Ellerimde çiçekler

TEŞVİKİYE Camii’nin imamı, Hacı Meliha Kantek’in cenaze duasının son bölümünü, önceki gün şehit olan 15 askerimize ayırıyor.

Dua şu cümleyle bitiyor:

"Onlar sayesinde bu camide huzur içinde namazımızı kılabiliyoruz."

Etrafıma bakıyorum, konuşulanlara kulak veriyorum.

Hepimizin içinde aynı duygu.

Bu camide dün, Hacı Meliha Kantek’le birlikte, 15 şehit çocuğumuzun cenaze namazı da kılınıyor.

Onların arkasından ağlıyoruz.

* * *

Dönüşte Doğan Haber Ajansı Genel Müdürü Uğur Cebeci’yi arıyorum.

Ben değil, bilincimin çok altında birisi, birileri konuşuyor:

"Uğur" diyorum, "Arkadaşlara söyle, bu çocukların her birinin hayatından bir şeyler bilmek istiyorum. Hangi şarkıları severler? Nerede büyümüşler, anneleri babaları onlara sadece kendilerinin bildiği hangi çocukça lakaplarla seslenirler? Canikom mu derler? Aslanım mı? Koçum mu? Ne derler?"

Her birinin adını yazıp altına çocukça şeyler koymak istiyorum.

Sonra onları gönlümdeki görünmez bir duvarın üzerine yan yana dizip, her birine rengárenk çiçekler koymayı hayal ediyorum.

Kendi kendime küçük bir şehitlik kuruyorum.

Ama daha isimleri bile belli değildi.

Memleketlerinin neresi olduğunu bilemiyorduk.

Elimde çiçeklerle öyle kalakaldım.

* * *

Önceki hafta TÜRSAB’ın hazırladığı "Kuzey Ege" kitabını baştan sona okudum.

Fotoğrafları dakikalarca seyrettim.

"Vatanımız işte bu güzel topraklar" diye Allah’ıma dua ettim.

Sonra sıra Çanakkale’ye geldi.

Orada bir şehitliğin fotoğrafı beni altüst etti.

Mezar taşları yerine yan yana onlarca miğfer konmuş.

Miğferlerin altında ise yüzleri olmayan başlar vardı.

Hayatımda çok meçhul asker anıtı gördüm.

Hiçbiri beni bu kadar etkilemedi.

İşte o yüzden dağ başlarında şehit düşen her çocuğumuzun, miğferi altındaki güzel yüzünü anlatmak istedim.

Hiçbirinin meçhul kalmasına gönlüm izin vermiyor.

Her birini, sevdiği müzikle, çocukluğunu geçirdiği mahallesiyle, anne babasının ona "Koçum" deyişiyle veya "Tontonum" deyişiyle, hem nüfusundaki ismiyle, hem gayri resmi lakabıyla...

Sadece ona ait her şeyiyle anlatmak, onlar için hazırladığım mezarlara kendi elimle yerleştirmek istedim.

İnsanlar bayram tatili yaparken, dağ başlarında, yalnız gecelerde kalleş baskınlara karşı, elinde bir çelik parçasıyla vatanı bekleyen bu çocukların hiçbiri meçhul kalmamalı.

Adıyla, sanıyla, bilinmeli...

Teşvikiye Camii’nin avlusunda, bir başka tabutun arkasında saf tutarken, şunu anladım:

Bu çocuklar meçhul kalmayacaksa, meçhul hesap da kalmamalı.

Güpegündüz orada bırakılan 15 bedenin bir sorumluluğu olmalı.

Hepimiz bu sorumluluğu vicdanımızın en hassas yerinde hissedebilmeliyiz.

Hesap, vicdanımızın o noktasını hep acıtmalı.

* * *

Ben de biliyorum ki vatan savunmasında şehit üzerinden parmak hesabı yapılmaz.

Hepimiz biliyoruz ki, daha başka çocuklar da şehit düşecek.

Belki sıra bizim çocuklarımıza, torunlarımıza gelecek.

Hepimiz biliyoruz ki, bu savaş hepimizden maddi manevi fedakárlık bekliyor.

Cansa can, paraysa para, teknolojiyse teknoloji, bütçeyse bütçe...

Veriyoruz da...

Buna karşılık, güpegündüz yapılan bir saldırıda hatalar varsa, onun hesabını da isteriz.

Bu vatanın şehit verecek çok evladı vardır.

Ama her annenin, her babanın, her kardeşin, her sevgilinin, eşin kaybedecek o kadar kalabalık insanı yok.

Bazıları beşikten beri ellerinde büyüttükleri iki üç varlıktan birini kaybediyorlar.

Bazıları ise gönüllerindeki tek insanı...

O insan çok kıymetli...

Bir ihmalin, bir dikkatsizliğin, bir hatanın, bir vurdumduymazlığın hiçbir zaman ödeyemeyeceği kadar kıymetli bir varlık.

Bunu komutanlar bilmeli.

Avrupa Birliği sürecinde her sorumluluğun artık sivillere geçtiğini övünerek anlatan ve bazen askere yapılan haksızlıklara göz yuman siyasiler ile onların "liberal" destekçileri de bilmeli...
Yazarın Tüm Yazıları