Dünyanın en gereksiz adamı

Güncelleme Tarihi:

Dünyanın en gereksiz adamı
Oluşturulma Tarihi: Nisan 06, 2017 13:04

‘Sonsuz Kaçış’ta Joseph Roth ‘en güçlü deneyimim’ dediği savaş hakkında bir hikâye anlatıyor. Avusturya-Macaristan ordusunun hizmetinde Rus cephesine yollanan Franz Tunda’nın hiçbir yere yaptığı uzun yolculuğunun hikâyesi...

Haberin Devamı

Joseph Roth’un 1927 yılında Paris’te tamamladığı ‘Sonsuz Kaçış’ I. Dünya Savaşı sonrası yersiz yurtsuz kalan bir adamın giderek anlamını yitiren hayatından bir kesit sergiliyor. Roth’un ruh halini ve yeni Avrupa düzenine bakışını göstermesi açısından çok önemli bir roman.
20. yüzyıl Alman edebiyatının en önemli isimleri arasında sayılan Joseph Roth 2 Eylül 1894 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde kalan Doğu Galiçya’nın Brody kentinde, yoksul bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Edebiyat hayatına -şiir ve öykülerle- Viyana’da Alman Dili Edebiyatı eğitimi alırken başladı. 1916 yılında I. Dünya Savaşı’na katılmak için üniversiteden ayrıldı. Avusturya-Macaristan İmpatorluğu’nun çöküşü ile biten savaştan büyük bir hayal kırıklığı ile dönen Joseph Roth üniversite eğitimine devam etmek yerine gazetecilik yapmaya karar verdi. Gazeteciliğin yanı sıra yazmayı da dürdürdü.. 1923 yılında ilk romanı ‘Das Spinnennetz’ (‘Örümcek Ağı’) bir gazetede tefrika edilmeye başlandı. 1925 yılında gazetesi tarafından Paris’e gönderildi. Nazilerin yükselişini görerek 1933’te Almanya ile bütün bağlantısını kesti. Ancak gerek toplumsal gerek bireysel sorunlardan yakasını bir türlü kurtaramadı. 23 Mayıs 1939’da Paris’te fakirler hastanesi Hospital Necker’e yatırılan Joseph Roth 27 Mayıs 1939 günü çift taraflı akciğer kanserinden yaşamını yitirdi.

Haberin Devamı

Uzun bir yolculuk
‘Sonsuz Kaçış’ta Joseph Roth ‘en güçlü deneyimim’ dediği savaş hakkında bir hikâye anlatıyor. Avusturya-Macaristan ordusunun hizmetinde Rus cephesine yollanan Franz Tunda’nın hiçbir yere yaptığı uzun yolculuğunun hikâyesi...

Franz Tunda 20’li yaşlarda, geleceği parlak, yakışıklı bir teğmen. İmparatorluğa sonsuz bağlılıkla, gurur ve coşkuyla katılmış savaşa. Ancak savaştıkları topraklarda patlak veren devrim, önce düşmansız bırakmış Franz’ın birliğini ardından imparatorluğun çöküşü haberi geldiğinde darmadağın etmiş. Bilmediği uçsuz bucaksız topraklarda yapayalnız kalan Franz kendisine kapısını açan iyi kalpli insanlar sayesinde hayatta kalabilmiş. Onunla Viyana’ya, kendisini beklediğini umduğu nişanlısı İrene’ye dönmek için çıktığı yolculuğu sırasında karşılaşıyoruz. Ne devrimle ne etrafında olanlarla ilgileniyor. Ne var ki devrim koşullarında yolu sıklıkla kesilecek, yönü değişecek ve kendisini bir anda devrim için savaşan bir gurubun içinde bulacaktır. Gurubun lideri Nataşa Aleksandrovna’dan etkilenen Franz, Nataşa ile birlikte devrime de âşık olur.

