Enkaz üzerinde ayakta kalmak

DÜNKÜ yazımın son cümlesindeki soru şuydu:"Vatan nedir?"

Yüzlerce cevaptan biri de şudur:

"Gün geldiğinde, kin ve nefreti unutabilmektir hocam."

Gazetecilikte geçirdiğim iyi ve kötü günlerin bana öğrettiği en büyük ders budur:

"Kin ve nefreti unutabilmek."

Hiçbir nefreti bir yıldan fazla taşıyamadım.

Bünyem buna müsaade etmedi.

Benim için iyi midir, kötü müdür bilmiyorum.

Ama emin olduğum bir şey var.

İnsan kin ve nefretle yaşadığı zaman, ölümü de kin ve nefretten olur.

* * *

Aynı kaide, toplumlar için de geçerlidir.

Kin ve nefretle yaşayan toplumların sonu, kin ve nefretten olur.

Hele hele bir milletin en acılı, en duygulu gününde bile, ajandasındaki ideolojiyi toplumun damarına zerk etmekten başka bir şey düşünmeyen insanlar, hava ve su yerine bu egoizmi solumaya devam ediyorsa...

Ve o insanlar bir toplumun millet haline gelebilmesinin önünde en büyük engel olmaya devam ediyorlarsa.

İşte orada durup düşünmek lazım.

Birtakım insanların egoizmi, şahsi ihtirası, kişisel ajandası, bir milletin kaderi olamaz.

Olmamalıdır.

Dünkü yazımı bu düşünceyle bitirmiştim.

* * *

Bugün yazıma ise, işte bu egoizmi aşabilmiş bazı insanların tavrı ile başlayacağım.

Diyarbakır Barosu, Tabipler Odası ve işadamlarının ortak çağrısı ile.

Çağrının özeti şu:

"Demokratik talepler için adam öldürülmesi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Silahlı şiddet sorunların çözümünün yöntemi hiçbir zaman olmamalıdır. 1990’lı yıllara dönmek istemiyoruz."

Bu çağrıyı yapan kurumların temsil ettiği insanlar kim?

Tabipler Odası.

Yani insanları yaşatmaya uğraşan insanlar.

Baro:

Yani bir toplumun adalet duygusu içinde yaşaması için uğraşan bir mesleği yapan insanlar.

Sanayici ve İşadamları Derneği:

Yani, insanların üretmesi, daha müreffeh yaşaması için çalışan girişimciler.

Üstelik bir terör örgütünün ölüm dehşeti yaratmaya çalıştığı bir bölgenin insanları.

Böyle bir ortamda, kin ve nefreti unutup, yaptıkları işin onlara emrettiği çağrıyı yapıyorlar.

* * *

İşte o nedenle diyorum.

Bugün Türkiye’de, hepimizi bölen, bitap düşüren, kavga ettiren konuları bir süre için olsun rafa kaldırma zamanıdır.

Şehit çocuklarımızın gencecik bedenleri önünde bir an olsun durup kendi kendimize sormanın zamanıdır:

Bizim, kin ve nefret üzerine kurulu egoizmi sürdürmeye hakkımız var mı?

Böyle bir günde, içinde en küçük acıma duygusu, hüznün, acının en küçük zerresini taşımayan yazılarla, demeçlerle, kendi fikrimizi dünyanın tek gerçeğiymiş gibi köşelerimize, kürsülerimize taşımaya hakkımız var mı?

Ben "Yok" diyorum.

Bir de şunu diyorum.

Bu toplumda kin ve nefreti tecrit edebilmeliyiz.

Eğer bunu istiyorsak, işe önce kendi mesleğimizden, yani gazetecilerden başlamalıyız.

Kin ve nefreti önce bu meslekte tecrit edebilmeliyiz.

Hayatını kin ve nefretten kazanan siyasetçileri, gazetecileri, kanaat önderlerini tecrit edebilmeliyiz.

Yoksa bu kin ve nefret hepimizi götürür.

Kendimiz o egoist nefret üzerinde ayakta kalırken, koskoca bir milleti enkaza çeviririz.

Bir milletin enkazı üzerinde dimdik ayakta kalabilmek eğer bir marifetse, buyurun her gün o nefretinizi saçmaya devam edin.
Yazarın Tüm Yazıları