Ertuğrul Özkök: Artık birimiz fazlayız

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

HÜRRİYET Gazetesi'nde yazı yazmaya 1987 yılında başladım. Düzensiz aralarla yazıyordum.

Yazılarım ‘‘Ankara'dan’’ başlığı taşıyan bir logonun altında yayınlanıyordu.

Yanında da temsili bir Ankara Kalesi vardı.

Bu başlığı benden önceki Ankara Temsilcisi Mehmet Ali Kışlalı'dan devralmıştım.

O da aynı başlık altında yazardı.

* * *

Daha sonra genel yayın yönetmeni olarak İstanbul'a geldim.

Ama yazılarım hálá ‘‘Ankara'dan’’ başlığı ile yayınlanıyordu.

Çünkü genel yayın yönetmenliği görevini bir an önce bitirip tekrar Ankara'ya dönmek istiyordum.

O başlığı hiç mi hiç sevmiyordum.

Ama bana yeniden Ankara'ya dönme umudu verdiği için aynı başlıkla devam ediyordu.

Patronum Erol Simavi ise içimdeki Ankara tutkusunu bir an önce bitirip beni İstanbul'a bağlamak istiyordu.

O nedenle bir gün bana ‘‘Bu başlığı değiştir’’ dedi.

Bir süre idare etmeye çalıştım.

‘‘İyi bir isim bulamıyorum’’ gibi bahaneler uydurdum.

Ama sonunda bir kere daha bastırdı ve ben yaratıcı hiçbir başlık bulamadığım için akla gelebilecek en banal, en sıradan başlığı koydum.

‘‘Politika...’’

Böylece hayatta en fazla nefret ettiğim şey, hayatımı kazandığım yazılarımın başlığı oldu.

* * *

Bu başlığa hiçbir zaman ısınamadım.

Hep, bana ait olmayan, benim dışımda bir nesne gibi orada durdu.

Üstelik logoyla birlikte biraz daha büyüyerek, beni hasta eden bir alameti farika gibi oraya oturdu.

Onunla birlikte yaşamayı öğrenmeye çalıştım.

Yazarların köşe başlıkları ve logoları zamanla onların isimleri gibi oluyor.

Deri gibi insanın sırtına geçiyor.

Onu sevmeseniz bile onunla yaşamak zorunda kalıyorsunuz.

‘‘Pazar yazıları’’ belki de bu başlığa olan hıncımdan doğdu.

‘‘Pazar Yazısı’’ başlığını hem daha kendime yakın, hem daha ‘‘bana ait’’ buldum.

O nedenle özel günler sayesinde bu akraba başlığı hep çoğaltmaya çalıştım.

‘‘Bayram yazıları’’ işte böyle bir türevin ürünü olarak doğdu.

Beni bu ‘‘Politika’’ başlığından uzaklaştıran her özel gün, benim mahremim oldu.

Onları daha çok sevdim.

* * *

Politikadan hiçbir zaman hazzetmedim.

İş dünyama bile sokmamaya çalıştım.

Kendime ait saatlere ise hiç mi hiç sokmadım.

Politik konular açıldığı zaman hep sıkıldım.

Ve hep kendi kendime şu soruyu sordum.

‘‘Gazeteci olmak için ille de politikadan hoşlanmak gerekir mi?’’

İşte bu sorudan hareketle genel yayın yönetmenliğim dönemimde hayatın politika dışındaki alanlarına çok daha fazla ilgi duydum.

Zaman zaman gazetede politikanın ağırlığını azaltmakla eleştirildim.

O nedenle zaman zaman şüphelere düştüm. ‘‘Acaba şahsi ilgilerimi, şahsi ilgisizliklerimi çok fazla mı yöneticiliğime bulaştırıyorum’’ diye kendi kendimi sorguladım.

Ama şimdi geriye baktığım zaman bu şüphelerimin çok haklı olmadığı duygusunu taşıyorum.

Türk basını politikanın, Ankara'nın dar, zaman zaman da çok sıkıcı coğrafyasının dışına çıkmayı öğreniyor.

Aslında yaptığımız çok ileri, çok yeni bir şey değil.

Halkın çoktan keşfettiği, daha güzel ve daha insani bir dünyayı bizler yeni keşfediyoruz.

* * *

İşte o yüzden özel günlerde odamda yalnız başıma kaldığım zaman kendi kendime şunu soruyorum:

‘‘Daha ne kadar bu başlıkla birlikte yaşayabilirim?’’

Ben ondan nefret ediyorum, o da benden...

Birbirinin zıddı siyamlı ikizler gibi, daha ne kadar süre gövdelerimiz böyle yapışık kalabilir.

Ben onu bir tarafa çekmeye çalışırken, o beni kendimden bile soğutan bu yabancı hudutlara çekmeye çalışabilir?

Galiba ikimizden biri artık ötekinden kurtulmalı.

Ya ben bu başlığı değiştirmeliyim, ya da o beni...

Anlayacağınız birimiz fazlayız.

Yazarın Tüm Yazıları