Durdukça yosundan yeşil kulaç attıkça mavi DATÇA KIYILARI VE KNİDOS

Knidos ve bir kanat uçumluk mesafedeki Yunanistan’ın Kos adası, o kadar yakın ki birbirine, aralarındaki akıntılar, teknenizi bazen Kos, bazen Knidos kıyılarına yönlendirir.

Zaman zaman Knidos Feneri’ni o kadar çabuk dönersiniz ki, dümen tutmanıza bile fırsat kalmaz. Knidos, daima, Sadun Boro’nun "deli meltem" dediği, kuvvetli rüzgarlar alır. Meltem senfonisi, dağlardan gelen kekik ve lavanta kokularına karışır. Lavanta kokuları uçağımıza kadar ulaşırken, pilot arkadaşım Gökmen Mıhçıoğlu’yla Knidos semalarında dolaşıyoruz. Buralarda uçmak ayrı bir zevk; derin mavi bir yanda, yüksek dağlar bir yanda. Öte tarafta Kos ve Simi adaları.

Ege ile Akdeniz’in coğrafi olarak birbirinden ayrıldığı yer olan Datça ya da Reşadiye Yarımadası’nın en uç noktası Knidos. Can Yücel’in dediği gibi, "Durdukça yosundan yeşil / Kulaç attıkça mavi" kıyılara sahip. Bölge halkına göre "Afrodit’in yüzdüğü sular" bunlar. Batı’dan göç eden Dorlar, Rodos ve Simi üzerinden MÖ 12. yüzyılda, bugün Datça (Reşadiye) diye anılan yarımadaya gelmiş, MÖ 8. yüzyılda Eski Knidos denilen yerde bilinen ilk Knidos kentini kurmuşlar. Knidos kurulurken Ege ile Akdeniz’in birbirine kavuştuğu burun, ucundaki adayla birleştirilmiş. Adayla yarımada arasında bir kanal bırakmış, üstüne de bir köprü yapmışlar. Böylece iki liman oluşmuş. Biri ticaret için, diğeri savaş gemileri için kullanılmış. Güney limana bakan tarafta Roma, daha yukarıda ise antik dönemden kalma tiyatro bulunuyor. Aristo’nun "gerçek demokrasi burada" dediği Knidos, sarnıçlar, heykeller ve tapınaklarla donatılmış.

Bilimle sanatın, güzelliğin buluştuğu nadir kıyılarımızdan biri olan Knidos’un yıldızlara yakınlığını ilk coğrafyacı, astronom ve matematikçi Eudoksok keşfetmiş ve bir rasathane kurmuş burada. Yani Knidos, antik dünyanın önemli bir noktası. Çıplak Afrodit heykeli burada sergilenmiş. Kos’ta ünlü heykeltıraş Praksiteles’e yaptırılan heykeli görmek için civar adalardan gelenler, tarihte ilk turizm hareketini de oluşturmuşlar. Bugün maalesef ilk sergilendiği yerde değil de Londra’daki British Museum’da bulunan heykeli görmeye halen milyonlar gidiyor.

LİMANLAR Sırt sırta iki limandan biri Büyük Liman olarak geçiyor. 25 metrelik derin suları, bağlama yerleriyle denizcilerin soluk alacağı bir sığınma yeri. Çünkü söylemiştim, açıklarda deli meltem ve karayel var. Onlar yüzünden bir an önce limana girmek istersiniz. Acele acele dümen tutarken, burnu geçmek ve sakin limana girmek telaşından, hata üstüne hata yaparsınız. Usta denizciler bunları ezbere bilir ama acemiler tekne bile batırır buralarda. Şafak vakti yelken veya motor çalıştırmak gerekir; öğlen çıkılan seyirlerde ise denizci tabiriyle çok tokat yersiniz.

Büyük Liman’da tam karşınızda antik tiyatro ve Knidos tapınakları görülür. Sahilde bulunan ahşap iskeleli lokanta çok şirindir. Eski Liman ise antik çağların kalıntılarıyla sığlaşmıştır. Ancak küçük balıkçı tekneleri giriş çıkış yapabilir. Burada da şiddetli rüzgarlar hiç eksik olmaz. Eğer fenerin bulunduğu tepelere doğru yürüyüş yaparsanız ve günbatımını izlerseniz, muhteşem bir manzaraya şahit olacağınızı bilin.

