Emin Çölaşan: Bölügiray Paşa yazıyor (2)

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

EMEKLİ Korgeneral Nevzat Bölügiray'dan aldığım uzun mektubun ilk bölümünü dün yayınlamıştım. Şimdi mektubun diğer bölümlerini size iletiyorum:

‘‘Sakıncalı memurlar kararnamesi nedeniyle, kitaplarımda da sürekli yinelediğim bir konuya bir kez daha değinmek istiyorum. Gerek irticai ve bölücü kesim, gerekse demokrasiyi, irtica ve bölücü tehdidini göz ardı etmek olarak anlayan sözde demokratlar, 28 Şubat sürecinden bu yana, bu kararlar ve askerlerin bu konudaki uyarıları için ‘‘Askerler neden bu konulara karışıyorlar, neden konuşuyorlar?’’ gibi sorular sorup eleştiriyorlar. Asker üyelerin, MGK'larda sürekli anımsatmaları ve uyarıları sonucu, kanun hükmünde kararnamenin hazırlanması ve Genelkurmay Başkanı'nın açıklamaları, bu tür soru ve eleştirilerin yinelenmesine neden olmuştur. Bunları, bir bölümünün de içinde yaşadığım iki olayı örnek vererek yanıtlamak istiyorum.

1-12 Eylül olayı:

1960 sonlarında başlayan anarşik olaylar nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı yıllarca hükümetlere uyarılarda bulunmuş ve alınması gereken önlemleri önermiştir. Ne yazık ki hemen hepsi kulak arkasına atılmış, siyasi iktidarların bu akıl almaz aymazlığı ve adam sendeciliği sonucunda Türkiye 1978'de bir iç savaş aşamasına gelince, olay TSK'ya havale edilmiştir.

‘‘Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz’’ sözleri, aşırı sol gibi aşırı sağın da yoğun cinayetler işlediği o günlerde söylenmişti! Bu aymazlık ve sokak çatışmaları ortamında Emniyet Teşkilatı ve TSK, teröristle savaşımda hazırlıksız yakalandılar. Bunun maliyeti çok ağır oldu. Bu bağlamda binlerce şehit, yaralı ve sakat verildi. Özellikle TSK, temel görevi olan dış tehdit yerine yıllarca iç güvenlik görevine angaje olarak önemli oranda yıprandı.

2- Bölücülük ve bölücü terör:

Bölücülüğe karşı gerekli önlemlerin alınması için 1930'lu yıllardan beri Genelkurmay tarafından hükümetlere uyarılarda bulunulduğu, Genelkurmay arşivlerindedir. Benim orada görevli olduğum 1960 sonlarında, salt ‘‘Kürtçülük’’ başlığı ile tanımlanan bölücülük olayının giderek tırmanması nedeniyle, Genelkurmay yine hükümetlere bu tehdit hakkında uyarılarda bulunmuş ve alınması gereken önlemleri iletmeyi sürdürmüştür. Ne yazık ki bunlar, siyasi iktidarlar tarafından yine kulak arkasına atılmış ve bölücülük olayı sonuçta, 1984 yılında bölücü terör (PKK) şekline dönüşerek patlak vermiştir. Genelkurmay'ın uyarı ve önerilerinin yıllarca savsaklanması sonucu Türkiye'nin bir bölümünün kopması aşamasına gelindiğinde, olay yine TSK'ya havale edilmiştir.

Özal'ın, PKK'nın 1984 Eruh-Şemdinli baskını için söylediği ‘‘Bu 3-5 çapulcunun işidir. Büyütmeye gerek yok’’ şeklindeki sözleri, bu aymazlığın en çarpıcı bir kanıtı olmaktadır.

1983-1991 Özal Dönemi'ndeki olağanüstü aymazlık ve TSK'nın gayri nizami savaş konusunda hazırlıksız yakalanması, binlerce şehit, yaralı, sakat vermesine, personel, araç, gereç, silah bakımından da önemli oranda yıpranmasına neden olmuştur.

Yukarıdaki iki örneği şunun için vermekteyim: Şimdi yukarıdaki olayları, başlangıç itibariyle, irtica konusunda yaşamaktayız. 1950'den bu yana, politikacıların din sömürüsü ve irticaya verdikleri ödünlerin sonucu olarak, irtica, gelişe gelişe birinci tehdit durumuna gelmiş bulunmaktadır.

Üstelik, bugüne dek siyasal alanda gelişen irtica son yıllarda irticai terörü de doğurmuş bulunmaktadır. Tıpkı 12 Eylül öncesi ve bölücü terör olaylarında olduğu gibi. Hizbullah, İBDA-C ve diğerlerinin yarattığı irticai terör olayları, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Potansiyel tehlike ise suyun altında kalan büyük kısımdır.

Bu görüntüye bakıldığında, Refah Partisi'nin slogan olarak en çok kullandığı ‘‘Cihat’’, yani irticai bir ayaklanma olasılığında, tıpkı 12 Eylül öncesinde ve bölücü terör olayında olduğu gibi, olay yine TSK'ya havale edilecektir. Üstelik irticai bir kalkışma, ülkenin sadece bir bölümünde ve dağlarda değil, ülke genelinde ve içimizde olacağı için TSK'nın bile başa çıkması tehlikeye girebilir.

‘‘Efendim, irtica abartılıyor, böyle bir tehlike yok’’ diyenlere ve devleti yönetenlere yukardaki iki örneği anımsatmak istiyorum. Olası olaylar TSK'ya havale edilecek boyutlara ulaşmadan önce, gerekli önlemler alınmalıdır. Önlenmediği içindir ki, 12 Eylül öncesindeki olaylar ve bölücü terör olayları yaşanmıştır.

Kaldı ki, irticai egemenlik için mutlaka irticai teröre de gerek yoktur. Demokrasi araç olarak kullanılarak da irtica iktidara egemen olabilmektedir. Refahyol iktidarı bunun en somut örneğidir.

Ayrıca irtica konusunda sessiz ve derinden, ciddi ve yoğun çalışmaların sürdüğü de gözlemlenmektedir. İşte, TSK'nın duyarlılığı, kaygısı ve hatta acelesi bundandır. TSK haklı olarak, 12 Eylül öncesindeki anarşiyi ve bölücü terör olayındaki durumu yeniden yaşamak istememektedir. Çünkü, ‘‘yığınakta yapılan hatanın’’ nelere mal olduğunu bu olaylar nedeniyle yaşamıştır ve başına gelecekleri çok iyi bilmektedir. Bu nedenledir ki, 28 Şubat kararlarının sonuçlarını MGK toplantılarında önemle ve öncelikle kovuşturmaktadır. Yine bu nedenledir ki, 28 Şubat kararları içinde önemli bir yer tutan ve Hizbullah olayı ile de bir ölçüde kanıtlanan devletteki irtica kadroların ayıklanması üzerinde durmaktadır. Çünkü irticanın bugünkü boyutlara gelmesinde bu kadroların önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Devleti tümüyle ele geçirmeleri beklenmeden gerekli önlemlerin alınması istenmektedir.

Umarım, bu kısa açıklama, politikacıların ve devleti yönetenlerin düşüncelerinde aydınlatıcı bir etki yapar.’’

Ben de umarım ama bu aymazlık ortamında ne olacağını bilemem.

Yazarın Tüm Yazıları