Emniyet Müdürü’ne ne gerek var?

KAFASI kesilerek cesedi çöp kutusuna atılan genç kızın katili hálá yakalanabilmiş değil.

Suç ortakları da serbest!

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, "suç ortağı zanlılarının neden serbest olduğunu" soran Ayşe Arman’a şu yanıtı veriyor:

"Bunu bana değil, hákime soracaksınız."

Yargıcın bu kararı nasıl verdiğini herkes gibi ben de merak ediyorum. Adalet Bakanlığı, bu konuda bir açıklama yaparsa, kamuoyunda uyanan şüpheyi ortadan kaldırabilir.

Celalettin Cerrah, Ayşe Arman’ın sorularını yanıtlarken, öldürülen kızın ailesine yönelik suçlayıcı imalarda da bulunuyor.

"Kızlarını yeteri kadar takip etselerdi başına bunlar gelmezdi" anlamına gelecek sözler söylüyor.

Bir Emniyet Müdürü’nün bırakın dillendirmeyi, aklına bile getirmemesi gereken sözler bunlar.

Ve şöyle bir yanıtı da olmalı: İstanbul gibi bir kentte, aileler çocuklarının güvende olmadığı gerçeğini de hesaba katacaklarsa, bu kentte bir Emniyet Müdürü’ne ve böyle büyük bir polis teşkilatına ne gerek var?

Polisin görevi bir suç varsa, suçluyu yakalamaktır. Suç kurbanlarının ailelerini modası geçmiş ahlakçı sözlerle eleştirmek değil!

Cerrah, bulunduğu makamı gerçekten hak etmek istiyorsa olanaklarını seferber etmeli ve katil ile suç ortaklarını yakalamalıdır.

Bunu yapana kadar susup bir kenarda durmasını, acılı insanlara saygılı olmasını ve modası geçmiş fikirlerini kendine saklamasını öneririm.

’El bebek gül bebek’ meselesi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını kim yazıyor, gerçekten merak ediyorum.

Erdoğan, Obama’nın 1915 Ermeni tehciri sırasında meydana gelen olaylar için "büyük felaket" deyimini kullanmasını şöyle eleştiriyor:

"Türkiye, el bebek gül bebek okşanacak bir ülke değildir."

"El bebek gül bebek" deyimini, "şımartılarak, adeta pamuk sargılar içinde her türlü dış etkenden korunarak büyütülen" anlamında kullanıyoruz.

Bu deyimin, Obama’nın konuşmasıysa ortaya koyduğu durum ile nasıl bir ilgisi var, anlayamadım.

Çünkü Başbakan, konuşmasının o bölümünde Türkiye’nin çocuk yerine konularak kandırılamayacağını anlatmaya çalışıyor.

Ve bu herhalde "el bebek gül bebek" durumuyla açıklanabilecek bir şey de değil.

Başbakan’ın da Türkçe bilgisinin bunun farkında olmasına olanak verecek düzeyde olduğunu biliyoruz.

Böyle olduğu için de konuşmasındaki bu tuhaflığı, "aldatıldığını bilmekten kaynaklanan öfke" ile açıklayabiliyorum.

Dış politikada ardı ardına yaşanan "kandırılma" olayları Başbakan’ın vücut kimyasını bir kez daha bozmuş olmalı.

Obama’ya güvenip Azerbaycan ile ilişkileri bozmak, Rasmussen konusunda "elde edilen kazanımların" tamamen hayal mahsulü olduğunun ortaya çıkması, hükümette yapılacağı söylenen "revizyonun" Dışişleri Bakanı’ndan başlaması gerektiğini gösteriyor.

Milli Eğitim Bakanı’nın açıklaması

ENGELLİ çocukların özel yabancı ortaöğretim okulları sınavına alınmasını engelleyen düzenlemeyle ilgili olarak yazdığım yorum üzerine Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’ten bir açıklama aldım.

Çelik yazımı "peşin hüküm ve ideolojik karın ağrısı" ile yazdığımı söylüyor. Sınav şartlarının, sınavı yapan özel öğretim kurumlarınca belirlendiğini ileri sürüyor. Oysa benim bizzat bu okulların yöneticileriyle konuşarak edindiğim bilgiler bu yönde değil.

Çelik, bu hatanın düzeltildiğini belirtiyor ve bunun bakanlığının uyarısı ile yapıldığını da iddia ediyor.

Benim duymak istediğim de zaten buydu.

Utanç verici bu ayrımcılığın kim tarafından yapıldığıyla değil, sadece yapılmış olmasıyla ilgiliydim ve bu hatadan dönülmüş olması nedeniyle mutluyum.

Bir gazeteci olarak bu adaletsizliğe karşı görevimi yaptığıma inanıyorum.

Bakan Çelik’in, işgal ettiği makam ile pek bağdaşmadığını düşündüğüm düzeyine inerek "Ben de senin için böyle böyle düşünüyorum" polemiğine girmeyeceğim.

Ben gazeteci olarak eleştiri görevimi yapıyorum.

Eleştiriye tahammülü olmayan kişilerin siyasette ve kamu yönetiminde yeri yoktur diye düşünürüm.
Yazarın Tüm Yazıları