PALAMUT BÜKÜ Yaklaşık 20 yıl önce ilk mavi yolculuğumda, şimdi arkeolog olan oğlumla birlikte buradaki bağlara ve yeşil vadiye hayran kalmıştık. O zamanlar gözüme çok büyük gözüken Palamut limanı, şimdi havadan bakınca o kadar da büyük gelmedi. Ama yeşil vadi hálá duruyor. Sarı beyaz renklerdeki Palamut Bükü adası tam karşıda; buna adadan çok adakayalık demek daha doğru. Limanda deniz beş altı metre derinlikte ama tekneler sabaha kadar sallanıyor, 20 metreden büyük tekneler giremiyor. Yakıt ve su ikmali ise sınırlı.

Tüm sahil tabii ki plaj. Bademi ise çok meşhur buraların. Zaten Datça deyince insanın aklına hemen gelmez mi badem ağaçları... Bir de yabani lavantanın vatanıdır Datça.

HAYIT BÜKÜ’ne ise iki burun arasından giriliyor. Koyun ortasında bir kayalık bulunuyor ve burayı ikiye ayırıyor. Melteme karşı korunaklı. Tahta iskeleden çıkıyorsunuz karaya; bakkala ve küçük lokantaya ulaşıyorsunuz. Yamaçta tek tük yerleşimler göze çarpıyor.

KARGI KOYU ise Karataş burnunda ve onun da civarı kayalıklarla dolu. Bazısı görünüyor, bazısı ise saklı silah gibi. Datça’ya 1,5 mil uzaklıkta. Dipler yosun, yer yer kumluk olan bu bölgede yerleşim çoğalıyor. Datça’ya düzgün bir yolla bağlı.

Denize adam düştü eğitimi için ideal bölge

Buralarda çok kayalık olduğu için dikkat gerektiriyor. Açık denizden geçmekte fayda var. Gözleriniz derinliklerde ve derinlik ölçen aletlerde, kulağınız motor sesinde veya yelkenlerde, burnunuz ise lavanta kokularında olsun. Elleriniz dümene yapışmış, ayaklarınız sağlam basmak için tam açık, hatta mümkünse tam teşekküllü seyir giysili olun. Polarize gözlük ve korumalı şapka... Yani biraz yarış havasında olmalısınız. Çocukların can yelekli olması, ayrıca tavsiye edilir. Buralar "denize adam düştü" eğitimi için ideal bölgedir.

Can Yücel, Afrodit ve badem çiçekleri

DATÇA


Teknelerin mavi yolculuk rotasında küçük mendirekli bir mola limanı, güzel Datça. Sırtını karayele vermiştir. Yatlar kıçtan kara demirlerler. Su ve yakıt ikmali, alışveriş yapılabilir. Yakıt sadece tankerden sağlanır, küçük tekneler kuzey limanda durur, balıkçılar tiyatro bölgesinde. Gümrük ve giriş çıkış işlemlerinin yapıldığı limanda, Sahil Güvenlik 24 saat görevdedir. Karayel ve meltem, sörf ve yelken sporları için ideal bir ortam oluşturur burada. Simi Adası çok yakındır. Dilerseniz günlük sefer yapan tekneler de bulunur. Simi’de oturanlar, genellikle cumartesi kurulan pazara alışverişe gelirler.

Datça- Knidos arası 19 mildir. Yalnız dikkat, Datça-İnceburun arasında dalış yasağı vardır. Datça karayolu 80 kilometre ama biliyorsunuz çok kıvrımlı bir yoldur. 2,5 saatte zor gidilir. Yolu genişletme çalışmaları bitmek üzeredir. Belki de bu yazı yayınlandığında süper manzaralı bir rüya yol tamamlanmış olacaktır. Hem Gökova, hem Hisarönü koylarını gören bu yollarda mart-nisan aylarında badem ağaçlarının çiçek açmış halleri bana Fellini’nin filmlerini hatırlatır hep. Bir dizi film de Datça’da çekilse diye düşünürüm. Adı Badem Çiçekleri olsa... Can Yücel’den, Knidoslu Afrodit’ten bahsetse... British Museum’da başlayan bir macera filmi olsa... Seyrederken salonun içine lavanta kokuları yayılsa, diye... Hayal işte.
Yazarın Tüm Yazıları