Ertuğrul Özkök: Biraz sessizlik lütfen

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

İdam konusunda kafamda iki derin fotoğraf var. Biri çok eski yıllardan... İzmir'den. Yıl 1958 veya 60'ın hemen başıydı.

İzmir'de halka açık bir meydanda yapılan son infazı seyretmiştim.

Bir kadını ve çocuğunu öldüren katil, Montrö Meydanı'nda asılmıştı.

İdam sehpası, Fuar'ın kapısındaki bir ağacın altına kurulmuştu.

Beyaz bir gömlek, yana yatmış kırık bir boyun, yere düşmüş tek ayakkabı ve sehpada sallanan ağır bir gövde...

Breughel tablolarındaki bir ortaçağ meydanını hatırlatan o infaz gününden aklımda kalan fotoğraf buydu.

Bütün hayatım boyunca aklımdan ve görüntü hafızamdan hiç çıkmadı.

* * *

O sahneyi gördükten kısa süre sonra Adnan Menderes'in idam fotoğrafını gazetelerde gördüm.

O an benim için tam anlamıyla bir şoktu.

Evimizde sabaha kadar Kuran okundu.

O gün anladım ki, bazı idamlar birilerinin ruhunu sakinleştirirken, başkalarının ruhunda ağıtlar yaktırıyor.

İkinci fotoğraf ise daha yakın yıllardan.

Fransa'dan.

Yıl 1974 veya 1975'ti. Cezaevlerinden birinde isyan çıkmış ve iki mahkûm iki gardiyanı öldürmüştü.

Mahkûmlar yargılandı. İdama mahkûm edildiler.

İlk şaşkınlığı o sırada yaşadım. Ben Fransa'da idam cezası yok sanıyordum.

İkinci şaşkınlığı cezanın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması sırasında yaşadım.

Gardiyan ve polis sendikaları Elysee Sarayı'na neredeyse bir baskın yaptılar.

O dönemin Cumhurbaşkanı Pompidou'ya idam kararını neredeyse zorla imzalattılar.

Ama asıl şaşkınlığı infaz sırasında yaşadım.

İki gardiyan katili hakkındaki karar, Paris'in ortasındaki bir cezaevinde infaz edildi.

Hem de nasıl mı?

Kafaları giyotinle kesilerek.

Ben giyotin denilen aletin Fransız İhtilali'nde kaldığını sanıyordum.

Meğer 1974 yılında bile hálá faaliyetteymiş...

Fransa idam cezasını 1981 yılında kaldırdı.

Bu cesareti gösteren kişi ise Mitterrand'dı.

* * *

Türkiye, 1960'lı yıllardan bu yana üçüncü büyük idam tartışmasını yaşıyor.

Birincisi rahmetli Menderes'ti. İkinci Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı.

Şimdiyse Abdullah Öcalan...

Zor ve acılı bir tartışma.

Bir tarafta şehit ve gazi anaları. Koskoca bir milletin boğazında düğümlenmiş duygular.

Öteki tarafta, ‘‘Acaba bu, hak ettiğimiz büyük barış için bir fırsat olabilir mi’’ duyguları.

İkisi de samimi, ikisi de insani...

Bir tarafta yitirilmiş evlatlar, öteki tarafta yitirilebilecek evlatlar.

Evlat kaybetmenin ne olduğunu dünyada en iyi bilen anneler. Öteki tarafta evlat kaybetme endişesi ile yaşayan anneler.

Ve bir tarafta da İtalya gibi sorumsuz ve gürültücü devletler.

Gezdiği Kürt kampında ‘‘Merak etmeyin asamazlar’’ diyerek, Türk milletini tahrik eden ajan provokatörler.

* * *

İnsanı, ‘‘Nah astıramazsın’’ deme raddesine getiren, harici gazelciler.

Türkiye bu sorumsuzlara, bu tahrikçilere kulağını tıkamak zorunda.

Çünkü Türkiye'nin serinkanlı, sakin bir değerlendirmeye ihtiyacı var.

Tarihinin bu en kritik kararını hiçbir dış etki altında kalmadan, sakin bir durum muhasebesinin sonunda almaya ihtiyacı var.

Çünkü bu muhasebe bizi ilgilendiriyor.

Onlar orada, biz ise buradayız.

Onlar hariçten gazel okuyacaklar, biz ise birlikte, yan yana yaşayacağız.

Sakin ve serinkanlı bir muhasebe.

O yüzden dışardakilere sesleniyorum.

Eğer gerçekten iyi niyetliyseniz, biraz susun. Gürültüyü kesin. Bizi kendimizle baş başa bırakın.

Bırakın o derin muhasebeyi kendi kendimize yapalım.

Eminiz ki herkes için en iyi sonuç bu sessiz ve steril muhasebeden çıkacaktır.



Yazarın Tüm Yazıları