Öğretmen eğitiminde acil reform gerekiyor

Güncelleme Tarihi:

Öğretmen eğitiminde acil reform gerekiyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 13, 2017 09:29

Öğretmen yetiştirme, üzerinde çok konuşulan ama iyileştirilmesi için çok az şey yapılan bir alan olarak ülkemizin gündeminden son 20 yıldır hiç düşmeyen bir konu. Bu mesleğin diğerleri arasında çok özel bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçek. Belki de sürekli konuşuluyor olması bu özelliğinden kaynaklanıyordur.

Haberin Devamı

Toplumun hangi kesiminden olursa olsun üzerinde öğretmen emeği olmayan hiçbir insan gösterilemez. Öğretmen yerine göre anne-babadan daha çok çocuklara emek ve zaman harcıyor. Diğer meslekleri küçümseme anlamında değil, ancak bir ülkenin mühendisleri, binaları veya köprüleri kalitesiz inşa ederse bir yıkıntı anında sadece o binalardakiler veya köprüyü kullananlar zarar görüyor. Fakat öğretmenler görevini “gereği şekilde yerine getirecek tarzda yetiştirilmezse” ülkeler tarih sahnesinden silinebilir. Bu nedenle öğretmen eğitimine mutlaka özel önem vermemiz gerekiyor.

Öğretmenliğin ülkemizde her üniversite mezunu tarafından yapılabilecek bir meslek olarak görülmesi, eğitimde yaşadığımız başarısızlıkların ve şikâyet ettiğimiz düşük kalitenin bana göre en önemli nedenleri arasında. Tarihsel süreçte olaya baktığımızda bu aslında sadece son yılların problemi değil. Cumhuriyet öncesinde de Cumhuriyet dönemi boyunca da zaman zaman başka mesleklerden kişiler öğretmen olarak hep görevlendirildi. Başka alanlardan birilerinin pedagojik formasyon veya benzer eğitimlerle öğretmen olarak atanmış olması, maalesef niteliğin de sağlandığı anlamına gelmiyor. Çünkü bu eğitimler kısa süreli veya bazen derslerin gerektiği gibi yapılmadığı süreçlerle veriliyor. Bu yüzden günümüzde atama bekleyen 1 milyona yakın adaydan söz ediliyor.

Haberin Devamı

Profesyonel meslek olmasını engelliyor

Bir öğretmen ek eğitimlerle avukatlık, mühendislik, doktorluk, kimyagerlik, biyologluk, istatistikçilik vb. yapamaz. Dahası bunu konuşmak bile rahatsızlık yaratıyor. Ancak, herhangi bir alanda üniversite eğitimi almış kişiler adı pedagojik formasyon olan ama günümüzde formaliteyi yerine getirmekten ibaret gibi uygulanan, parayla alınan eğitimlerle aday öğretmen olabiliyor, hatta atanabiliyorlar. Bu durum öğretmenliğin profesyonel bir meslek olarak meslekleşmesini de engelliyor. Başka bir ifadeyle ülke olarak öğretmenlik mesleğine ve öğretmen eğitimine gereken önemi verdiğimiz tartışmaya hâlâ çok açık bir konu. Bu aslında toplumumuzda veya en azından bazı karar mekanizmalarında “Bilen öğretir” anlayışının hep devam edegeldiğini gösteriyor.

Haberin Devamı

2016-2017 akademik yılı başında pedagojik formasyon eğitiminde kontenjanların serbest bırakılması ile üniversitelerin Türkiye genelinde uyguladıkları programlara 100 bin civarında kayıt yapılmış ve sözde eğitimler (çünkü bazı yerlerde uzaktan eğitimle bile verilen dersler var) mayıs-haziran aylarında dağıtılacak sertifikalara ulaşmak için devam ediyor. Yetiştirilen bu adayların niteliği konusunda ciddi bir kontrol mekanizması yok. Yetkililere sormak lazım, “Siz 2018-2019 akademik yılında ilkokul, ortaokul veya lisede öğrenci olan çocuğunuza, yakınlarınızın çocuklarına pedagojik formasyon mezunu olan herhangi bir öğretmenin ders vermesini ister misiniz?”

Haberin Devamı

Buna ilgililerin vicdanlarına da danıştıktan sonra cevap vermeleri gerekiyor. Üniversiteye ek gelir sağlayacak diye kontenjanları nerdeyse sınırsız hale getirmek başka hiçbir ayrıntıyı düşünmemek ve yapılan uyarıları, eleştirileri göz ardı ederek nereye gidiyoruz?

