Eski ve yeni Ramazanlar

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağar diyen alaycı kişinin karşısına geçip kahkalarla gülebilirsiniz. Çünkü epeydir bit pazarına hiç durmadan nur yağıyor. Türkiye bir zaman tüneline girmiş gibi. Her tarafta nostalji rüzgarları esiyor. Hayatında fes görmemiş insanlar kafalarına fes geçirip dolaşıyor, Beyoğlu'nun sefil ve sefih halinden başkasını bilmeyenler Beyoğlu'na methiyeler düzüyor, Direklerarası'nın yerini bile göstermekten acizler buradaki eğelenceleri anlata anlata bitiremiyor, büyük bir özlem ateşiyle yanıp tutuşuyorlar.

Bu durum Ramazan aylarında nedense daha belirgin bir hale geliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi biraz bu suçlular kervanına dahil ediyorum. Yıllardır, adettendir diyerek, Ramazan aylarında eski günleri anlatan yazılar yazdım. Yine de bunlarda bir özlem havasını yansıtmamaya özen gösterdim. Her dönemin kendi gerçeğini yansıttığını, bundan ötesinin bir tür budalaca bir yaklaşım olduğunu düşündüm. Yazılarımda yalnız hafıza tazelemeyi amaçladım. Bunu yaparken de elden geldiğince en iyi temel kaynaklara başvurmaya çalıştım. Benim suçum bununla sınırlı.

Son yıllarda ise inanılmaz bir biçimde rahatsız olduğum bir durum var. Ramazan ayı başlar başlamaz ortayı birden feraceli güzeller, kantocular, fesli fasıl heyeti mensupları kaplıyor. Allahtan işin içine yüzyıl öncenin çoğu bugün artık yenemez durumda olan yemeklerini karıştırmıyorlar. O kadarıyla da ben teselli buluyorum.

FERACELİ GÜZEL

Besbelli ki, bu işlerin meraklısı ve taliplisi var. Mevcut talebe itiraz, liberalizme uymaz. Talep varsa elbette arz da olacak. Anlaşılamayan nokta, neden bunun bu kadar ilkel bir düzeyde ve neredeyse gülünç bir biçimde gerçekleştirildiği. Bunu bir tür komedi olarak kabul etsek bile, komedi dediğimiz şey bu kadar ayağa mı düştü?

Gazetelerde iftar yemeği veren kuruluşların ilanlarına bakın. Çoğunda bu sözünü ettiğim standart programı bulacaksınız. Saz heyeti, kantocu, feraceli güzel hanende! Bütün bir yıl boyunca bacağını açıp gösteren süper starlarımız Ramazan gelince nedense birden tesettür merakına kapılıyor. Sözümona örtünen örtünene. Magazin dergilerinde bir güzelimizin ayağına takunya giydirip ‘‘haremin gözdesi’’ diye lanse etmişler. Gazetede yazılanlara bakarsanız, güzelimiz buna hiç itiraz etmemiş. Malum, ‘‘reklamın kötüsü olmaz’’ diye bir laf var. Ama yine de ayıptır, günahtır efendiler. Siz hiç takunya ile poz vermiş bir saraylı kadın gördünüz mü? Gördünüzse nerede? Batılı zıpçıktı oryantalistler bile bu kadar cehaleti ve pervasızlığı göze alamamıştı. Kendimizi rezil etmekte başta yine biz geldik. Ne hazin bir tablo!

BİR KARŞILAŞMA

Bir türlü anlayamadığım bir başka nokta da, neden ille de tarih içinde belli bir döneme takılıp kaldığımız. Niye Kanuni Sultan Süleyman'ın dönemine özenilmez de, bir yüzyıl öncesi hatıra gelir hep? Bunu asla anlamış değilim. Bunda belki o dönemin Doğu ile Batı'nın giderek kişiliksizleşen bir sentezini yansıtması mı rol oynamakta. Ben o dönemde Batı ile Doğu'nun eklektik bir biçimde, ünlü antropolog Levi-Strauss'un çerden çöpten birleştirme anlamında kullandığı ‘‘bricolage’’ tipi bir sözde sentez oluşturduğunu düşünüyorum. Her iki kültür de en basit ve yüzeysel biçimleriyle ete kemiğe bürünüp görünmüş bizde. Araba Sevdası'ndan başlayarak nice roman bu mukallit dönemi bir güzel alaya alır.

