Enerji Bakanı: Buzdağının ucunu gördünüz

ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler aradı. ‘‘Aynen yazdığınız gibi olacak. Bizim de başından beri izlediğimiz yöntem bu’’ dedi.

Hatırlayacaksınız, ben yazılarımda ‘‘yap-işlet-devret yöntemiyle enerji üretimi yapan ve bunları siyasi bağlantılarla devlete pahalıya satan yatırımcılarla pazarlık edilmeden ve bu pazarlıklardan sonuç alınmaması halinde tahkime gidilmeden, bunların enerji üretim tesislerine el koyulmasının yanlış olacağını’’ yazmıştım.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Güler, kendilerinin de izlediği yöntemin ‘‘birebir’’ bu olduğunu söyledi.

Bakan Güler'le epey sohbet ettik.

Anlattıkça içim karardı ve Türkiye'nin yıllardan beri bu bakanlık vasıtasıyla nasıl soyulduğunu dinledim.

Bakan Güler sadece yap-işlet-devret konularında değil, imtiyaz devri sözleşmelerinde de büyük ‘‘sorunlar’’ olduğunu, ÇEAŞ ve Kepez'in de bunlardan ikisi olduğunu aktardı.

Bakan'ın en vurucu lafı, ‘‘Nereye el atsanız karışık işlerle karşılaşıyorsunuz’’ oldu..

Güler, bakanlığındaki ‘‘yolsuzluk ve usulsüzlükleri’’ bir buzdağına benzetti.

‘‘Görünen, gördüğünüz, açıklanan bölümleri buzdağının görünen tarafı. Altı misli misli büyük çıkacak’’ dedi ve şu anda ‘‘buzkıran’’ vazifesi gördüklerini aktardı:

‘‘Buzkıranız ama öyle ince bir buz tabakasını kırmıyoruz. Buzdağlarını kırarak ilerlemeye çalışıyoruz’’ diye anlattı durumu.

Bakanlığında yıllardan beri bir soygun düzeni kurulduğunu, soygunun sistematik hale getirildiği söyleyen Bakan, ‘‘Önce soygun için bulunan yöntemi çözüyoruz, sonra soygunu ortaya çıkarabiliyoruz’’ dedi.

Yolsuzluğun sadece enerji üretim sözleşmeleri ile sınırlı olmadığını madencilik, petrol alımı, doğalgaz nakli gibi bakanlığın uhdesindeki bütün konularda ‘‘garipliklerle’’ karşılaştıklarını aktardı.

Bakan garip bir yapı kurulduğunu ve bu garip yapının sanki olması gereken yapıymış gibi sunulduğunu söylerken, ‘‘Biz bu meselelerin üzerine gidiyoruz. Kararlıyız, gideceğiz de ama destek lazım’’ dedi.

‘‘Siyasi destekten mi söz ediyorsunuz?’’ diye sordum.

‘‘Hayır’’ dedi. Siyasi destekten yana sorun yoktu. Ama toplumsal destek konusunda sitemkárdı.

‘‘Siz bu konuları yazıyorsunuz. Yıllardır yazıyorsunuz. Biz şimdi görüyoruz ki, sizin yazdıklarınızın eksiği var fazlası yok. Ama bunun toplumsal bir mücadeleye dönmesi lazım. Medyaya çok iş düşüyor’’ dedi.

Vallahi ben kendi adıma buradayım. Bu ülkeyi soyanlarla kim mücadele ederse, ben onun yanında, önünde, neresinde olmak gerekirse orasındayım.

Yumoş'la mı yıkandın Cem?


GEÇEN gün Cem Uzan'ı markette gördüm. Yumuşatıcı alıyordu..

Şaka, şaka, görmedim.

Zaten o markete falan gitmez ki!

Helikopterle gezen adam markete mi gidecek.

Ama aniden ‘‘yumuşayınca’’ ‘‘Acaba?’’ dedim!

Şaka bir yana bir ‘‘Uzanolog’’ olarak birkaç hafta önce Uzan'a ‘‘Kavga etme, iktidara yanaş’’ tavsiyesi yapıldığını yazmıştım.

