Erkek işi değil, beyin işi

Güncelleme Tarihi:

Erkek işi değil, beyin işi
Oluşturulma Tarihi: Ekim 10, 1997 00:00

Haberin Devamı

Hız, tehlike ve heyecan... Otomobil yarışı denildiği zaman insanın ilk aklına gelenler... Bir kere piste çıkıp yarıştıktan sonra aklınız yarışlarda kalıyor. Yarışlara katılmak için elinizden geleni yapıyorsunuz, yarışmacı olamıyorsanız, seyirci oluyorsunuz ve bir kez tattığınız duyguyu yeniden yakalamaya çalışıyorsunuz.

Bir çeşit bağımlılık yarattığı söyleniyor bu sporun. İster ralli yapın, ister pistte yarışın. Otomobilin markası o kadar önemli değil. Yeter ki, siz içinde olun, yeter...

Evet, otomobil yarışlarına tutkun olanların sözbirliği etmişcesine kullandıkları ifade bu... Tabii ki, diğer sporlarda olduğu gibi otomobil yarışı da sınıflara ayrılıyor ve ustalık derecelerine göre farklı katagorilerde yarışılıyor.

Ancak, bu sporu yapmak o kadar kolay değil. Bir defa fizik kondisyonunuzun güçlü olması lazım. Sonra, konsantrasyon ve dikkatiniz de hayli yüksek olmalı. Bedeninizin ve kafanızın sağlam olması yetmiyor. Bir de çelik gibi sinirlere sahip olmak gerekiyor. Bunlardan biri olmazsa, olmuyor. Yani yarışçı olamıyorsunuz.

Aklınızla bedeniniz bütünlük içinde olacak ve beyninizden gelen komutlara bedeniniz anında cevap verecek. Dikkatiniz, yarış boyunca hep aynı derecede kalacak. Bedeniniz, yarış boyunca onca ağırlığa, sıcağa ve gerilime dayanacak.

Bu koşullara ancak erkekler dayanabilir, diye düşünecek olursanız yanılırsınız. Kadınlar, ‘‘Biz de varız’’ diyorlar ve erkeklerle birlikte aynı pistte eşit koşullarda yarışıyorlar.

Olağandışı bir beraberlik

Özlem ve Murat Beşer çifti Shell Helix'in düzenlediği otomobil yarışı için elemelere birlikte katılıyorlar. Oldukça uzun süren elemeler sırasında erkek, eleniyor, kadın ise, yarışçı olabileceğini kanıtlıyor.

Ve işte bu an, beklenen olağan davranışların yerine olağanüstü bir beraberliğin örneğini sergilemeye başlıyorlar. Erkek, karısını beklenmedik bir biçimde destekliyor.

Hem de hiçbir komplekse kapılmadan. Hem de gurur duyarak destekliyor. Üstelik bu arada geçirdiği kaza sonucu boynundaki üç disk kaydığı için hastanede yatmak zorunda. Ve tam bu sırada eşinin yarışlara katılması gerek. Ve kendisini tamamen unutup karısını yarışlara neredeyse zorla gönderiyor.

Özlem'in, ‘‘Seni böyle bırakıp nasıl giderim, yarışamam’’ demesine aldırış etmeden ‘‘Şayet bu yarışa katılırsan ben kendimi daha iyi hissedeceğim’’ diyerek onu ikna ediyor ve yarışlara katılmasını sağlıyor.

İnanılır gibi değil fakat gerçek bir beraberliğin, olması gereken bir anlayışın bu kadar mükemmel bir biçimde sergilendiğine tanık olduğunuz zaman, inanıyorsunuz. Sevginin ve paylaşmanın böyle olması gerektiğini düşünüyorsunuz.

Neden yapmayacakmışım

Özlem, son derece zarif, ince, hassas görünümlü, bakımlı, çok hoş bir kadın. Ve ona baktığım zaman, böylesi sert ve tehlikeli görünen bir sporu yapmak isteyeceğini düşünemiyorum. Ve hemen ‘‘Neden’’ diye soruyorum. ‘‘Bu yarışlara katılmak isteyişimin birçok nedeni vardı’’ diyor. ‘‘Özellikle motor sporlarının erkek sporu olduğu gibi bir fikir vardı. Fakat, ben de araba kullanıyordum. O zaman neden katılmayacaktım. Yapabileceğime inanıyordum. Ve, erkeklerin yapabildiği hemen herşeyi kadınların da yapabileceğine inanıyorum. Murat, bu yarışlara katılacağını ilk kez gelip söylediği zaman, ben de yarışmak istediğimi dile getirdim. Önce çok şaşırdı. ‘Yapamazsın' dedi. Ben de, ‘Neden yapamayacakmışım, ben de araba kullanıyorum' dedim. Bunun üzerine benim için de gidip form aldı. Böylece ikimiz birden aynı anda elemelere katıldık. Sonra elemeler sırasında o elendi, ben kaldım.’’

