Feminizm üzerine

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

DÜN 'Feminizm Belası' başlıklı yazıma cevaplardan birini bu köşeye kesip biçmeden aynen koymuştum. Aslında bu gelen mektuplardan yalnız biri. Ama altına imza atacak kadın o kadar çok ki!

Tepkilerin bolluğu, konunun ne kadar bereketli olduğunu bir kere daha gösterdi.

Olumlu eleştirileri burada yinelemeyeceğim. Tek söyleyeceğim, onların tartışmayı başlatan ilk yazıyı doğru anladığı.

Ne demiştik? Mesele kadınlara, yalnız kadın oldukları için, kötü veya en azından eşitsiz davranışta bulunulması değil. Onu ben de kınıyorum. Hatta daha ileri giderek, bu davranış biçiminin toplumsal bir taban bulmasını, toplumsal normlar arasına katılmasını, meşru gösterilmesini de asla kabullenmiyorum.

Benim 'feminizm belası'ndan anladığım bu değil, başka bir şey .

Benim anladığım bu sözümona 'erkekçe' -ya da diğer bir deyişle 'maço'- tavrın karşısına aynı bağnazlıkta yine sözümona 'kadınca' bir tavırla çıkılması. Cinsiyet ayrımcılığının bu kez kadınlar tarafından yapılması.

İspatı mı? Önce dün yayınladığım okuyucu mektubundaki saldırgan tavır.

Bu mektupta yer alan 'testosteron kokulu yazılar' teşbihini çok mu beğendiniz?

Sonra o 'kalemi kendi küçük penislerinin uzantısı olarak gören' deyimi üzerine de aynı seviyesiz üsluba inemeyeceğim için bir tartışma açmayacağım.

Bu arada 'tabii patronlarınız da izin verirse' lafını şiddetle kınayarak mektubun yazarına iade ediyorum. Bugüne kadar patronumun tek yazıma karıştığını hatırlamıyorum. Bırakın patronu, genel yayın müdürüm veya yazı işleri müdürümün bile böyle bir müdahalesi hiç olmadı. Talimat falan hep birer feminist paranoya ürünü.

İşin aslı şu: Kadınların şikayet ettikleri önemli sorunların tümüne baktığımda bunların birer kadın sorunu olmaktan çok, insan sorunu olduğunu görüyorum.

Yoksa kadınlık sıfatı insanlık sıfatından daha önemli mi de ben mi farkında değilmi?

Pera Palas Oteli

YAZIİŞLERİ toplantısında Emel Armutçu Pera Palas Oteli’ndeki bir etkinliği gündeme getirdi.

'Otelimizin yeni ambiyansında düzenlediğimiz 'Bir Beyoğlu Gecesi'nde Realidad Latina, Ahmet Dündar ve Lena Pavlova’nın tango gösterisi ve Jak Deleon’un 'Pera Palas ve Beyoğlu Geceleri' adlı konuşmasını dinlemeye çağırıyoruz' demişler.

Davetiyede dikkatimi çeken Realidad Latina, tango gösterisi ve sevgili okul arkadaşım ve dostum Jak’ın konuşmasından çok 'otelimizin yeni ambiyansı' sözü oldu. Diğerlerinin hepsi çok güzel, çok hoş, başlıbaşına birer keyif unsuru, ama asıl haber bu 'ambiyans' sözcüğünde.

O akşam olan biten her şey gerçekten güzeldi.

Davet için teşekkürler.

Asıl haber

Asıl habere gelince...

Maalesef yeni ambiyans biraz rötüş ve daha çok bir iyi dilekten öteye geçmiyor. Pera Palas hala eski Pera Palas.

Peki eski olmak kötü mü?

Hayır. İşinizi bilirseniz aksine, eski olmak bir avantaj. Dünyanın her yerinde bu tür oteller birer mücevher muamelesi görüyor. Londra’da Ritz böyle, Grosvenor House böyle.

Dünyanın öbür ucunda da durum farklı değil. Singapur kenti Raffles Hotel’le gurur duyuyor. Burayı milli anıt ilan etmişler. Milli anıt dedikse müze yapmamışlar. Otel şakır şakır çalışıyor. Çalışırken de para basıyor. Çünkü her odası geçmişten sayısız anıyla dolu olmanın ötesinde bir misafire sunulabilecek bütün konforla da donatılmış. Abartı yok, ama şıklık ve zarafet her tarafta da elle tutulur ölçüde hissedilmekte.

