Ertuğrul Özkök: Zarf yapıştıran öğretim üyeleri

Erutğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Bir haftalığına tatile çıkmıştım. Niyetim, bu bir hafta boyunca sadece okuyup hiç yazmamaktı.

Ama dün Hürriyet'in manşetinde gördüğüm ‘‘Kampus’’ haberinden sonra kendimi tutamadım.

Bu konudaki düşüncelerimi yazmadan önce, geçen pazartesi gününden beri Sabancı Üniversitesi'nde yaşanan bir heyecanı aktarmak istiyorum.

Sabancı Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti üyelerinden başlayarak önde gelen bütün profesörleri, pazartesi gününden beri zarf yapıştırıyor.

Ne zarfı mı?

Öğretim üyeleri, üniversite sınavında ilk 5000'e giren öğrencilere tek tek mektup yazıyor.

* * *

Mektupta Sabancı Üniversitesi'ni anlatıp niye bu üniversiteye gelmeleri gerektiğini açıklıyorlar.

Bu bir heyecandır. Bu bir coşkudur. Bu bir tutkudur. Bu bir akademik ihtirastır.

Üniversitenin öğretim üyeleri, herhalde dün Hürriyet Gazetesi'nde Orman Bakanı Nami Çağan'ın çaresiz şikáyetlerini ve Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun hüzünlü karşı çıkışlarını okuyunca, müthiş bir düş kırıklığına uğramışlardır.

Dün itibariyle fotoğraf şudur:

Bir yanda Türkiye'nin eğitim kaderini değiştirmeye uğraşan bir tutku, öte yanda bu tutkuyu elindeki törpüyle eğeleyip yuvarlaklaştırmaya çalışan bir devlet aygıtı.

Eminim, aynı düş kırıklığı Koç Üniversitesi'ne müthiş bir ihtirasla sarılan insanlarda da yaşanıyordur.

Çok değil, tam bir hafta önce bugün Sabancı Üniversitesi'nin Tuzla ufkunda güneş gibi doğmakta olan kampusundaydım.

Güya orası ormanmış.

Hayır... Yemin ediyorum ki, coğrafyada bize ‘‘maki’’ diye öğretilen bir tabiat dokusu ile karşılaşmıştık.

Hadi maki diyemiyorsanız çalılık deyin.

Orada gördüğüm çam nüfusu, büyük ihtimamla yerinden sökülerek biraz ileride, büyük saksılarda dikilecekleri yeri bekleyen 700-800 çamdan ibaretti.

Onlar yeniden yerine dikilecekti.

Ama dahası, daha on binlercesi dikilecekti.

Aynı durum Koç Üniversitesi kampusu için de geçerliydi.

On yıl sonra o üniversiteyi ziyaret edecek insanlar, bugünkünden çok daha sık, çok daha yeşil bir tabiat dokusu ile karşılaşacaklar. ‘‘Dı’’ demiyorum. Çünkü Danıştay'ın kararının mutlaka düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum.

Böyle yapacaklarına inanıyorum.

O nedenle daha kesin bir ifadeyle ‘‘karşılaşacaklar’’ diyorum.

Çünkü devlet denilen o görünmez varlığın bu kadar izandan yoksun, bu kadar mantıksız, bu kadar yıkıcı olduğuna inanmak istemiyorum.

* * *

Türkiye'nin önde gelen sanayicileri, işadamları bir süreden beri inanılmaz bir eğitim heyecanını yaşıyorlar.

Size şahsen tanıdıklarımdan onlarca, yüzlerce isim sayabilirim.

Mesela rahmetli Vehbi Koç ve aynı heyecanı, bir aile geleneği olarak sürdüren Rahmi Koç ile Suna Kıraç.

Mesela başta Sakıp Sabancı olmak üzere Güler Sabancı ve ailelerinin öteki fertleri...

Ama en az onlar kadar heyecanlı başkaları.

Mesela Feyyaz Berker. Mesela Asım Kocabıyık. Mesela Şarık Tara.

Mesela Aydın Doğan.

* * *

İsimleri artırmak istemiyorum. Çünkü artırdıkça, dışarıda kalanları, unuttuklarımı üzeceğim diye korkuyorum.

Onlara haksızlık yapacağım diye çekiniyorum.

Mesela bir İbrahim Betil. Kariyerinin zirvesinde bir bankanın başından ayrılıp Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın mütevazı militanlığına soyunmuş bir arkadaşım.

Allah bana da ileride böyle ulvi heyecanlar versin diye dua ediyorum.

Ama bir yandan da müthiş hüzünleniyorum.

Bu insanlar bu heyecanı, damarlarındaki alyuvarlar, sinir sistemlerindeki adrenalinler haline getirdikçe karşılarına dikilen bir devlet görüyorlar.

Oysa bütün hayatımız boyunca, bize devletin engelleyici değil teşvik edici olması gerektiğini öğrettiler.

Hele hele söz konusu olan heyecan eğitim ise...



Yazarın Tüm Yazıları