Enerjide uluslararası tahkimden korkmayalım

HÜRRİYET'te birkaç gündür bazı enerji santrallarına el koyulacağı haberleri yer alıyor.

Gerekçe son derece haklı: Fahiş fiyat.

Belli ki, geçmişte iktidardaki siyasetçi-yatırımcı işbirliği ile Türkiye kazıklanmış.

Bildik, alıştık bir durum. Son 50 yıldır Türkiye'nin kaderi bu zaten.

Bu gerekçeden yola çıkarak hükümetin haksız olduğunu söylemek mümkün değil.

Ne var ki, gerekçe haklı bile olsa maksat bağcıyı ‘‘marizlemek’’ değil de üzüm yemekse yöntem bu olmamalı.

Bu santralları BOT (yap-işlet-devret) modeliyle yapan kuruluşlar Enerji Bakanlığı'na çağrılmalı.

Bunlarla her şey sil baştan edilerek ‘‘namuslu’’ bir pazarlık yapılmalı.

Gerçek yatırım miktarı ve üretim maliyeti bulunarak ‘‘enerji satış fiyatı’’ yeniden tespit edilmeli.

Ve bu işletmeler yoluna devam etmeli.

Bunu kabul etmeyen işletmecilerle de uluslararası tahkime gitmekten çekinilmemeli.

Çünkü gelişmiş ülkeler artık üçüncü dünya ülkelerini ‘‘yolunacak kaz, sağılacak inek’’ gibi görme politikalarını bir yana bıraktılar.

Bunun kendilerine dönen maliyetinin çok daha yüksek olduğunun farkındalar.

Bu yüzden tahkim, bu kuruluşların Türkiye'de ‘‘ahlaksız politikacılarla’’ işbirliği içinde ülkeyi ‘‘dolandırdıklarına’’ kanaat getirirse Türkiye lehine karar vermekten çekinmeyecektir.

Bunu yapmak ve uluslararası kabul görecek yasal bir yolu takip etmektense bu işletmelere el koymak, yabancı yatırım peşindeki Türkiye'nin önünü açmaz.

Çünkü kimse bu firmaların ne yaptığını incelemeyecek, Türkiye'de iktidar değişiklikleri sonrasında yapılan sözleşmelerin geçerliliğinin de kalmadığı yolunda yanlış bir yargı yerleşecektir.

Bu ‘‘inancın maliyeti’’, Türkiye için bu işletmelerin yaratacağı zarardan çok daha fazla olabilir.

Oysa tahkim yoluyla bu sözleşmelerin birer ‘‘üçkáğıt’’ olduğu ortaya çıktığı anda sadece uluslararası ticari saygınlık açısından değil, siyaset açısından da çok büyük kazanç elde edeceğiz.

Bu sözleşmelerin altında imzası olan siyasetçi ve bürokratların da ‘‘ne mal’’ olduğu anlaşılacak.

Popstar


POPSTAR Yarışması, Türk televizyon seyircisinin yeni gündem maddesi.

Benim de televizyonda düzenli olarak seyrettiğim ender programlardan biri.

Bazen gülerek, bazen gözlerim dolarak izlediğim müthiş bir drama.

‘‘Albüm kapağında benim özürlü olduğum görünmeyecek ki’’ diyen gençle gözlerim dolarken, beline taktığı cep telefonu, kumaş pantolonun altındaki terlikleri ve BMC tamponu gibi bıyıklarıyla hangi dilde olduğu belli olmayan bir yabancı şarkıyı seslendiren 50 yaşlarındaki ‘‘Popstar adayı’’ ile kahkahayı patlatıyorum.

İzleyicilerden ise her gün yüzlerce şikáyet geliyor. Jürinin tavrına kızıyor, eleştiriyor, hatta lanetliyorlar.

Oysa bu bir televizyon formatı.

Bu yarışma dünyanın her yerinde böyle.

Sesini veya görüntüsünü yarışmanın adıyla bir araya getirip bir kez daha düşünmeden ‘‘yarışmacı’’ olanlara her yerde jüri böyle davranıyor.

Hatta daha da kötü davranıyor.