Üç yeterlilik alanı var: Alan bilgisi, pedagojik formasyon ve genel kültür

Öğretmen eğitiminin özüne baktığımızda bu mesleği yapacak insanların sahip olması gereken üç ana bilgi-beceri veya yeterlilik alanı bulunduğu biliniyor. Bunlardan birincisi alan bilgisi (öğreteceği konuları bilmesi), ikincisi pedagojik formasyon (bildiği alan bilgisini öğrenci seviyesine indirgeyerek nasıl öğretilebileceğini bilmesi) ve üçüncüsü genel kültür. Öğretmenlik, teori ve pratiğin iç içe olduğu bir meslektir.

Haberin Devamı

Sadece teorik bilgi ile öğretmenlerin donanması onların nitelikli olacağını garanti etmez. Bu süreç, adayların uygun seçimi ile başlayan, programda alacakları dersleri ve okullarda yapılacak uygulamaları koordineli bir yapıda içeren bütüncül düşünme ve planlama gerektiriyor. Bu konuda hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) hem de Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) öğretmen yeterliklerini tanımlama ve geliştirme çalışmaları yaptığı ve bütüncüllüğü sağlamaya çalıştığı öteden beri biliniyor. Ancak önemli olan uygulamada süreklilik sağlamak.

Yani çalışmaları yapboza döndürmek maalesef etkili olamıyor. Yapılan çalışmanın yeter süre uygulanması ve bilimsel araştırmalarla değerlendirilmesi, onlar hakkında isabetli karar vermek için gerekli. Bu anlamda, yani değişiklikleri sabırla uygulama konusunda da çok başarılı olduğumuzu söylemek güç. Yakın tarihe bakacak olursak bazı somut örnekler sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Haberin Devamı

Değişimde bilimsellik süreci takip edilmedi

Bilindiği gibi YÖK tarafından uzun çalışmalar sonucunda eğitim fakülteleri 1998 yılında yeniden yapılandırıldı. Bu yeni yapının elbette beğenilen ve eleştirilen yönleri olabilir. Ancak bu yeni yapıdan daha yeni mezunlar verilmeye başlanmışken, yani etkilerini bilimsel olarak değerlendirebileceğimiz veriler henüz ortada yokken 2004’te eğitim fakültelerinde uygulanan programların değiştirilme süreci başlatıldı. Bu süreç adeta 1998 yapılanmasına karşı olanların bir rövanş alma duygusuna dönüşmüş ve yukarıda önemi vurgulanan teori-pratik dengesi bozularak derslerin uygulama saatleri önemli ölçüde azaltıldı veya tamamen kaldırıldı. Ayrıca okullarda yapılan okul deneyimi sağlayıcı ve öğretmenlik becerisini geliştirici dersler programlarda azaltıldı. Yani genel olarak değişimde bilimsellikle örtüşen bir süreç takip edilmedi.

Bu süreçteki gerekçelerden birisi uygulama saatlerine ek ders ücreti ödenmesindeki sorunlar olarak belirtildi ama sorunu aşacak Maliye Bakanlığı nezdinde girişim yapmaktansa, dersi teorik hale getirip ücret ödenmesini sağlamak gibi bir yol tercih edildi. Bu, öğretim elemanlarını mutlu etmiş olabilir, bugün pedagojik formasyon programlarından ücret alma uğruna inanmadıkları bir sürece alet olmaları gibi. Ancak kendi içinde bir felsefesi, mantığı, bütünlüğü olan 1998 yapılanmasının programı bozuldu. Son yıllardaki değişikliklerden biri de ortaöğretime (lise) öğretmen yetiştiren programların 1998 yapılanmasında 5 yıla çıkarılan süresinin de 4 yıla indirilmiş olması. Sanki bir açığı kapatmak için aceleye ihtiyaç varmış gibi bir yaklaşım kalite düşünülmeden sergilendi. Bu elbette KPSS ÖABT’de matematik öğretmen adaylarının ortalama cevapladığı 9 sorunun tek sebebi değil ama etkisi yok da denemez.

