Erdal Sağlam: Türkiye'nin kaderi için tarihi karar


Erdal SAĞLAM
Haberin Devamı

UYGULANAN ekonomik program sonuçlarını vermeye başladı. Enflasyon Ocak ayı sonunda son 14 yılın en düşük düzeyine, yüzde 30'un altına indi. Mart sonunda yüzde 25'e inme umudu var.

Ama işte tam böyle bir dönemde, ekonomik program kritik bir kararın eşiğine getirildi.

Hükümet uygulanan ekonomi politikaları konusunda bir yol ayrımına geldi. Aslında bu Hükümet'in yol ayrımı değil, Türkiye'nin yol ayrımı. Hükümet, ya düşük enflasyonlu, çağdaş ekonomik ve siyasi sisteme sahip gelişmiş ülkeler sınıfına girme, ya da yolsuzluğun sürekli olduğu, yüksek ve istikrarsız enflasyona sahip, gelir dağılımı bozuk, siyasi istikrarı olmayan, dış müdahalelere sürekli açık ‘‘muz cumhuriyetleri’’ arasında yerine alma konusunda tercih yapacak.

Bugünlerde çocuklarımızın geleceğini belirleyecek seçim yapılacak.

İlk işaretler olumlu değil. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, önceki gün şöyle demiş:

‘‘Önümüzdeki hafta bütün kesimlerin sıkıntılarını rahatlatacak olan bir dizi tedbiri kamuoyuna açıklayacağız. Bu kesinlikle programın sulandırılması, programdan sapılması anlamına gelmiyor. Bu, programın ana hedeflerinden taviz vermeden, programın toplumu getirdiği yükü bir anlamda adil bölüştürmek, bazı kesimlerin bu program nedeniyle yok olmasını, çok ciddi sıkıntıya girmesini önlemek için yapılması gereken bir çalışmadır.’’

Herşeyden önce belirtelim ki, Yılmaz aksini söylese de, bütün kesimlerin sıkıntılarını rahatlatmak demek, programı bozmak demektir. Kaynak yok ve Yılmaz'ın kastettiği kesimlerin istekleri belli. Bu istekleri karşılamanın imkanı yok. Bu programa başlanırken mevcut rant sistemin bozulacağı, çağdaş, politik etkiden uzak bir sistem kurulup, enflasyonun düşüşüyle iyi yönetilmeyen işletmelerin zora gireceği biliniyordu. Sıkıntı çekileceği belliyken, şimdi mi görüldü?

‘‘Yükün adil dağılımı’’ bahanesi ise saçma. 9 Aralık 1999'da IMF'ye verilen Niyet Mektubu'nun 5. Paragrafı aynen şöyle:

‘‘Yüksek enflasyon ortamı yüksek reel faizler ve istikrarsız büyümeden en fazla zarar görenler yüksek getiri sağlayan varlıklara yatırım yapamayan ve sadece çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirle geçinen toplumun daha düşük gelirli insanlarıdır. Enflasyon ve yüksek reel faizlerin azaltılması yalnızca uzun dönemde Türkiye'nin büyüme beklentilerini yükseltmeyecek aynı zamanda ekonomik kaynakların daha eşit ve etkin olarak dağılmasına da öncülük edecektir.’’

PİYASA DEĞİL SARAY EKONOMİSİ

Kısacası; enflasyonun düşüşünden tedirgin olanların paçası tutuştu. Enflasyon düşünce fahiş kárlarının azalacağını, iyi çalıştıramadıkları, paralarını dışarda tutup sermaye koymadıkları işletmelerini kaybedeceklerini anladılar. Dar ve sabit gelirli kesimin lehine olan, gelir dağılımını düzeltecek enflasyon düşüş sürecini kesmek istiyorlar. Yapısalları önleyerek, yolsuzlukların kol gezdiği, devletten nemalandıkları sistemi geri istiyorlar. Dillerinin altındaki bakla da belli..

Hükümet ortakları elde edilen başarıyı kullanmak ve programı güçlendirmek yerine, yeniden ulufe sistemine dönme eğilimi taşıyorlar. Gerek Mesut Yılmaz, gerekse Başbakan Ecevit, sanki ‘‘hem ulufe dağıtıp, hem de program yürütülürmüş’’ gibi demeçler veriyorlar...

Vergideki yanlış karardan sonra beklenen oldu, Bağ-Kur, SSK prim affı istiyorlar. ‘‘Bankalara 20 milyar dolar verildi, bize de 10 milyar dolar verilsin’’ diyorlar. İyi o zaman, 10 milyar dolar verilsin, ama onların işletmeleri de bankalar gibi kamulaştırılsın. Var mı böyle bir şey...

Bu, Türkiye'in kaderiyle oynamak olur. Bu, piyasa ekonomisi kuracağız derken, ulufe dağıtan ‘‘saray ekonomisi’’ uygulamak olur. Buradan geri dönüş olursa, program bozulursa, çok büyük kriz gelir. Hükümet, umarız bugün başlayacak toplantılarla ekonomik ve siyasi intihara kalkışmaz...

Yazarın Tüm Yazıları