Ayrıca da bırakın formatı bir tarafa, Anadolu'nun bir köşesinde birkaç bin aday dinliyorsunuz ve sizin de ekranda gördüğünüz ‘‘tiplerle’’ karşılaşıyorsunuz.

Allah aşkına söyleyin, siz de sinirlenmez misiniz? Üstelik de kimse kimseyi bu yarışmaya zorla sokmuyor. Popstar olmak isteyenler kendileri geliyor, kendi risklerini alıyorlar.

Üstelik de sadece jüri aşağılamıyor, yarışmacılar da yeri geldiğinde jüriyi aşağılıyorlar. Hatta jüri, kendi içinde kavga ediyor.

Sonuçta bu bir televizyon şovu. Kızıyorsanız seyretmezsiniz. Bu kadar basit...

Sadık İlhan maşa mı?


STAR'daki Telegol programındaki ‘‘düzeysizlik’’ çok konuşuldu ama bu düzeysizliğe rağmen programdan fışkıran ‘‘iddia’’ güme götürülmeye çalışılıyor.

Sadık İlhan isimli bir hakem, MHK Başkanı'nın kendisine talimat vererek bir takımı kayırmasını istediğini açıkladı.

Üzerinden yıllar geçtikten sonra yapılan açıklamaların fazla kıymeti olmaz ama burada durum bir miktar farklı.

Çünkü iddialarda adı geçen MHK Başkanı Bülent Yavuz, halen MHK Başkanı.

Bu olay hukukun üstün olduğu ‘‘medeni’’ bir ülkede olsa, o gün MHK Başkanı görevden ayrılır, Futbol Federasyonu bir soruşturma başlatır ve Bülent Yavuz aklanıncaya kadar değil MHK Başkanlığı'nı sürdürmek, futbol sahalarının yakınından bile geçirilmez.

Ama burası ‘‘medeni’’ bir ülke değil, hukukun üstünlüğü ise bahse konu dahi edilmiyor.

Ancak şurası bir gerçek ki, Türk futbolunda at izi ile it izi artık birbirine girmiş durumda.

Böyle müthiş bir iddia ortada dolaşırken, sözüne güvenilir bazı kişiler de Sadık İlhan'ın yıllardır Merkez Hakem Komitesi'nden şikáyet eden bir kulüp başkanı tarafından yönlendirildiğini söylüyor ve bu işin MHK'yı yok etmek için kurulmuş bir tezgáh olduğunu anlatıyorlar.

Böyle bir ortamda ‘‘Fair Play’’den söz edip şampiyon olmaya çalışanlara ise kendi taraftarları bile gülüyor.

Fıkra mı acaba?


BAZI olaylar ve görüntüler bana çok beğendiğim bir fıkrayı hatırlattı. Aktarayım, siz de ne demek istediğimi anlayın:

Genç kız eve gelir ve annesine acı haberi verir: ‘‘Hamileyim.’’

Anne köpürür. Bağırır çağırır ve kızının başına bu işi açan şerefsizin hemen gelip yaptığı rezaleti temizlemesini ister.

Kız karnındaki bebeğin babasını arar.

Yarım saat sonra evin kapısında bir Ferrari durur. İçinden kırk yaşlarında, yakışıklı, kır saçlı biri iner.

Adam içeri girer ve teklifini yapar:

‘‘Haklısınız. Kızınıza haksızlık ettim ancak evliyim ve kızınızla evlenemem. Fakat şunu yapabilirim: Eğer kızınız bir kız çocuğu doğurursa kızınıza bir milyon dolar veririm, bebeğe 2 milyon dolar veririm. Ve kızınıza yaşam boyu ayda 50 bin dolar maaş bağlarım.

Çocuk erkek olursa kızınıza 2 milyon dolar veririm. Çocuğa da üç fabrika veririm. Kızınıza da yaşam boyu ayda 100 bin dolar veririm.

Çocuklar ikiz olursa aynı şeyi her bir çocuk için veririm.

Fakat eğer kızınız bebeği düşürürse...’’

Anne hemen atılır:

‘‘Hiç üzülmeyin, bir daha yaparsınız.’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Yargı mensupları, yakınlarını nerede çalıştırdıklarına dikkat ettiği zaman.
Yazarın Tüm Yazıları