Formasyon kısa sürede veriliyor

Bir öğretmen adayının alan bilgisini ilgili alan fakültesince veya alan bilgisi kuvvetli akademisyenlerce verilmesi sorun değil. Sorun, bunu etkin bir şekilde öğretebilmesi için adayın sahip olması gereken pedagojik veya androgojik formasyon bilgisi ve becerisinin kim tarafından ve nasıl bir süreç içerisinde ve hangi derinlikte verileceği. Şu anki uygulamada formasyon diye nitelenen kısımdaki derslerin sayısını, çeşidini ve süresini değiştirerek veya azaltarak kısa sürede formasyon dağıtılıyor ki, bu esas tehlikeyi oluşturuyor. Yani yetişmeyen öğretmenler yetişmiş gibi sistemin ihtiyacını gidermeye aday oluyor.

Elbette Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) öğretmenlik sınavı bir sıralama yapmaya yardım ediyor. Ancak, “bu sıralama iyi öğretmeni seçmek için yeterli mi?” sorusunun cevabını vermek kolay değil. Burada vurgulamaya çalışılan sözde sertifika sahibi mezunların işsiz kalacak olmasının ötesinde boyutlardır ki, toplumdaki hiçbir ebeveyn iyi yetiştirilmemiş bir öğretmenin çocuğunun eğitiminde rol almasını istemez. İyi yetişmemiş öğretmenlerin elinde çocukları büyüyen bir ülkenin geleceği “muasır medeniyetler” seviyesinin uzağında bir yer olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

İyileştirmek yerine sil baştan değiştiriyoruz

Böyle bir yaklaşımla ne 2023 hedefleri ne de 2071 hedeflerine kolay ulaşılabilir. Değişim yapmak kolay ama değişimi istikrarlı bir şekilde uygulamak ve sonuca ulaşmak bir maharettir. Biz ülke olarak değişimi aşırı yapan bir özelliğe sahibiz. Cumhuriyet dönemi boyunca öğretmen yetiştirmede rol alan birçok kurum ve uygulanan birçok program var. Ancak, biz bunları yenileyemedik genelde kapattık ve yenilerini açtık. Yani, tecrübeyi güncele taşıyıp “evrimleştiremedik”. Bu anlamda “devrim-evrim” sıkıntısı hep yaşıyoruz. Devrim-Evrim terimini, çok değişim yapıyoruz ama yaptıklarımızın ne etki göstereceğine sabır gösteremiyoruz anlamında kullanıyorum.

Buna ek olarak mevcut uygulamanın eksikliklerini giderip iyileştirmek yerine sil baştan yapmayı seviyoruz. Hâlbuki değişiklikleri istikrarlı uygulayan ülkeler bunun meyvesini görüyorlar. Örneğin, Güne Kore 1970’lerde öğretmen eğitimi programlarını iki yıldan dört yıla çıkarıp etkin uygulayarak ve güncelleyerek 2000’li yıllarda PISA gibi uluslararası sınavlarda öğrencileri önemli başarılar elde etti (Ripley, 2013). Bugün Güney Kore’nin bazı teknolojik alanlarda, özellikle otomotiv ve elektronik sektörlerinde dünyada söz sahibi hale gelmesinde öğretmen eğitiminde sağlanan istikrar ve başarının katkısı olduğu kesin.

Finlandiya 1970’lerde yaptığı değişikliği iyileştirerek uyguluyor

Bir başka bir örnek olan Finlandiya, PISA sınavlarında öğrencilerinin başarıları açısından son 20 yılda hep ilk üçte yer alan bir ülke. Bu başarısının sırrını öğretmen eğitimi programlarında son 40 yılda ciddi hiçbir değişiklik yapmamasına ve 1970’lerde yaptığı değişikliği istikrarlı ve iyileştirerek uygulamasına bağlıyor. Helsinki Üniversitesi’nde halen öğretmen eğitimi programının direktörlüğünü yapan Prof. Dr. Jari Lavonen MEB’in davetlisi olarak Türkiye’de 2011’de verdiği bir konferansta, öğretmen eğitimini master düzeyine çıkardıklarını, tıp ve hukuk eğitimi ile aynı seviyeye getirdiklerini belirtti. Hatta öğretmen yetiştiren bir fakülteye girmenin tıp fakültesine girmekten daha zor olduğunu aynı konuşmasında vurguladı.

ABD’li Krishnan (2011), Finlandiyalıların başarısını önemseyen açıklamalar içeren ve kendi sitemini iyileştirmek isteyen Almanya, Çin, Tayland, İspanya ve Avusturya gibi ülkelerin de sürekli başarılı sistemleri araştırdığını açıkladığı makalesinde ABD’ye Fin sistemini kurtuluş olarak öneriyor (Krishnan, 2011). Sahlberg (2010) ise, PISA 2009 sonuçlarına göre OECD ülkeleri arasında birinci sırada olan Finlandiya’nın başarısının sistemdeki “mükemmel öğretmenlerin” eseri olduğunu vurguluyor. Burada yanlış bir izlenim edinilmesini de istemem. Yani Finlandiya veya başka bir ülkenin öğretmen yetiştirme sistemini alıp uygulayalım, reçete zaten ortada demek istemiyorum. Sadece örneklendirmek için belirtiyorum.

