Ertuğrul Özkök: Mürteci mi yoksa ‘Müslüman Rahip’ mi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

FETHULLAH Gülen adını ilk defa 1980'lerin ortalarında işittim. Aralarında Hürriyet'in de bulunduğu bazı gazetelerde onunla ilgili büyük haberler çıkıyordu.

Haberlerin çoğu onu bir ‘‘irtica kaynağı’’ olarak sunuyordu.

Ancak 80'li yılların sonuna doğru, ben Hürriyet'in Ankara temsilcisiyken verdiği bazı demeçler dikkatimi çekmeye başladı.

TÜRBAN MESELESİ

Fethullah Gülen, Refah Partisi, özellikle de Erbakan üslubu ile konuşmuyordu.

Erbakan ne kadar çatışmacı ise o, o kadar uzlaşmacı bir havada konuşuyordu.

1990 yılının başlarında ülkede yine bir türban krizi yaşanmıştı.

Özal, üniversitelere türbanla girilmesini istiyordu. Ancak devletin başka kademelerinde görüntü böyle değildi.

Hadisenin çok keskinleştiği, tatsız bir çatışmaya gittiği günlerde Fethullah Gülen bir demeç vererek, türban olayının bir kavga konusu haline getirilmemesini istedi.

Hatırlıyorum, o günlerde bu çatışmanın yumuşamasında Gülen'in bu çıkışının etkisi olmuştu.

Benim görüşüm de benzerdi. Ben de, isteyen kız öğrencinin türbanla üniversiteye girmesinden yanaydım.

Ama ben de türbanın bir siyasi savaş aracı haline getirilmesine karşıydım.

İşte o günlerde, o sıralarda Hürriyet'te çalışmakta olan Nuriye Akman'dan ‘‘Gülen'le bir mülakat yapmasını’’ istedim.

Gülen o sıralarda kamuoyunun önüne pek çıkmıyordu.

Daha sonra Nuriye Akman bizim gazeteden ayrıldı.

Ancak Gülen de mülakat başvurusunu o günlerde kabul etti.

MÜLAKAT ÖYKÜSÜ

Böylece Hürriyet adına yapılan bir başvuru, Nuriye'nin ayrılması nedeniyle bir anda Sabah'a yönelmiş oldu.

Tabii hemen ben de, yakın çevresinden Alaattin Kaya aracılığıyla kendisine bir mesaj ilettim.

Nuriye'den bir gün sonra da bana da randevu verdi.

Görüşme İzmir'de olacaktı. Foto editörlüğünden bir arkadaşımızla İzmir'e gittim.

Karabağlar semtinde bir evde buluşacaktık.

İki katlı, sıradan bir evdi.

Küçük bir avlusu vardı.

Evin ikinci katına çıktık. Ayakkabılarımızı çıkarıp bir salona girdik.

Salonda bir divan, bir masa ve sandalyeler vardı.

Her şey çok basitti. Etrafta lüks sayılabilecek tek obje yoktu.

Biraz sonra Gülen geldi ve mülakata başladık.

Bütün konuşmayı teybe aldım. O gün aklıma gelen bütün soruları sordum.

Bana göre en önemlilerinden biri de, ‘‘Sizce din mi daha önemlidir, yoksa Türklük mü’’ sorusu idi.

Türklüğe çok bağlı olduğunu hissettiren bir cevap vermişti.

İki mülakat Hürriyet ve Sabah'ta aynı gün yayınlanmaya başladı.

Sabah'ta Nuriye Akman imzasıyla yayınlandı.

Ben ise imzamı koymadım.

Bu mülakatlar Gülen'in kamuoyuna ilk açılış kararının sonucuydu.

BİLİYORDUK DİYENLER

Fethullah Gülen ilk defa bu kadar ayrıntılı biçimde kamuoyu önüne çıkıyordu.

Hatta hangi takımı tuttuğu bile sorulmuştu.

Daha sonraki dönemde başka birçok mülakat daha verdi.

Televizyon programlarına katıldı.

Kendi çizgisindeki ‘‘Edebiyatçılar ve Yazarlar Vakfı’’ gibi örgütler, Türkiye'nin her kesiminden başarılı insana ödüller verdi.

Bu ödüllerin konusu her zaman ‘‘hoşgörü ve uzlaşma’’ydı.

Çoğu tanınmış kişi de bu ödülleri aldı.

Daha sonra bazıları bu ödülleri aldığı için, bir tür özeleştiri yaptı.

Ama Toktamış Ateş ve Bülent Ecevit gibi başka bazıları, dürüst bir tavır sergileyerek, ‘‘Biz bunları bilincimizle yaptık’’ demeye getirdiler.

Şimdi Fethullah Gülen hakkında çok ağır suçlamalarla dava açıldı.

İddianamede yer alan zehir zemberek ifadeleri dikkatle okudum.

Kendi kendime, ‘‘Acaba 15 yıldır izlediğim bu insan bir başkası mıydı’’ diye sormadan edemedim.

AĞLAYAN ADAM

Türban gibi çok hassas bir meselede, kendisine yakın bazı çevreleri bile kızdıracak ölçüde uzlaşmacı bir tavır sergileyen bu insan, 15 yıl boyunca bizlerin gözünü boyamış olabilir mi diye kendi kendimi sorguladım.

Ben kendi payıma son yıllarda Fethullah Gülen'le ilgili kanaatimi yavaş yavaş oluşturmaya başlamıştım.

Özellikle kasetlerde, ağlayarak verdiği o vaazları dinledikten sonra, kafamdaki profil oluşmuştu.

Bana göre Gülen, özellikle Amerika'da çok rastlanan ‘‘preacher’’ adı verilen konuşma sanatının en ince ayrıntılarına hákim bir ‘‘Müslüman rahip’’ti.

Kurduğu okullara giden herkes de çok etkilenerek dönüyordu.

O nedenle Başbakan Ecevit'in Gülen konusundaki tavrını çok iyi anladığımı zannediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları