde ya taraftardan dayak yersiniz, ya da yöneticilerden hakaret işitirsiniz.

Eskiden ‘‘Kimin arabasına binerse onun türküsünü çalar’’ derlerdi. Şimdi kimin uçağına binersen onun şarkısını yazıp söylüyorsun.

Israrla yapıştı!

ŞENOL Güneş ısrarla istifa etmiyor... Kamuoyundan kendisine büyük tepki var. Ama o, oraya ısrarla yapıştı. Biliyor ki, Milli Takım teknik direktörlüğünden ayrılırsa, Türkiye'de elle tutulur hiç bir takım onunla çalışmaz. Yani ayrılmama sebebi ona göre para değil ama kamuoyuna göre para.

O, bu cümleleri sarfedenlere şereften filan bahsederek, güya cezalandırıyor. Peki yıllar önce kendisi takım kaptanıyken, Trabzonspor'un Zonguldakspor ile oynadığı maçtan bir gün önce santrforları Necmi Perekli'nin arabasına binip şehri terkettiği o meşhur maçta neler olmuştu. Bunu kendisine Milli Takım Dünya Kupası'na giderken, Sabah Gazetesi'nde yazar olduğumda da sordum.

O maçtan sonra bazı futbolcuların paraları geri verdiği, bazılarının da vermediği söylenmişti. Acaba Şenol Güneş hangi gruptaydı bilmiyorum. Açıklarsa sevinirim. Çünkü kendisi beyanatlarında özellikle bazı değerlere çok önem verdiğini söylüyor. Tekrar ediyorum, açıklama gönderirse bu satırlarda keyifle yayınlarım.

Hangisi doğru?..

ÜMİT Milli maçı bitmiş, sanki bizim Ümitleri hakem elemiş. Levent Kızıl bir taraftan veryansın ediyor. Bir bakıyorum yanında Hakan Bilal Kutlualp var ve yangına körükle gidiyor. Kimse çıkıp da ‘‘Kardeşim biz Almanya'daki o golü nasıl yedik’’ demiyor. Hani Volkan'ın rakibin önüne bıraktığı topu kimse konuşmuyor.

Yine Hakan Bilal Kutlualp bu sefer Beşiktaş maçından sonra aynı cümleleri sarfediyor. Yönetici kulübünün hakkını arayacak, bundan doğal bir şey olamaz. Ama ‘‘Ben önce taraftarım, sonra yönetici’’ demeyecek. İki hafta evvel, onun güzel bir demecini okuduştum. Galatasaraylı Ayhan ve De Boer için ‘‘Sarı kırmızılılar artık kaleci sıkıntısı çekmez’’ diye espirili bir yaklaşımı vardı.

Sevgili Kutlualp, inan şu son cümlen o iki maçtan sonra sarfettiğin cümlelerin yanında daha etkili ve de sevimli.

Şimdi kına yakın!..

GALATASARAY'ın Juventus karşısındaki galibiyeti şu açıdan anlamlı. Biz daha hala adamları sıkıştırıyoruz, AB'ye girelim diye. Biz zaten onların apartmanında oturuyoruz. Bu apartmandan atılma şansımız zaten yok. Aslında bizim onları değil, onların bizi zorlaması lazım, ‘‘Ne olur gelin girin’’ diye.

Biraz akıllı olsak, hafif hafif tehdit edici cümlelerle onların vücut kimyalarını bozarız, sonunda da havlu attırırız. Dortmund'da bunu hissettiler, haftaya mutlaka Gelsenkirchen'de bunu hissedecekler. Ama bizim bir grubumuz akıllı değil. En tehlikeli grup da Türkiye'de entel geçinen grubumuz. Savaşa hayır diye PKK ile beraber yaygara yapan entellerimiz, askerimiz, insanımız ölmesin diyordu. Amerika ile beraber Irak'a girip tampon bölge yapsaydık, savaşa girmediğimiz halde şu anda ölen insanımızın 4'te 1'i kadar bile kayıp vermezdik.

