Ece Sükan değil, basbayağı Letisya!

Onu son zamanlarda birkaç davette gördüm ve az kalsın “Selam Ece” diyecektim.

Hep son dakikada anladım Ece Sükan olmadığını.
Ki bu benim için iyi bir gelişme sevgili okur.
Çünkü eğer uzun uzun muhabbet filan edilmemişse, öyle ilk saniyelerde bir kez tanıştığım birini hayatta hatırlamıyorum.
HatırlıyorMUş gibi yapardım eskiden. Artık onu da yapmıyorum.
“Valla hatırlayamadım” diyorum açık açık.
Zaten o anda öyle ifadesiz bakıyorum ki, ister istemez karşımdaki çıtlatıyor, “Hatırlamadın galiba” diye. Neyse, fazla uzattım.
Ece Sükan’a çok benzettiğim, hatta ikizi zannettiğim bu kadın meğer Letisya Balul’muş.
Letisya’yla geçtiğimiz günlerde yapılan John Galliano’nun yeni parfüm lansmanında tanıştık.
Yine Ece zannetmek üzereydim ki uyardılar, “Hayır o Letisya” diye.
Letisya ne iş yapar peki?
Yurtdışında ekonomi üzerine eğitim görmüş. şimdi aile şirketi Enpa’da çalışıyor.
Enpa da zaten John Galliano, Agent Provocateur gibi parfümleri Türkiye’ye getiren kozmetik ürün ağırlıklı bir şirket.
Letisya giyimiyle de dikkatimi çekti o gece. Etnik ve kendine özgüydü.
Zaten modayla ilgiliymiş. Yakın zamanda modayla ilgili bir şey yaparsa şaşırmam.
Nitekim yapsın da, onca şuursuz kadın yaparken o niye yapmasın ki?
Çok daha iyi yapacağına eminim. Nitekim ufak ufak ısınıyor anladığım kadarıyla.
Çünkü Büyük Londra Oteli’ndeki Galliano gecesinin tüm detaylarını, kostümlerini o hazırlamıştı.
Özetle, savulun Letisya geliyor diyorum. Kaliteli, parlak ve şehrin en dikkat çekici kadınlarından biri olacak yakında. Demedi demeyin...

Şehir Atlası

HAKKASAN GİTTİ WAN-NASAN GELDİ...
Kanyon’daki Hakkasan tutunamayıp memleketten ayrılınca, yerine bildik bir yerli restoran-kulüp geldi.
Bir dönem Tepebaşı’nda, bugünkü 11.11’in yerinde, hayli müdavimi olan Wan-na.
Wan-na’nın açılış gecesine gittim. Açılış geceleri yanıltıcıdır, çok bir şey anlamazsın. Ama ilk durum şu: Fiziki olarak bir değişiklik yok. Hakkasan’ın dekorasyonuna neredeyse hiç dokunmamışlar. Her şey aynı. Dolayısıyla gecenin esprisi buydu: “Hakkasan gitti, Wan-nasan geldi”.
Bu arada söylemek gerek: Aşırı kalabalık olduğu için girişteki asansör çoğu zaman yetersiz kaldı davetlileri taşımaya. Sabırsız Türk gece insanı için bu pek katlanılası bir durum değil. Buna bir çözüm bulmaları gerekiyor. Onun dışında Wan-na burada tutar mı, tutmaz mı, zaman gösterecek tabii.

MAÇKA BRASSERIE...
Kapanan mekanın yerine açılan bir yenisi daha. Nişantaşı’ndaki Covva’nın yerine bu kez Maçka Brasserie açılmış. Meğer burası birkaç aydır sessiz sedasız hizmet vermekteymiş. Maçka Brasserie; öyle ambiyansına takılmak, piyasa yapmak ya da barında süzmek için gidilesi mekanlardan değil. Tam aksine, sırf iyi yemeği için gidilecek o kalburüstü yerlerden. Üstelik yemekleri ilginç; Uzakdoğu sentezli klasik Fransız Mutfağı. şefleri yine kapanan bir başka mekan, Spice Market’ten Hakkı Alkan.
İşletmecisi de sektörün deneyimli bir ismi Muhittin Ülkü.
Maçka Brasserie’nin artısı bol...
Keza Nişantaşı’nda çok mekan var, ama iyi yemek yenecek yer hâlâ az.
Bu bakımdan M. Brasserie bir adım önde olacak gibi.
Son olarak, karamelize deniz tarağı ve lagos; özellikle tavsiye.

!F İSTANBUL’DA BUGÜN...
Bu yıl !f ıstanbul, Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’ni çok ihmal ettim.
Neredeyse şu ana kadar hiçbir filme gidemedim, yetişemedim.
Bugün ne var ne yok diye programa baktım. ışte gidilesi birkaç film: Bir tür ıngiliz “Ali ıle Ramazan”ı gibi duran, iki erkek eskortun ilişkisini anlatan “Greek Pete”, cool bir Güney Kore filmi olan “Darbe” ve gıda endüstrisinin iç yüzünü anlatan bir belgesel “Gıda, Ltd.” Bu filmlerin hepsi Beyoğlu Fitaş Sineması’nda gösteriliyor.

Birkaç önemli şey...

* Cuma günü yazmıştım, “Nihat Odabaşı, Bennu Gerede’ye ne yapıyor” başlığıyla. Fotoğrafçıların birbirlerini çektikleri fotoğraf sergisindeki bir kareden yola çıkarak. Fakat aman tanrım! Bennu aradı, “Yanlış bilgi” dedi, “O ben değilim, o kadın Sedef Delen’di”. Meğer fotoğrafı çeken oymuş sadece.
Bunu da böylece düzeltmiş olalım.
* Klip Atlası’nda yazdığım kliplerin yönetmenleri sitem ediyor.
“Klipleri çeken yönetmenlerin ismini neden yazmıyorsun?” diye. Haklılar.
O zaman açığı kapatayım. Cumartesi günkü Klip Atlası’nda yazdığım Ceynur’un “Aşk” klibi Murat Onbul’a, şebnem Ferah’ın “Yalnız” klibi Ömer Faruk Sorak’a, Gülben Ergen’in “Üzgünüm” klibi ise Nihat Odabaşı’na aitti.
Yazarın Tüm Yazıları