Emin Çölaşan: Öncesi ve sonrası

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

FAZİLET Partisi'nin İstanbul milletvekili olan Nazlı Ilıcak isimli hanım, darbe ve ihtilallerin en büyük düşmanıdır! Ama bu hanımın bir özelliği vardır.

Belli zamanlarda yapılan darbelere övgü düzer.

Bu sadece onun değil, bugün 12 Eylül'e karşı çıkan pek çok ‘‘gazetecinin’’ özelliğidir. Örneğin bunlardan biri, şimdi dinci gazetelere düşmüş bulunan Liboş Mehmet isimli şahıstır. O da zamanında 12 Eylül'e övgüler düzmüş, hatta Kenan Evren ve Konsey üyelerinin en yakınında yer almıştır. Böyle daha niceleri vardır. Açın 12 Eylül sonrasındaki gazeteleri ve onların generallere nasıl yağ çektiğini bir görün. Bir ibret belgesidir.

12 Eylül'e ilk günden karşı çıkanlara sonsuz saygım var. Ama o günlerde generallere hem yazılarıyla, hem de kurdukları kişisel ilişkilerle yağ çeken bazılarının, bugün eleştirmeye başlaması ilginçtir!

Ancak bugünkü yazımın konusu Nazlı Ilıcak. Hani şu Fazilet milletvekili olan, şimdi 12 Eylül'ü tu kaka ilan eden, yaşantısı çelişkilerle dolu, o da erkek papatya Mehmet gibi şimdi dinci gazetelerde yazan Nazlı.

* * *

Nazlı, kocası Kemal Ilıcak'ın sahibi olduğu Tercüman Gazetesi'nde yazıyordu. Sonra oradan kovuldu. Kocasıyla arasına kara kediler girdi. Kocası Kemal Ilıcak'ı, yazdığı mektupla Süleyman Demirel'e şikáyet etmekten bile utanmadı. Bu mektubunu kendi kitabında açıkladı.

Bakınız bu hanım 16 Ekim 1980 tarihli yazısında ne diyor:

‘‘12 Eylül'ün gerekçesi haklıdır. 12 Eylül, terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür.’’

Ocak 1980'in ilk günlerinde, yani 12 Eylül öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Çankaya'ya bir muhtıra vermiş ve terörün durdurulmasını istemişti. Yani 12 Eylül olayı ‘‘Ben geliyorum’’ diye bağırıyordu. Nazlı o muhtıra konusunda 3 Ocak 1980 günü şöyle yazıyordu:

‘‘Ordu gibi anayasal bir kuruluşun üzerine düşeni bir gün yapacağı esasen varsayılıyor ve herkes tarafından bekleniyordu da. Görünen köy kılavuz istemiyordu. Ordunun, Türkiye'nin sorunları karşısında bir türlü içimize sirdiremediğimiz demokratik düzen ve bugünkü görüntüsüyle içine kapanık kalacağını varsayanlar bugün yanılıyorlar ve ordunun böyle gelmiş böyle gider düzenine sadık kalacağını sanıyorlardı. Ordu bu adımını atarken, geleceğe dönük her türlü ihtimali hesaplamıştır.’’

Yine 4 Şubat 1980 tarihli yazısında muhtıraya sahip çıkıyor ve ‘‘Şartlar, süratle ülkeyi bir müdahale ortamına sürüklüyor’’ diyordu.

* * *

Şimdi Fazilet milletvekili olan Nazlı, geçmişte Necmettin Erbakan hakkındaki görüşlerini de 28 Kasım 1977 tarihinde dile getiriyordu:

‘‘Necmettin Erbakan'ın gazetelerde boy boy çıkan resimleri ve hanımının Kuran okurken çekilen başı örtülü fotoğrafları, gizli kalması gereken ibadeti gözler önüne sermekte ve bir siyasi sömürü havasını sergilemektedir.

Haydi bazı hallerde, bilhassa poz verildiği bir anı unutarak, fotoğraf çekilmesine mani olunamadı diyelim. Odada Kuran okuyan hanımların yanından bir foto muhabiri arkadaşın tesadüfen geçtiğini söylemek mümkün mü?

Maalesef günlerce gazetelerde çıkan bu resimler, Allah aşkı için yapılması gereken bir ibadetin başka vesilelerle kullanılmak istendiği şüphesini doğurmaktadır.

Bir ikinci tenkit edilecek husus, Erbakan'ın Suudi Arabistan Kralı Halit'in ziyaretine, onların milli kıyafetini giyerek gitmesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakan Yardımcısı'nın bu tutumu büyük bir ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk örneğidir.’’

Hanımefendi 16 Ocak 1979 tarihli yazısında MGK'yı savunuyor, teröre karşı hükümete önerilen önlemleri olumlu bulduğunu belirtiyor.

8 Aralık 1979 tarihli yazısında yine ordumuzu övüyor ve şöyle diyor:

‘‘Darbeler devletin kişiliğine karşı suç işleyenlerin sırtına bütün şiddeti ile inmeli. Yıpranacaksa ordu değil, siyasi iktidar yıpransın. Zira iktidarların alternatifi her zaman bulunur ama silahlı kuvvetlerimiz tek ve alternatifsizdir.’’

19 Şubat 1979 tarihli yazısında ise sıkıyönetim ilanını savunuyor, karşı çıkanları sert bir biçimde eleştiriyor.

* * *

İşte bunlar böyledir sevgili okuyucularım. Bunların geçmişte söylediklerine mi, şimdi söylediklerine mi inanalım biz? Hangisine?

Gün gelir Silahlı Kuvvetler'e yağ çekerler, 12 Eylül'ü savunurlar; çünkü ortam onu gerektirmektedir.

Gün gelir türbana karşı çıkarlar. Nazlı'nın türban hakkında yazdığı çok ağır yazıları burada yayınlamıştım. Ses veremedi...

Ve gün gelir, bu kez türbanı, örtünmeyi savunmaya başlarlar.

Zamanında Necmettin hocaefendiyi eleştirirler, sonra hocaefendi onları partisinden milletvekili seçtirir... Şimdi hocaefendiye övgüler düzerler.

Bunların hayatı çelişkidir.

Bunlar dün ‘‘Ak’’ dediğine bugün ‘‘Kara’’ diyen, kocalarını siyasetçilere mektup yazarak şikáyet eden tiplerdir.

Bu gibileri, zamanla hidayete erenleri çok iyi tanımak gerekir. Bizim toplumsal belleğimiz zayıf olduğundan, geçmişi çabuk unuturuz.

Ama arşiv unutmuyor. Arşivdeki o yazılar olduğu gibi duruyor.

Yeri ve zamanı geldiğinde, sahiplerinin suratlarına şamar gibi iniyor.

Yazarın Tüm Yazıları