Fazla şeker ömrü kısaltır

Sağlıklı ve uzun bir ömür sürmek istiyorsanız yapacağınız “önemli değişiklikler listesi”ne şu maddeyi de ekleyin: “Bundan sonra daha az un ve şeker yiyeceğim!”

Elli yaş üstü ölümlerin en önemli nedenleri olan kalp damar hastalıkları, kanserler, şeker hastalığı, hipertansiyon gibi problemlerin hazırlayıcılarının başında unlu ve şekerli yiyecekleri fazla yemek geliyor. Son yüzyılda sağlık alanında inanılmaz başarılara imza atan insanlık âlemi eğer bir gün kendine “nerede yanlış yaptım?” diye bir soru soracak olursa bu sorunun en önemli cevaplarından biri “şeker ve un tüketimini arttırmak” olmalı diye düşünmek yanlış olmaz.
Gerçekten de son yüzyılda yaptığımız en büyük beslenme günahlarının başında bu iki yanlış geliyor. ısterseniz bu fikri doğrulayan birkaç rakam verelim: ıngiltere’de 1800’lü yıllarda 2-3 kiloyu geçmeyen yıllık kişi başı şeker tüketimi, 2000’li yıllarda ise 75 kiloya yükselmiş. Amerika’da fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi 50 yıl evvel kişi başına yılda iki yüz gram iken şimdi 34 kilograma fırlamış.
Milyonlarca yıllık insanlık tarihinin toplamını yirmi dört saat olarak düşünürseniz son yüzyıl bu sürenin en fazla birkaç saniyesi kadardır. ınsan bedeninin (daha da önemlisi genetik yapısının) bu değişime uyum sağlayabilmesi imkânsızdır. Yaşadığımız diyabet, hipertansiyon, obezite, kalp damar hastalıkları ve kanser salgınının baş sorumlularından biri gittikçe artan şeker ve beyaz un tutkumuzdur.

PROBİYOTİK GÜÇ ÖNEMLİDİR

Sağlıklı ve uzun bir hayat sürebilmenin önemli belirleyicilerden biri de bağırsaklarımızda beslediğimiz (!) yüz trilyon civarında mikrop yüküdür ki bu yükün ağırlığı 1-1,5 kiloyu buluyor. şaşırmayın! Bağırsaklarımızda vücudumuzdaki hücre sayısının nerededeyse 10 katı mikrop besliyoruz. Uzmanlar bu mikroplarla yaşadığımız “biyolojik ortaklığın” çok ama çok önemli olduğunu düşünüyor.
Bağırsaklarımızda taşıdığımız bu mikrop yükünün yüzde doksanını yararlı mikroplar oluşturuyor. Zararlı mikroplar yüzde 10 ile azınlıkta kalıyor. Azınlıkta kaldıkları için de herhangi bir zamanda yararlı mikropların sayısı azaldığında hadise çıkarmak için sessizce bekleyip duruyorlar.

İŞBİRLİKÇİ MİKROPLARINIZ ÇOK OLSUN

Bağırsaklarımızdaki “yararlı mikropların” ortak bir isimleri var: Probiyotikler. Probiyotik bakterilerle aramızda karşılıklı çıkar anlayışına dayanan (ama sistemin daha çok bizim lehimize olduğu kesinleşen) bir işbirliği var. Probiyotik mikroplara (insan sağlığı yönünden baktığımızda) “işbirlikçi mikroplar” da diyebiliriz. Onlar bizi sadece zararlı mikroplardan korumakla kalmıyor, ürettikleri vitaminler antibiyotik benzeri maddeler ve enzimlerle de sağlığımıza çok ama çok önemli katkılar yapıyorlar. Mesela B vitamini üretiminin önemli bir bütünü onların omzuna yüklenmiş durumda.

Oluşturdukları “biyolojik bariyer” ile toksik ve alerjik maddelerin kanımıza geçmesini de bu mikroplar engelliyor “iç denge”nin sürdürülebilmesine yardımcı oluyorlar. Eğer probiyotik gücünüz yeterliyse sağlığınızın daha iyi ve daha güçlü olacağı (dolayısıyla hayat kalitenizin artıp ömrünüzün uzayacağı) kesindir.
Ne var ki son yıllarda yaptığımız bazı beslenme hataları bağırsaklarımızdaki bu gücün önemli ölçüde azalmasına (yani faydalı mikropların güçlerini kaybetmelerine) yol açtı. Eğer sağlıklı bir ömür sürmek istiyorsak probiyotik yükümüzü ve gücümüzü arttırmanın bir yolunu bulmamız lazım.

Probiyotik güç nasıl artar?

Probiyotik gücü arttırmanın doğal ve kolay yolları şunlar olabilir:
* Bol bol temiz ve kaliteli -mümkünse günlük- yoğurt, ayran, süt tüketmeliyiz. Özellikle yoğurdu soframızdan eksik etmeyelim.
* Kefirden daha çok ve sık faydalanmalıyız
* Normal bağırsak florasını desteklemek için turşu, boza, sirke gibi geleneksel fermantasyon ürünlerini daha sık yiyip içmeliyiz
* Probiyotik gücü azaltabilecek ilaçlardan (antibiyotikler) ve yiyeceklerden (rafine gıdalar karbonhidratlardan zengin besinler) uzak durmalıyız
* Probiyotik gücü arttırmanın bir yolu da probiyotik bakterilerden hazırlanmış destekleri kullanmaktan geçiyor. Ancak önemli bir noktayı burada yeniden ve ısrarla hatırlatalım: Probiyotik bakterilerin onlarca tipi var. Her birinin faydalı oldukları alanlar ve faydalı olabilme potansiyelleri farklı. Yani her probiyotik işinize yaramayabiliyor. Yani “probiyotik var, probiyotik var!” gibi bir durum söz konusu. Çok ciddi firmaların ürettiği, içinde yeteri kadar kaliteli probiyotik bakteri barındıran probiyotik desteklerin “kaliteli” olanları artık spastik kolit, reflü, gastrit, çölyak hastalığı ve daha pek çok sorunda yardımcı olarak öneriliyor.
Sonuç olarak probiyotikten zengin bir bedeniniz varsa, kalın bağırsak kanserinden meme kanserine pek çok kanserden, Crohm hastalığı, sinirsel kolit gibi reflü, gastrit gibi mide-bağırsak hastalıklarından, seyahat ishallerinden, astım, alerji ve çeşitli enfeksiyon hastalıklarından korunmanızın garanti altına alınacağını toksinlere, ağır metallere ve benzeri zararlara karşı ciddi bir savunma barajına sahip olacağınızı bağırsağınızda zararlı bakterilerin ve mantarların üremesini baskılayacağınızı aklınızdan çıkarmayın.

Gölge çizgisi 50’nci yaştadır

Sonbaharın başladığı yıl hangi yaştadır. “Gölge çizgisini” ne zaman geçeriz? Bu sorunun yanıtı “50’nci yaş” civarı olmalıdır. Orta yaşlara ilk adımların atıldığı, yorgunlukların, çarpıntıların, terleme ve ateş basmalarının ve uyku kaçmalarının başlangıç noktası 50’nci yaş virajındadır. 50’nci yaş önemli ve sert bir virajdır. Bu yaştan sonrası tam bir yaş almadır.
50’nci yaş farkına varmadır, kavramadır, bir şeylerin değişimi daha iyi anlamadır. Önünüzdeki yol farklı bir yol, yaşadığınız zaman farklı bir zamandır. Olgunlaşmanın tadına varmaktır. Bazıları için de koşmak, nefes nefese kalmaktır. Bir şeylerin avuçlarınızın içinden kayıp gittiğini anlamak, kızmak, üzülmek ve biraz da korkmaktır.
50’nci yaş fark atmak, fark yapmaktır. Heyecandır. Ayaklarını yerden kesip uçmaktır! Çizginin dışına çıkmaktır bazen de. ışine, eşine, geçmişine, kendine kızmaktır. En iyisi bu gölge çizgisini geçmeyi doğal sürecine bırakmaktır. Yaşlanmamaya veya yaşlılıktan korkmaya değil formda kalmaya huzura ve keyfe odaklanmaktır. Mutlu bir yaşlı olmaya çalışmaktır.

Mutlu, bilge ve zarif bir yaşlı olun!

Ne zaman yaşlıyız? sorusuna doğru bir yanıt verebilmeniz için yaşlanmak sözcüğünün sizde neleri çağrıştırdığına da dikkat etmelisiniz. Sizin yaşlanmak sözcüğü ile yan yana koymaktan en çok hoşnut kalacağınız sözcükler hangileridir? Huzur, tecrübe, yardımseverlik, saygı, rehberlik... Sorumluluk, servet, sevgi, hoşgörü, bilgelik... Siz bu ve benzeri tanımlamalardan hangisini seviyorsunuz? Bizim favori sözcüklerimiz bilgelik ve zarafettir. Bilgeliğin yaşlanmaya en çok yakışan sözcük olduğunu düşünüyoruz.
Yaşlanmanın zarafet de dâhil diğer tüm dost sözcüklerine bilgelik sözünün altında rahat ve geniş bir yer bulabilirsiniz. Eğer modern tıbbın yardımını alarak genç ve dinamik bir yaşlı olmayı başarabilirseniz, yaşlanmanın tanımını “zinde, formda ve genç yaşlı” ya çevirebilirseniz yaşlanmak ve bilgelik sözcükleri size daha çok yakışacaktır.

35 yaş yolun yarısı değildir!

Bilimsel verilere bakılırsa otuz beş yaş yolun yarısı değil üçte biri olmalı! “Yaş otuz beş yolun yarısı eder” diye başlayan o ölümsüz şiiri bize bağışlayan Cahit Sıtkı Tarancı, sadece 46 yıl yaşadı. Dante yaşlılığın en geç 50’li yaşlarda başladığını düşünüyordu. 18. yüzyıl başlarında Norveç’i gezen bir ıngiliz seyyah ıngiltere’deki dostuna yazdığı mektupta “Bu ülkedeki kadınların çoğu neredeyse 50’li yaşlara kadar yaşıyor!” diyebiliyordu. Beethoven’ın, Mozart’ın, Büyük ıskender’in yaşamlarının ne kadar kısa sürdüğünü biliyor musunuz? şimdi durum çok farklı.
Modern tıptaki yeni buluşlar, genetik bilimdeki dev adımlar, biyoteknolojideki şaşırtıcı gelişmeler ve toplumsal refah düzeyindeki artış önümüzde yepyeni ufuklar oluşturuyor. Yaşlılığın ve yaşlanmanın anlamı hızla değişiyor. Yaşlılık ile mücadele sadece bedensel bir olgu olmaktan çıkıp ruhsal ve bedensel sağlıklı bir örgütlenme haline dönüşüyor.
Yazarın Tüm Yazıları