En son kocalar duyar

Yukarıdaki ifadeye bakıp köşemi satılığa çıkardığımı sanmayın, sadece iyi tanıdığım birine bir günlüğüne, geçici olarak emanet ettim. Hiç boşuna heveslenmeyin yani. Bu arada ben ve kızım doktor kontrolüne gidiyoruz. Yarın görüşürüz...

22 sene bir adamla birlikte olduğunda haliyle verebileceğin hediyeler tükeniyor. Sevgililer Günü, ilk çıkma günü, evlilik yıldönümü, doğum günü... Bir an geliyor çektiğin bütün o numaralar, yaratıcı hediyeler Allah seni inandırsın bitiveriyor.

Ama aksi gibi, kocan da bu sene 40 yaşına giriyor!

Evet, saksıyı çalıştırmak icap ediyor.

Anladın:

‘Onu bir çeyrek asır daha kendime bağlamak, hareket kabiliyetini kısıtlamak ve ilgisini canlı tutmak için ona bir sürpriz yapmak lazım’ diyorum ve 6 ay öncesinden düşünmeye başlıyorum.

Aklıma gelen ilk fikir, baş başa bir tatildi.

Kıyarsın paraya, gidersin dünyanın bir ucundaki tropik bir adaya...

Ama sonra bir röportajda okudum.

Yoksa senin yaptığın bir röportaj mıydı?

‘Aşk, şahit istermiş...’

Demek öyle!

Belki de 40. yaş gününü başkalarıyla paylaşmak, onu bir başımıza olmaktan daha çok mutlu ederdi.

Ne yalan söyleyeyim beni ederdi...

Peki o zaman...

Kolları sıvamanın ve şahitlere bu aşkın büyüklüğünü kanıtlamanın zamanıdır...

*

Farklı bir şey olsun istedim. Hayatının değişik kesitlerindeki insanları bir araya getireyim istedim. E senden saklayacak halim yok, hırs da yaptım, ‘Öyle bir parti olmalı ki’ dedim, ‘Çocukluk arkadaşları, lise arkadaşları, üniversite arkadaşları, askerlik arkadaşları, iş arkadaşları Rotary arkadaşları bir araya gelsin...’

Onun için önemi olan 150 şahsiyet...

Gelsin de...

‘Onları ortak bir tema etrafında birleştirmek lazım...’

Neden diye sorma.

Öyle işte.

Hayatta her şeyin bir konsepti vardır.

Bu doğum günü partisinin de olmalı.

Buldum:

‘Rüzgar Gibi Geçti.’

Sonra 150 kişinin Vivien Leigh ve Clark Cable olmakta zorlanacağına karar verdim.

Yakın bir arkadaşım şöyle dedi:

‘70’li yıllara ne dersin?’

Belki dünyanın en dáhiyane fikri değildi ama beni kurtarırdı. Çünkü alternatifi çoktu. Bakınız: Belgin Doruk, Filiz Akın, Türkan Şoray...

Evet, konsept bu olmalıydı.

Hazırlık süreçleri muhteşemdi.

Biz gizli bir çeteydik, Illuminati gibi bir şey, kocadan gizli iş çeviriyorduk. Önce TRT’nin sitesine girdik. O yıllarda neler olmuş bir güzel dökümünü aldık. Dört bir koldan çalıştık.

Biri partinin olacağı kulübün duvarlarını süslemek için o senelere ait sinema afişlerini topluyor, her gelen yeni afiş, gizli örgüt faaliyetimizde bir zafer sarhoşluğu yaşatıyor: ‘Yaşasın! Bülbül Çıkacak Kuş Çıkacak filminin afişi de bulunmuş!’, bir diğeri o yıllara ait müzikleri bir CD’ye çekiyor. Diğeri, barkovizyon gösterisi için benden kocamın kişisel tarihine ait en özel fotoğraflarını seçmemi bekliyor...

Ve bütün bunlar o küçücük şehirde olup bitiyor.

Hiçbir şeyin hiç kimseden gizli kalmadığı bu şehir, 2 ay bu sırrı saklıyor.

Oley ki ne oley!

Bizimki bir şeyler çevirdiğimizin farkında ama...

Kestiremiyor...

*

Bu arada bir şaşırtmaca yapmayı ihmal etmiyoruz.