Kendimize güvenmeliyiz

Sonuç olarak; ülkemiz için parlak bir gelecek planlamak istiyorsak nitelikli öğretmenler yetiştirme ile işe başlamalıyız. Bir gerçeği hatırlayacak olursak tarihsel süreçte dünyada öğretmen yetiştirmede ilk ciddi sistem Fatih Sultan Mehmet döneminde kuruldu. Öyleyse kendimize güvenmemiz ve yeni bir sistem kurabileceğimize inancımız tam olmalı.

Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki tarihsel süreçte yaşadığımız öğretmen eğitimindeki nicelik ve özellikle kalite yoksunluğu hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet döneminde maalesef bir gerçek (Ayas, 2009; Akyüz, 2012).  Bütün alanlarda ülkemizin kalkınması, gelişmesi ve hedeflerine ulaşması her kesimde büyük oranda kabul görüyor. Ancak yöntem ve öncelik konusunda ayrılıklar söz konusu. Çocuklarımızı okula kaydederken “iyi öğretmen”, “iyi okul” arıyoruz. Bunun için okullara önemli miktarlarda bağış yapanlarımız veya başka yollar deneyenlerimiz vardır. Daha iyi imkânlara sahip olanlar ise kalite adına özel okulları tercih ediyor. Öyleyse neden bütün öğretmenlerimizi “iyi” yetiştirmeyelim ve “yeni neslin” yetiştirilmesinden emin olmayalım.

Lisansüstü hale getirilmeli

Öğretmen eğitimi alanında çalışmalar yapan ABD’li Holmes Grubu da “eğitimin kalitesini artırmak istiyorsanız iyi öğretmenler yetiştirmelisiniz” diyerek “nitelikli öğretmenler”in önemine vurgu yapıyor (The Holmes Group, 1986). Ülkemizin uzun vadeli hedefleri, bilimsel gerçekler ve geçmişten getirdiğimiz toplumsal özelliklerimiz ve kültürümüz de dikkate alındığında öğretmen yetiştirme misyonumuzu: Yeni öğretmenler, bilimsel anlayışları yüksek, çağdaş, demokrat, üretken, ekip çalışması ve liderlik özelliklerine sahip, değişen koşullara uyum sağlayabilen, iletişim becerileri yüksek, eğitim teknolojilerini uygun şekilde kullanabilen, öğrenmeyi öğrenmiş ve kendini yenileyebilen, çeşitliliği bir zenginlik olarak algılayan, kültüre ve sanata duyarlı, mesleğine adanmışlık duygusuna sahip, özgüveni ve hoşgörüsü olan, milli ve manevi değerlere sahip, ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde görecek şekilde yetiştirilmeli ve yeni neslin onların eseri olacağı bilinci kendilerine aşılanmalıdır, şeklinde ifade edebiliriz.

Bu misyon bağlamında yapılacak ilk iş reformist bir bakış açısıyla öğretmen eğitimini bütün seviyeler için kademeli bir şekilde lisansüstü eğitim haline dönüştürmek, titizlikle belirlenecek alanlarda ve ihtiyaç kadar adayı özel olarak seçmek ve eğitimlerini hem teori hem de pratik (uygulamalar) dengeleri açısından planlamak olmalı. Unutulmamalı ki, gelişmiş ülkelerin hiçbirinde öğretmen eğitimi sıradanlık arz etmez tersine mükemmellik arz eder. Biz de dünyayı yeniden keşfetmek yerine iyi örneklere bakarak kendi özgün öğretmen yetiştirme modelimizi ortaya çıkarmalıyız. Bu şekilde bir yol haritasıyla yetiştirilecek öğretmenler “yeni nesli” yetiştirmede de güvencemiz olacaktır. Son söz olarak; öğretmenliği devletin iş garantisi verdiği bir meslek gibi düşünme geleneğimizi de ivedilikle kültürümüzden çıkarmalı ve “hiçbir şey olamıyorsan öğretmen olursun” anlayışını ortadan kaldırmalıyız. Bu meslek kutsaldır ve mensupları değer görmeye layıktır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!