Doğa kıyımına lavanta önlemi

Güncelleme Tarihi:

Doğa kıyımına lavanta önlemi
Oluşturulma Tarihi: Haziran 28, 2015 10:52

BURDUR’da Lisinia Doğa Yaşam Alanı kurucusu Öztürk Sarıca, doğum yeri olan Fakir Baykurt’un köyü Akçaköy’de madencilerden önce davranarak, 670 dekar krom madeni yatağı bulunan araziyi kiralayıp lavanta, kekik ve adaçayı üretimine başladı.

Haberin Devamı

Burdur’da antikanser proje olarak yaklaşık 11 yıl önce kurulan, Türkiye’de yaban hayvanlarının rehabilitasyonun yapıldığı en büyük merkeze de sahip Lisinia Doğa Yaşam Alanı’nın kurucusu veteriner hekim Öztürk Sarıca, Burdur Gölü’nün kurumasını engellemek ve bölgedeki su kaynaklarının korunması amacıyla az su tüketen, ekonomik geliri yüksek bitkilerin üretimine başladı. ’Organik Köy’ olarak da bilinen alanda ilk olarak gül ve lavanta üretimine başlayan Öztürk Sarıca, bu yıl ikinci ürünlerini almaya başladı.

Gülsuyunu gülyağını ayrıştırmadan üreten Sarıca, Burdur Gölü ve etrafındaki su kaynaklarının korunmasına yönelik başlattığı tıbbi ve aromatik bitki üretimini maden ocaklarının bölgedeki doğal alanlara verdiği tahribata karşı da kullanmaya başladı. Maden ocaklarının yer altı su kaynaklarına zarar verdiğini belirten Öztürk Sarıca, yüzlerce ton atığın doğaya bırakıldığını, kesme sırasında doğaya bulaşan kimyasallar nedeniyle hem ağaçların hem de yaban hayatın yok olduğunu söyledi. Projede son 5 yıldır 100 bini aşkın yerli ziyaretçi ve 5 binin üzerinde de yabancı gönüllüye ulaştıklarını belirten Öztürk Sarıca, Akçaköy’de 670 dekarlık lavanta bahçesi oluşturduklarını anlattı.

FAKİR BAYKURT’UN KÖYÜNDE HERKES KOMÜNİST DOĞAR

Burdur’un Yeşilova İlçesi’ne bağlı yazar Fakir Baykurt’un köyü Akçaköy doğumlu olduğunu belirten Öztürk Sarıca şunları anlattı:

"İlk hatırladığım şey ’Sen komünistsin, komünist doğdun’ sözü oldu. Fakir Baykurt’un köyü çünkü ve o köyde doğanlar hep böyle doğar. Ailem çiftçilik yapıyordu ve doğayla barışık tarlalarda büyüdük. Buda, Marx, Konfüçyüs, Mevlana gibi değerlerle erken tanıştım ve bu erken tanışmışlık proje olarak döndü. Bir süre sonra artık hayatta paranın hiçbir önemi olmadığını, insan hayatı ve doğanın önemli olduğu vurgusu o kadar yer etmiş ki, 10 yıl önce böyle bir projeye başladık. Lisinia tepesi doğan- batan güneş ve ayışığının pırıltısı anlamına geliyor. Burada o manzarayı gördüm ve projenin yerinin burası olmasına karar verdim."

MADENCİLERDEN ÖNCE KİRALADI

Doğal kaynaklara zarar veriliyor olması nedeniyle Akçaköy’de ’Lavanta Deresi’ projesini hayata geçirdiğini belirten Sarıca, şöyle konuştu:

"Doğaya zarar vermeden nasıl üretim yapılacağı konusunda çalışmalar yürütüyoruz. Çünkü insanlar para kazanmadan üretim yapmıyor. Akçaköy’de krom madeni ocakları var. Madencilerden önce iki tepeyi kiraladık. Aslında krom yatağı, krom çıkartılacaktı. Haberini aldıktan sonra hızla kiraladık. 670 dekarda lavanta, kekik ve adaçayı üretimine başladık. Aslında dünyanın birçok aromatik, tıbbi ve şifalı bitkilerinin gen kaynağı Toroslar’dır veya Türkiye’nin başka yerleridir. Hammadde olarak dağımızı taşımızı satmışız. Aslında bu tür üretimler onlardan çok daha yüksek para kazancı sağlayabilir. Biz bu tür üretimlerin insanlara para getirebileceğini göstermeye çalışıyoruz. ’Doğayı yıkmadan, yıpratmadan siz bu üretimleri buralarda yapabilir ve para da kazanabilirsiniz’ diyeceğiz."

FİDE DESTEĞİ DE VERECEK


670 dekar alanda lavanta, kekik ve adaçayı dikiminin de tamamlandığını anlatan Öztürk Sarıca, köylülerin de bu üretimde yer aldığını dile getirdi. Sadece karşı durmakla sorunların çözülemeyeceğini belirten Sarıca, "Alternatifler de ortaya konulmalı. Eğer konulmazsa o zaman tabii ki insanlar madende gidip çalışacak ve karşı durmayacak. Karşı olduğumuz şeylere mutlaka alternatifleri sunulmalı. Gelecek yıl lavantanın fide desteğini de buradan sağlamaya çalışacağız" dedi.

İNEK YERİNE LAVANTA VE GÜL

Temiz su hakkı ve Türkiye’deki su kaynakları üzerinde oynanan oyunlara da dikkat çeken Öztürk Sarıca, yaklaşık 10 yıl önce Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca Türkiye’de dağlardaki keçilere yönelik getirilen yasağın, bu oyundaki ilk adım olduğunu öne sürdü. Bununla Türkiye’de ciddi et sıkıntısı yaşanmaya başladığını ve ikinci adımda Holstein cinsi inek ithal edildiğini anlatan Sarıca, "Çok süt veren, doymayan bu inekleri insanlar almaya başladı. Ucuz maliyetle geldi ama bir ineğin beslenmesi için üretilen ve aşırı su tüketen mısır, yonca gibi yem bitkileri üretimi yaygınlaştı. Sadece içtiği su olarak düşünmemek lazım, mısır, yonca gibi aşırı su tüketen bitkileri de ele aldığımızda bir ineğin yıllık su tüketimi 670 tona kadar çıkıyor" diye konuştu.

’ASIL SÜT VE ET KAYNAĞIMIZ KEÇİ’

Türkiye’nin su fakiri olduğunu, böyle giderse daha da artacağını dile getiren Sarıca, bu tür büyükbaş hayvancılığın yapılması gereken yerlerin Almanya, Danimarka, Hollanda gibi ülkeler olduğunu söyledi. Sarıca sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu inekler oraların inekleridir. Asıl süt ve et kaynağımız keçidir. Yörük kültüründen geliyoruz ama Türkiye’de keçi bitirildi. Bu yüzden ’büyükbaş hayvancılık yapmayın’ diyoruz. Az su tüketen bitkiler yetiştirilmesini öneriyoruz. Örneğin gül, mısır ve yoncaya göre yüzde 75 oranında daha az su tüketiyor. Lavanta, kekik, adaçayı gibi ürünlere ise sadece yağmur suyu yetiyor. Ayrıca sulamak gerekmiyor. Bunlara benzer onlarca çeşit aromatik ve tıbbi bitki var ve Türkiye’ye örnek bir proje olmasını istiyoruz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!