E biz de az alçak değiliz!

Bu sürpriz partiyi doğum gününden bir hafta sonra yapacağız...

Doğum gününde ise sadece bir kaç arkadaş yemeğe gideceğiz, bir 2.5 dakikalık film hazırladık onu gösterip, hediyelerimizi vereceğiz. O da kahrolacak. ‘Günler boyu fısır fısır planladığınız şey bu muydu?’ diye başımızın etini yiyecek...

Evet, tam planladığımız gibi oluyor.

Doğum günü akşamı yemeğe gidiliyor.

Şehirde yeni açılan bir restorana.

Kadere bak ki, o gün lağım patlamış, restoranın önünde bir vidanjör duruyor. Bir de şehirde kısmi bir elektrik kesintisi var, restoran da zifiri karanlık. Her şey fazlasıyla sevimsiz yani. Doğum günü çocuğu ise gözümüzün içine bakıyor, büyük sürprizi bekliyor.

Ama sürpriz filan yok.

40. yaşına zavallı öyle giriyor.

En küs sesiyle bana ‘Beni bu akşam bir otele götürmeyi bile mi akıl edemedin?’ diyor.

Ve içine kapanıyor.

En yakın erkek arkadaşını ihanetle suçluyor.

Bütün dostluklarını yeni baştan sorguluyor.

Meğer, ne umutlar beslermiş.

Zannediyor ki görüp göreceği budur...

*

Ama tabii yanılıyor!

Sonunda o gece geliyor.

Bir derneğin gösterisi bahane edilerek evden çıkarılıyor.

Yol boyunca söyleniyor:

‘Bu dernek işi de nereden çıktı? Şart mıdır?’

Derneğin gösterisinin yapılacağı kulübün salonuna adımını attığı anda, yüzündeki değişim serüveni başlıyor. Salondaki herkesin üzerinde 70’li yılların kıyafeti var. Sadece bu olsa iyi, yüzlerinde de bir maske var.

Farkına varması zaman alıyor ama o maske kendi yüzü...

150 tane kendisinden var!

Ve aynı anda kıyamet kopuyor:

‘İyi ki doğduuuun, iyi ki doğduuuun...’

Tek tek maskeleri açıp, her defasında yeni bir çığlık atıyor:

‘Sen de mi burdasın, sen de mi burdasın?’

Arkasından bir barkovizyon gösterisi, bizimkinin hayat hikayesi... Tabii ağlatmak amacıyla... Sonra 70’li yıllara yönelik bir bilgi yarışması... Kazanana cep fotoroman... Charlie’nin Melekleri, McMillan ve Karısı, Emma Peal, Petroçelli, Kaygısızlar, Tatlı Cadı, Bonanza, Dallas, Kaçak, Komser Kolombo... Bu dizilerin orijinal müzikleri ve dizilerden görüntüler...

İş bu noktaya geldiğinde kasılmış bir tek adalesi kalmıyor.

En gevşek, en mutlu haliyle, sahneye çıkıp herkese teşekkür ediyor:

‘10 gündür size azap çektiriyorum. Hepinizi ihanetle suçluyorum. Ve şimdi buradan bütün o laflarımı geri alıyorum. İzin verin bu geceyi yaşayayım. Yarın beni vurun...’ diyor.

Operasyon tamam!

*

Tabii ki amacım onu mutlu etmekti.

40’lı yaşlarına keyifli girmesini sağlamaktı.

Şimdi düşünüyorum da...

Sadece bu kadar mı?

Tek amaç bu mu?

Bunda kendime çıkardığım pay, paye yok mu?

Nasıl olsa geçip gitti, rahatlıkla itiraf edebilirim:

Olmaz mı?

Ben aslında o partiyi, onun kadar kendim için de yaptım.

Kendi gücümü görmek ve göstermek için yaptım.

‘Korkun benden!’ demek istedim.

‘En son kocalar duyar’ demek istedim.

Neleri nereye kadar organize edebileceğimi kanıtlamaya çalıştım.

Tabii ki küçük çaplı bir meydan okumaydı...

Hayat da zaten bir meydan okuma değil mi?

HAMİŞ:
Yakından tanıdığım bu kadın benim ablam. Olayın kahramanı da eniştem. Eniştemi severim, Allah yardımcısı olsun!
Yazarın Tüm Yazıları