Tavsiyeyi yapan Uzanlar'ın yükselişinde büyük payı olan ve Türkiye'de uzun yıllar yönetimde bulunmuş bir siyasetçiydi.

Yanlış hatırlamıyorsam bunu da yazmıştım.

Bu eski siyasetçi Uzanlar'a, ‘‘Kavgayı bırakın ben Tayyip Erdoğan'la aranızı yaparım’’ demişti.

Cem Uzan önce bunu dinlemedi. Her zaman yaptığı gibi kendi dikine gitmeye çalıştı ama deniz bitti.

Şimdi tornistan yapmaya çalışıyor.

Demediğini bırakmadığı, vatan haini, rejim düşmanı ilan ettiği Tayyip Erdoğan'a ‘‘İkimiz de bu ülkenin iyiliğini istiyoruz. Gel işbirliği yapalım’’ diyor.

Kimse de sormuyor: ‘‘Cem hani bu adam rejim düşmanıydı. IMF'ciydi. Sen kendi paçanı kurtarmak için rejim düşmanı dediğin adamla işbirliği yapıyorsan sana kim inanır.’’

Sormuyorlar çünkü Cem Uzan'a zaten inanan yok.

O da bunu bildiği için Tayyip Erdoğan'a yamanmaya çalışıyor.

Adamlarını bakanlara yolluyor, Başbakan'dan randevu koparmaya çalışıyor.

Yani benim haftalar önce işaret ettiğim noktaya geliyor.

Peki Erdoğan yer mi?

Uzan'a yapılan tavsiyeyi ilk duyduğum zaman Başbakan Erdoğan'a bu konuyu sormuştum. Yanıtı özdü.

‘‘Benim bu kişilerle şahsi meselem yok. Bu yüzden de araya kimsenin girmesine gerek yok. Yargı önünde aklanabiliyorlarsa aklansınlar. Ülkeye verdikleri zararı ödesinler. Sonra herkes gibi iş yapmaya devam edebiliyorlarsa etsinler.’’

Tayyip Erdoğan'
ın bu duruşu çok doğru bir duruş.

Uzanlar'la aynı kareye girdiği anda bütün güvenilirliğini yitireceğini biliyor.

Gürüz varken bu iş çözülmez


KEMAL Gürüz, Türkiye'nin en önemli sorunu olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye'yi düşünenler gereksiz YÖK ve imam hatip gerginliğini ortadan kaldırmak için uğraşırken, Kemal Gürüz tam tersini yapıyor. TÜSİAD ‘‘değerli’’ bilim adamlarıyla bir çalışma yapıyor ve Milli Eğitim Bakanı'na sunuyor. Üniversitelerarası Kurul çalışıyor. Başbakan gerilimi azaltmak için geri adım atıyor. Tam işler ‘‘hallolabilir’’ noktaya geliyor, Kemal Gürüz ortaya fırlıyor ve yeniden ortamı ‘‘geriyor’’.Allah aşkına siz Kemal Gürüz'ün meselesinin Türkiye'de rejimi korumak olduğuna inanıyor musunuz?

Şahsen ben inanmıyorum.

O kendi, bence çarpık düzenini korumak istiyor.

Bugüne kadar hiçbir önemli sorununu çözemediği üniversiter sistemini tartışmak ve düzeltmek şimdi aklına geliyor. Kemal Gürüz'ün niyeti üzüm yemek falan değil.

Bağcıyla kavga edip, yıllardır bağa verdiği tahribatı kaynatmak. Bu yüzden çözüm yoluna mayın döşeyip duruyor.

Gürüz'ün başkanı olduğu bir YÖK'le hükümet arasında gerçek bir uzlaşma ne olursa olsun mümkün değil. Ben Futbol Federasyonu Başkanı olsaydım Fenerbahçe ile federasyon arasındaki sorunları çözme ihtimalim, YÖK Başkanı olarak Gürüz'ün hükümetle arasında olan sorunları çözme ihtimalinden daha fazla.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İnsanlara yarattıkları sorunun büyüklüğü oranında değer vermediğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları