Ege Cansen: Enflasyon ve grev (2)

Ege CANSEN
Haberin Devamı

ÇARŞAMBA günkü yazımda, çok özet olarak ‘‘toplu pazarlık-toplu sözleşme’’ sisteminin, serbest pazar ekonomisinin ‘‘beyni’’ olan fiyat mekanizmasının bir parçası olduğunu anlatmıştım. Fiyat mekanizmasının doğru çalışması için, piyasada rekabet şartlarının mevcut olması gerekir. Fiyat mekanizmasının, ekonominin ihtiyacı olan ‘‘doğru fiyatı’’ yaratabilmesi için, olması gereken asgari rekabet şartı, piyasaya giriş-çıkışların kısıtlanmamasıdır. Bu, emek piyasası, yani ücretler için de geçerlidir. Eğer bir piyasada rekabet ‘‘mükemmel’’ olmasa bile, ‘‘makul’’ seviyede mevcut değilse, o piyasada oluşan fiyatlara ‘‘piyasa fiyatı’’ demek mümkün değildir. Yeterli rekabet yoksa, kapitalist sistemin ünlü ‘‘fiyat mekanizması’’, başaracağını iddia ettiği ‘‘kıt kaynakların, sonsuz ihtiyaçlar arasında en yüksek verimi sağlayacak şekilde tahsisi’’ denklemini çözemez. Halbuki iktisat ilmi, son tahlilde ‘‘kaynak tahsisi’’ meselesiyle uğraşmaktan başka bir işe yaramaz.

Yılbaşından beri uygulanmakta olan ekonomik programın tek bir amacı vardır: O da ‘‘enflasyonu düşürmektir’’. Bu programı tasarlayanlar, haklı olarak enflasyonu netice itibarıyla ‘‘parasal’’ bir olay olarak görmektedir. Dolayısıyla birinci hedef, para olma niteliklerinin dörtte üçünü kaybetmiş ‘‘Türk Lirası’’nı tekrar ‘‘para’’ haline getirmektir. Bu maksatla Türk Lirası, dövize çıpalanmıştır. İthalat da tamamen serbesttir. Bu suretle yerli malların fiyatı, rakip ithal mallarının fiyatının arttığından daha fazla artamayacaktır. Bu da Merkez Bankası'nın ilan ettiği aylık ‘‘döviz fiyatları’’ listesindeki artış yüzdesidir. Böylece mal fiyatlarının genel artış seviyesi, aşağı yukarı devalüasyon kadar olacaktır. (Programın bu tarafında da bazı teknik zayıflıklar var; ama onlar bu yazı bağlamında konu dışıdır.) Peki, dış ticaret mevzuuna girmeyen hizmetlerin fiyat artışları ne olacaktır? Mesela kiralar ve hizmet ücretleri neye göre artacaktır? İşte bu programın para-fiskal tedbirlerle çözülemeyecek, halli en müşkül yanı budur. Bu alanda en geçerli uygulama, zam konusunda, sosyal bir ‘‘mutabakat’’ sağlamaktır. Pek tabii akla, ücret artışlarını kanunla sınırlamak da gelebilir. Ancak grev dahil, toplu iş sözleşmesi yapma hakkının bütünüyle yürürlükte bulunduğu bir ortamda bu problemi, kiralarda olduğu gibi, yasa çıkartarak çözmek pek kolay değildir.

Mevcut şartlar altında sendikalara, daha doğrusu işçilere ne düşmektedir? Cevap açıktır: Toplu pazarlıkta, ücretler ‘‘olmuş değil, olacak enflasyona’’ göre artırılır ilkesini kabul etmek. Eğer, dönem sonunda enflasyon hedefi tutturulamazsa, telafi edici bir fark istenmesi de haklı bir talep olur. Ancak, ikinci yıl için yürürlüğe girecek zam oranı yine ‘‘hedeflenen enflasyon’’dan fazla olmamalıdır. Ancak böyle yapılırsa, enflasyon az acı vererek dizginlenebilir. Yoksa, nasıl olsa er geç bir gün, bu enflasyon mutlaka yenilecektir. Ama ıstırabı, çok daha ağır olacaktır.

* * *

Son olarak, çöp yığınları yanında TV kameralarına konuşan esnaftan bir kişinin dediklerine değinmek istiyorum. Bu dükkáncı yığılan çöpler yüzünden işinin aksadığını söyleyip ‘‘Belediye halkı düşünmüyor, bu grev onun için bitmiyor’’ dedi. Bundan daha bilinçsiz ve haksız bir şey söylenemezdi.

SON SÖZ: Kimseyi rahatsız etmeyen grev, grev değildir.

Yazarın Tüm Yazıları