Hem de bu hayvanları ve köpekleri inlerinde boğardık. Şimdi bu bombalardan ve suikastlerden sonra kına yakın. Sözüm ona enteller nerenize yakacağını iyi biliyorsunuz.

Hakem farkı...

SON zamanlarda Beşiktaş kaptanı Tayfur'a birşeyler oldu. Hakem nerede bir düdük çalsa, yanında bitip itiraza başlıyor.

Kaptanlık demek, hakeme itiraz hakkı ve konuşma hakkı olan futbolcu demek değildir. Kaptan hakemin lüzumlu gördüğü yerlerde çağırıp ikazını yapacağı bir mercidir. Dikkat ettiniz mi? Önceki gece Galatasaray- Juventus maçında İtalyan ekibinin takımı Conti daha ağzını açar açmaz Nielsen sarıyı suratına yapıştırdı. Conti hala bandını gösteriyordu. Onun için de Nielsen Avrupa'nın üçüncü sıradaki hakemi. Onun için de bizimkiler Avrupa'da yoklar. Onun için de Tayfur veya başka kaptanlar Türkiye'de saksağan gibi hakemin kafasına gaga atarlar.

Lütfen açıklayın

TÜRKİYE'de doping merkezi kuruldu. Artık örneklerden biri dışarıya gönderilmiyor. Peki özellikle Süper Lig'de kaç maçta doping testi yapıldı, merak ediyorum. İkinci, üçüncü Lig ayrı bir alem olsa gerek. Ayrıca bu testlerden çıkan neticeleri, verilen cezaları neden açıklamıyorsunuz?

Hıncal'
ın futbol haricinde yazdığı bazı cesaretli şeyleri beğenirim. Mesela Bilkent'li bir öğrencinin ona gönderdiği mektubu yayınlaması gibi. Hani bu üniversitede uyuşturucu konusunda neler olduğunu gösteren yazı.

Peki şimdi ben size soruyorum. Türkiye Ligleri'nde oynanan maçlarda yapılan doping testlerinde uyuşturucu kullanan futbolcu var mı? Yoksa tamam. Ama varsa! Neler yapıldı merak ediyorum açıklar mısınız?...

Ne dersin Lucescu?

LUCESCU iyi bir teknik adam. Ben beğeniyorum. Elindeki imkanı şartlara göre çok iyi kullanıyor. Bazen konuşunca büyük hatalar yapıyor. Mesela bir röportajında diyor ki, ‘‘Benim de yüzde yüz bir penaltım verilmedi. O zaman bizim de maçımız tekrar edilsin.’’

Bir de misal vermiş, ‘‘Romanya'da Lucescu döneminde Cavuşesku'nun takımının maçları 110 dakika oynanırdı’’ diyor. ‘‘Belki de böyle 50 maç vardı diye devam ediyor.

Sevgili Lucescu, 90 dakikalık bir maçın 101 veya 85 dakika oynatılması bir oyun kuralı ihlalidir. İkinci sarı kartttan kırmızı kart görmeyen ve maça devam eden oyuncu olursa, o maçta gene bir oyun kuralı ihlali vardır. Ama hakem penaltıyı vermezse, bu bir hakem yorumudur. Hiç kimse buna karışamaz.

Lucescu'nun bütün bunların dışında daha vahim cümlesini Fanatik Gazetesi'nde dehşetle okudum. Diyor ki, ‘‘Biz Konya ile maçı Bursa gibi arabalarla gidilebilecek bir yerde oynamak istedik. Ama Futbol Federasyonu'ndan bize 300 kilometreden daha yakında oynayamazsın dediler. Biz kurallara uyan bir takımız. Gittik İzmir'de oynadık. Ama zorlasaydık, eminim ki istediğimiz yerde oynardık.’’

Şimdi burada duralım. Demek ki Lucescu, G.Saray'da ve Beşiktaş'ta çalışırken bazı şeyleri zorlayarak Futbol Federasyonu'na yaptırmışlar. Bu cümleden net bir şekilde o çıkıyor. Ne dersin sayın Lucescu.
Yazarın Tüm Yazıları