Geçenlerde Divan Oteli'nde Semahat Arsel ile karşılaştım. Semahat Hanım'da hep Koç ailesinin temel değerlerini bulurum. Yalnız ticari anlamda değil, toplumsal anlamda da bu değerlerin ailede nasıl süregittiğinin canlı tanığıdır kendisi. Ayaküstü sohbetimizde Semahat Hanım, genç kuşağın geleneklerimizi iyi bilmesinin ne kadar önemli olduğundan söz etti. Geleneklerin kökenlerinin ve nedenlerinin ciddi biçimde algılanmasının vazgeçilmezliğinin altını ısrarla çizdi. Değerlerine sahip çıkamayan bir toplumun çağdaş çizgiyi de yakalayamayacağını çok iyi bilen birisinin analizleriydi bunlar.

Bu köşe toplumbilimsel çözümlemeler yapmak için her ne kadar pek uygun sayılmazsa da, bu nostalji rüzgarının toplumdaki değerler karmaşasından ileri geldiği yolundaki iddiamı söylemeden geçemeyeceğim. Cumhuriyetçiler topluma yeni değerleri getirmesine getirdi de, eskinin biraz vahşice silinip süpürülmesinin yarattığı boşluğu tam anlamıyla dolduramadılar galiba. O zaman da ortaya böyle garip özlem tabloları çıkmaya başladı.

Şimdi lütfen elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, bizim geçmişten miras aldığımız veya almamız gereken değerler arasında kantonun, feracenin, Direklerarası'nın ne kadar yeri ve önemi var? Eski uygarlığımız bunlardan mı ibaretti?

YENİ BİR GELENEK

Büyük Britanya ile Türkiye arasında oldum bittim bazı benzerlikler bulurum. Her iki ülke de büyük bir imparatorluğu son yüzyıl içinde zorunlu olarak tasfiye etmek zorunda kalmış ve giderek küçülmüş. Bir imparatorluğu tasfiye etmek kolay iş değil. Biz bu işi resmen bitireli yetmiş beş yıl oldu. Britanya hala tasfiye sürecini yaşıyor.

Aklıma birden böyle bir süreç içindeki Britanya'nın sosyalist başbakanı Tony Blair'in bir yazısı geldi. İdea Politika dergisinde çevirisi yer alan yazısında Blair, aynen şöyle diyor: ‘‘Potansiyelimizin gerçekleşemeyeceği gibi bir hisse kapılmış durumdayız. Britanyalılar ülkeleri ile gurur duymak istiyorlar, ama artık kendilerine olan güvenlerini yitirmiş durumdalar. Güçlü olmak istiyorlar, ancak eski kimliklerini kaybettiklerini ve yeni bir kimlik de yaratamayacaklarını düşünüyorlar. Evet, bunu geriye bakarak bulamayacaklarını biliyorlar. Yeni bir gelecek yaratılmasının kaçınılmaz olduğunu biliyorlar. Bunu yapmak için birçok riskin alınmasının gerektiğini de biliyorlar. Ama gelecekteki yollarına devam ederken geçmişin de en iyi kısımlarını muhafaza etmek istiyorlar.’’

GEÇMİŞTEN DERS

Dikkat edin, bunları söyleyen bir sosyalist başbakan. Üstelik Blair sözlerini şöyle sürdürüyor:

‘‘Büyük Britanya için benim projelerim, potansiyelimiz ve gerçekleştirebildiklerimiz arasındaki bu büyük farkı kapatma ümidim ile yönleniyor. Ülkemizin zengin bir geçmişi olabilir, ancak geçmişimizden ders almaktan çok onunla gurur duymayı tercih ediyoruz. Geçmişimizin kurbanları değil, efendileri olmalıyız. Büyük Britanya'yı genç bir ülke, idealizmi, hoşgörüsü ve adalet isteğinin en önemli nitelikler olduğu bir ülke haline getirmek istiyorum dediğim zaman bunları kastediyorum.’’

Dünya garip. Birisi bana mübarek Ramazan ayıyla ilgili bir yazımda elin İngilizinin sosyalist başbakanından misal getireceğimi söylese, adama açıkça deli muamelesi yapardım. Şimdi ise acaba deliren toplumun ciddi bir kesimi değil de, ben miyim diye şüpheler içinde kıvranıyorum. Allah sonumuzu hayretsin, amin.

Yazarın Tüm Yazıları