Murat'a dönüp neden elendiğini sorduğum zaman ilginç bir cevap veriyor. Erkek sporu olarak, hemen bütün erkekler tarafından aynı şekilde algılandığının düpedüz bir yansımasıydı. Şöyle diyordu: ‘‘Kendime çok güveniyordum. Nasıl olsa, bunların hepsini çok kolay yaparım dedim. Herkesin yürüdüğü yerde ben koşarak geçmeye kalktım ve tabii dengemi kaybedip düştüm. Sonra, belli aralıklarla konulan kukaların arasından arabayla geçerken birkaçını devirdim. Son derece sert ve hırslı davrandığım için de tabii elendim. Fakat, artık ne yapmam gerektiğini biliyorum. Böylece ne kadar hırslı ve telaşlı olduğumun farkına vardım. ’’

Murat'ın verdiği bu cevap üzerine Yusuf Avimelek'in sözleri aklıma geliyor. Şöyle diyordu; ‘‘Arabanıza yumuşak dokunacaksınız. Ona asla sert davranmayacaksınız. Tıpkı bir kadına davranır gibi. Böylece, arabanızı tanıyabilir ve nerede ne yapabileceğini iyi bilirsiniz.’’

Özlem'in başarısının sırrı da böylece anlaşılmış oluyordu. O bir kadındı ve arabasına nasıl dokunacağı öğretilmediği halde biliyordu. Peki hiç korkmuyor muydu? ‘‘Hem beden, hem zihin, hem de sinirlerinizin sınırlarını keşfediyorsunuz. Ve daima kendinizi aşmaya çalışıyorsunuz. Zamana karşı kendinizle yarışıyorsunuz. Bedeninizi ve zihninizi zorlarken sinirlerinizi güçlendirmeniz gerekiyor. Aklınızın verdiği komutlara bedeninizin anında cevap vermesi gerek. Bir saniyelik bir gecikme sadece yarışı kaybetmenize değil, yoldan çıkmanıza veya kaza yapmanıza neden olabiliyor.’’

Ona bu yarışı tehlikeli bulup bulmadığını soruyorum. ‘‘Bence, sokaklar, caddeler çok daha tehlikeli...’’ diyor. İlk yarış anında neler hissettiğini ise şöyle anlatıyor: ‘‘Yarış anı gelmişti. Heyecanımın doruğuna ulaşmıştım. Evet, düpedüz direksiyonun başına geçecek ve piste çıkacaktım. Aylardır bu anı, hayaller kurarak, heyecanla beklemiştim. Bütün elemelerden geçmiş ve yarışmaya hak kazanmıştım. Nihayet, gerçek bir pistte, bir sürü yarışçı ile birlikte yarışacaktım. Hala inanamıyordum. Yarış anı yaklaşıyor, saatler ilerliyordu. Ve kalbim de ilerleyen saatle birlikte çılgınlar gibi atıyordu. Arabaya binerken bacaklarım titriyordu. Koltuğa nasıl oturduğumu hatırlamıyorum. Emniyet kemerlerini bağlamaya başladım. Kapıyı kapattım. Ve kontağı çalıştırdım. Sol bacağım artık kontrolümden çıkmıştı. Öyle bir titriyordu ki, iki elimle bacağımı tutuyordum ve bir taraftan ‘Tanrım ne olur yardım et' diye yakarıyordum.

Müthiş heyecan yaşıyorum

‘‘Start düzlüğüne dizilip kırmızı ışıkların sönüp yeşil ışıkların yanmasıyla birlikte yarış başladı. Birinci tur derken ikinci tur da bitti. Bu sırada sakinleşeceğimi umuyordum, fakat, nafile... Bacağımın titremesi durmuyordu... Dördüncü ve beşinci turda sakinleşmiş, tamamen konsantre olmuştum. Onuncu turu da kazasız tamamlamış ve yarışı bitirmeyi başarmıştım. Bu çok önemli birşeydi. Çünkü, müthiş bir yağmurla birlikte yarış başlamıştı. Birden görüş mesafesi, sıfır olmuştu. Bütün düşüncemiz, yarışı tamamlayabilmek ve yoldan çıkmadan, finişi görebilmekti. Evet, müthiş bir heyecan yaşamıştım. Sonraki yarışlarda bu derece olmasa bile her seferinde tuhaf bir biçimde çok heyecanlanıyorum.’’

Özlem, kendini yarış anına kaptırmış, nasıl heyecanlandığını anlatırken Murat'a bakıyorum. O sırada sanki, kendisi yarışacakmış gibi büyük bir heyecan içinde, yerinde duramıyor. Bir o yana bir bu yana koşturuyor. Elindeki fotoğraf makinesiyle hemen bütün açılardan karısının fotoğraflarını çekiyor. Bütün yarışlarda (Bir yarış hariç) eşinin yanında, onu destekliyor ve sürekli moral veriyor. Bu arada acaba hiç kıskanmıyor mu, diye düşünüyor ve Murat'a soruyorum; ‘‘Özlem, Tekirdağ'dan tek başına İstanbul'a geliyor. Sonra grup halinde eğitim yapıyor, yarışlara hazırlanıyor. Üstelik 16 kişilik grupta sadece üç kadın var. Diğerleri erkek ve onlarla birlikte yarışıyor. Bugün, birçok erkeğin, karısına böyle birşey yaptırmayacağını biliyorum. Ben Özlem'in ne başarısını ne de erkeklerle birlikte yarışıyor olmasını kıskanıyorum. Tersine, Özlem'e güveniyor ve onunla gurur duyuyorum. Hem böylece birlikte çok daha fazla şeyleri paylaşıyor ve ilişkimiz çok daha güzel oluyor.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!