Ya bizim Pera Palas’ımız?

Oraya niçin bu tür bir yatırım yapılmaz, anlamış değilim. Kaz değil, boğa gelecek yerden tavuğu esirgiyoruz. Oysa Türk otelciliği son yıllarda büyük yol aldı. Bu işleri becerecek insan potansiyelimiz de var. Sermaye deseniz, böyle bir işe yatırılacak para bulumaz diyeni deli raporuyla hemen tımarhaneye tıkarlar.

Öyleyse sorun nerede?

İstanbul böyle bir anıt kurumdan niçin mahrum ediliyor?

Bu soruların cevaplarını bilen varsa bana da anlatsın alahaşkına.

Tartışma adabı

KİTAPLIĞIMI zaman zaman yeniden düzenlemem gerekiyor. Geçen gün yine böyle bir düzenleme telaşındayken elime Mehmet Ali Kılıçbay’ın bir kitabı geçti.

Kılıçbay, Ortaçağ tarihine özel merakımdan ötürü yazılarından çok iyi tanıdığım birisi. Kendisiyle bir kere Galatasaray’ın pilav gününde karşılaşmıştım. Birkaç kelime konuşup ayrılmıştık. Onu hep çok beğendiğim tarih kitaplarının yazarı ve Ortaçağ tarihi üzerine kaleme alınmış yabancı dilde yazılmış eserlerin mükemmel çevirmeni olarak tanıdım.

O gün kütüphanemde bulduğum kitabı, 'Benim Polemiklerim' adını taşıyordu.

Önsöz’den bir bölüm aklıma takılı kaldı.

Kılıçbay şöyle yazmış...

'Tartışmayı pek beceremeyen bir toplumuz. Buna karşılık 'bildiklerimize' iman etmeyi ve bizim gibi 'bilmeyenlere', yani 'cahillere' küfür etmeyi fazlasıyla iyi biliyoruz.

Düşünmeyi bildiğimiz de pek söylenemez. Daha çok ezberlemeyi tercih ediyoruz.

Zihinsel olanaklarımızı geliştirmek, sentez ve analiz yeteneklerimizi arttırmak, mantıksal bağlar kurmayı öğrenmek yerine, hazır bilgi daha işimize geliyor. Çelişkiler, tutarsızlıklar ve uyumsuzluklardan rahatsızlık duymuyoruz.'

Trafikte yeni kurallar

GEÇEN hafta perşembe günkü yazımda İstanbul’un kendine özgü trafik kurallarından yakınan bir okuyucum, Fulya Durak’ın mektubundan bir kısmı aktarmıştım.

Okuyucum, mektubunun sonunda, 'Ben de karşılaştığım bazı kuralları eklemek istedim, özellikle trafik veya normal polislerin araçlarına ait kuralları' demiş.

İşte kurallar...

Polis arabalarının herhangi bir kural dahilinde gitmesi beklenmemelidir. Onlar sinyal vermezler, ters yönlere girerler, emniyet şeridinde giderler, yolun ortasına park ederler, gişelerde sıra beklemezler, bekleyen herkesin önüne fütursuzca geçerler. Hatta sivil polislerse dahi vatandaşın onların sivil polis olduğunu ’abdala malum olur’ yöntemi ile keşfetmesini ve onlara yol vermesini beklerler. Vatandaş yanlışlıkla niye diye sormak gafletinde bulunur ise ölümle tehdit etmeye kadar işi götürüp, dövmekten beter etmeleri ise çok normal hergün yaşanılabilir bir durumdur.

* * *

Aynı yazı üzerine, yaptığı Bursa kebablarıyla ünlü dostum İsmet Hacıbeyoğlu aradı.

'Aman unutma, bir de yirmi beşinci kural var' dedi.

Daha 'neymiş o?' dememe fırsat bırakmadan ekledi: 'İstanbul’da girilmez sokak veya tek yön yoktur.. Mevcut levhalar kenti süslemek için konulmuştur' !

* * *

Bir başka okuyucum, Can Tunay, ise farklı bir kuralı dile getirmiş. 'Emniyet kemeri takan korkaktır' diyor.

Ben de bu arada diğer okuyucuların katkılarını beklediğimi söyleyeyim...

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları