Faaliyet insanıyla kararlı mücadele

Bu sıcakta evden çıkmak zorunda kalmışım, söylenerek yürüyorum İstiklal Caddesi’ne doğru: "Yok, böyle bir hava olamaz... Elinde buharlı ütüyle biri beni takip ediyor olabilir mi?.."

O esnada cebim titredi, kendime geldim.

"Bu cep cihazı da ısı yayıyor zaten, yok mu kardeşim bunun klimalısı" diye söylenerek açtım.

Topesto arıyor:

"Bira-patates canım..."

Hiç halim yok fakat cevabı yapıştırıyorum:

"Her gün mutlaka..."

Oysa her gün bira-patates ortamımız yok, olsun da istemiyoruz.

Şu sıralar sıkça gösterilen ve her gösterildiğinde titrediğimiz reklamın sloganına gönderme yapıyor arkadaş...

*

Bu havada biralanmanın hiç de akıllıca olmayacağını, hele patates kızartması gibi, adı bile sıcağı çağrıştıran bir olaya eylül ayına kadar girmeyeceğimi söyledim.

Onun da niyeti yokmuş, sadece "Bira-patates canım.../ Her gün mutlaka..." diyalogunu yaşatmak için aramış.

"Eve tramvay hattı koydurmadıysan, arkadan gelen seslerden dışarıda olduğunu tahmin ediyorum" dedi.

"Zekan hep en önemli silahın olmuştu Topesto’cum. Sıcak ve ben bütünleştik geziyoruz" diyerek konuyu kısa kesmek niyetinde olduğumu kuşkuya mahal bırakmayacak bir şekilde belirttim.

Fakat Topesto çok talihsiz bir şekilde "faaliyet insanı" olmuş vaziyette ve program üstüne program yaparak hem kendini hem bizi bitiriyor.

*

Konuya "Faaliyet insanı olmak ne demek? Üç paragrafta örnekler vererek açıkla... İstersen tükenmez kalem kullanabilirsin... Kırmızı kaleme dokunma, yakarım" şeklinde yaklaşanlar çıkabilir; hemen açıklayayım...

Ben nasıl evde bir çamaşır sepeti, bir buzdolabı kapağı gibi duruyorsam, o da öyle duran bir insandır.

Ancak arada sırada seri cinayetler işleyen bir katil gibi azıyor ve kendini o etkinlikten ötekine atan bir insana dönüşüyor.

Seri cinayetler işleyen katillerin, cinayet sonrasında girdikleri sakinleşme dönemine uzmanlar "cooling off period" veya "cooling down period" diyor.

Yani katil cinayet sonrasında rahatlıyor, kendini rölantiye alıyor, sakinleşiyor...

Topesto da yılda bir iki kere böyle ipini koparmış vaziyette gezer, sonra evinde bir karnabahar sessizliğinde oturur.

*

"Sen neredesin Lokman Hekim?.. Anladığım kadarıyla, bira-patates-Topesto üçlüsü şeklinde otururken aklına beni de çağırıp poker oynamak filan geldi herhalde" dedim.

"Sabah kalktım, Beşiktaş’a indim gezdim. Sonra Kadıköy’e geçtim, ıslama köfte yedim. Zihni’de plaklara baktım, Baylan’da ’kup griye’ yedim. Mızmız’a uğradım (bizden tembel olmasın, bir arkadaşımız.) Eve klima taktırmış, atletizm seyrettik televizyonda. Sonra Karaköy’e geçtim, balık-ekmek yedim. Tünel’e çıktım, Robinson’dan kitap aldım, şimdi de Nevizade’de bünyeyi sabitledim. Bira geldi ama patates aradı, biraz gecikecekmiş. Özetle: Gel lan işte!"

"Konuşmandan anladığım kadarıyla ıslama köfte/kup griye/balık-ekmek ve bira sonrasında ya mide fesadı geçireceksin, ya da çotort diye çatlayacaksın. Böyle bir eğlence anlayışım yok benim" dedim.

"Öyle deme, bak şimdi bira kadehini alnıma koyuyorum, coz diye ses çıkıyor... Akşam dışarı çıksak mı? Konser var mıydı bu gece?"

"Zaten dışarıdayız desem ayıp etmiş olur muyum? Bir de şu anda seni göremesem de birayı cidden alnına koyduğunu ve öyle bir ses çıkacağına kalpten inandığını düşünüyorum. Kaç bira oldu?"

"Bira sayılmaz, yaşanır..."

"Bari boynuna kan grubunu filan yazıp as da, acilde muamele kolay olsun. Sen kahve alemine yatay geçiş yap, ben işimi halledeyim, sonra Riko’ya gidelim. Tek başıma etkilemem zor olabilir ama Riko’yla tembellik gücümüzü birleştirerek seni yeniden makul bir insana çevirebiliriz belki" dedim.

*

"Riko’yu da alıp Hisar’a mı gitsek? Eski günlerdeki gibi deniz kenarındaki banklarda sosisli/bira takılırız. Hem dolunay var ooolum bu gece"

"Son kısımdaki romantik çağrışımlı gökyüzü değerlendirmen dışında doğru konuşmaya başladın kardeşim. Sen inine geçmeden önce (Evine böyle diyoruz, alışık merak etmeyin) Riko’yu ara, ben yekten Hisar’a gelirim..."

"Hisar’da konser de vardır..."

"Hı?"

"Yok bişiy..."

"İyi!"

MARTI GÖVÖ RAPORU

Karşı apartmanın damında hayat mücadelesi veren ve mücadelesine soğuk pizzayla filan koltuk çıktığımız Martı Gövö’yle ilgili küçük bir rapor sunmak gerekiyor.

Çıkardığı seslerden birini seçerek Gövö adını koyduğumuz bahtsız martı kardeşimizin hikayesini yazdıktan sonra, "Durumu nedir afacanın birader?" tarzında elektronik posta yollayanlar rahat olsun; kendisini çok az görüyorum.

"Az gördüğüne göre, yoksa yoksa... Aman yarabbim! Oh n’apıciiiz şimdi? Doğruyu söyle, yoksa yatak odasına koşup yastıkları şöyle yumruklaya yumruklaya ağlarım; bişiy mi oldu Gövö’ye?" şeklinde kendimizi kaybetmeyelim lütfen.

Gövö, kendisini manasızca bir şöhrete kavuşturan yazının çıktığı gün uçtu. İlk uçuşta iniş için bacayı tutturamayacak diye korktum fakat 40 yıllık pilot gibi indi eleman.

Şimdi de bütün martılar ne yaparsa onları yapmaya çalışıyor.

Öyle duruyor, etrafa bakıyor, ne versen yiyor ve sesi artık daha kalın çıkıyor.

Komşuyla, bebeklik günlerinin anısını yaşatmak için kendisine yeni ses tonundan dolayı "Aveeeek-vek-vek-vek" gibi yeni bir isim vermedik.

Yine "Gövö" diyoruz. Eskiden de bakmıyordu, şimdi de bakmıyor tabii.

"Dama çıkıp kurtaralım usta" gibi içten mesajlar yollayan sizleri rahatlatayım dedim.

Gövö takılıyor...
Yazarın Tüm Yazıları