Haberin Devamı

Devrimden sonra Nataşa ile yolları ayrılır. Üstelendiği görevle Bakü’ye yerleşen Franz burada başka bir kadınla evlenir. Ancak sakin ve huzurlu hayatı uzun sürmez. Yeniden yola koyulma zamanı gelmiştir. Viyana’ya geldiğinde her şeyi değişmiş bulur. Başkasıyla evlenen Irene’nin izini ise bulamayacaktır. Ren bölgesinde, operasıyla ve edebiyatçılarıyla ünlü bir kentte yaşayan abisi Greg’in evine sığınır. Orada Avrupa’da yaygınlaşan yeni kültürel ve siyasi iklimi teneffüs edecek ne var ki ne bu iklimden ne de insan tiplerinden hoşlanacaktır. Ardından Berlin’e düşer yolu. Büyük bir heyecanla gözlemlediği bu kozmopolit kenti de yurt edinemez. Sıra Paris’e gelmiştir. Ama hiçbir şey değişmez; “27 Ağustos 1926. Saat öğleden sonra dört. Dükkanlar tıka basa insan dolu. Kadınlar büyük alışveriş merkezilerine akın ediyor. çalışmasını pek sevmeyenler pasta salonlarında çene çalıyor. Fabrikalarda çarklar dönüyor. Seine nehrinin kıyısında dilenciler bitlerini ayıklıyor. Bois de Boulogne parkının yollarında aşıklar öpüşüyor. Ev bahçelerinde çocuklar salıncaklara biniyor. Dostum Tunda, 32 yaşında, sağlıklı, güçlü, çok yetenekli genç adam, dünya başkentinde, Madeleine kilisesinin önünde ne yapacağını bilemiyormuş gibi öyle duruyor. Mesleği yok, kimseye âşık değil, keyifsiz ve ümitsiz. Ne hırslı, ne de bencil. Bu dünyada onun kadar gereksiz bir başkası yok.”

Haberin Devamı

Hiç bir yerde tutunamayan

Ayrıntılı hayat hikâyesini okuyanlar Franz Tunda ile Joseph Roth’u kolaylıkla ilişkilendirebilirler. Yazar roman kahramanın başından geçenleri yaşamamakla birlikte duygu ve düşüncelerini paylaştığını zaten saklamaz; “Bu romanımda arkadaşım, dostum ve benimle aynı kafadan birisi olan Franz Tunda’nın öyküsünü anlatıyorum. Romanı yazarken Franz’ın kaleme aldığı anılarından ve bana anlattıklarından yararlanıyorum. Kendi görüşlerimi romana katmadığım gibi gerçek olmayan hiçbir şeye de yer vermedim. Burada okuyacaklarınız gelişigüzel yazılmış şeyler değildir, büyük bir dikkatle yapılmış gözlemlerdir.”

‘Sonsuz Kaçış’ın kahramanı Franz Tunda gibi Joseph Roth da çok iyi bir gözlemci. Yaşadığı çağın önemli tarihsel olaylarını, olardan ziyade Avrupa’nın geleceğini belirleyen dönüm noktalarını birer birer yakalıyor. Mesela Alman burjuvazisinin Avrupa Birliği düşüncesini erken bir tarihte tespit edebilmiş, üstelik bu düşüncenin/hayalin eleştirisini de ortaya koymuş.

Haberin Devamı

Joseph Roth’un -okuduğum- bütün romanlarında belli bir insan tipi öne çıkar. Bu, hayatı savaşla birlikte alt-üst olmuş, yurdunu ve inandığı değerlerleri yitirmiş, eskiye özlem duyan, yeni kurulan dünyanın sahte değerlerinden tiksinen, o dünyanın içine girmeyen, onu gözlemekle yetinen, umutsuz bir adamdır. Yersiz yurtsuz, bulunduğu her yere yabancı...

Bu adam üzerinden Roth’un iç dünyasına baktığımızda faşizmin yükselişinin bireyde ve toplumda yol açtığı yıkımla karşılaşırız. Felaketin kaçınılmazlığını iliklerine kadar hissetmiş bir yazarın romanlarındaki atmosfer ise elbette karanlıktır. Çağdaş topluma duyduğu hayal kırıklığı 1930’lardan sonra yazdığı romanlarda çağdaş toplumdan uzak durmasıyla sonuçlanmış, anlatılarını melankolik bir nostalji kaplamıştır. ‘Sonsuz Kaçış’ı okuduğunuzda hemen fark edeceksiniz; Roth, yarattığı atmosferle bu duygu durumunu romana aktarmak konusunda çok maharetli bir yazar.
En akla gelmeyecek şeyleri söyleme ve aynı zamanda aynı ustalıkla yıkma becerisiyle Jopseph Roth ‘Sonsuz Kaçış’ta modern insanının kıstırılmışlığını büyük bir ustalıkla işliyor.

Haberin Devamı

Yazarın kırıklığını sergileyen bir alıntı ile bitiriyorum; “Bize gösterilen seraplara ulaşmaya çalıştığımız bir sürgünü andırıyor yolculuğumuz; aslında var olmayan saraylar ve evlerde kendimize daireler tutuyoruz, var olmayan kaynaklardan susuzluğumuzu gideriyoruz, var olmayan palmiyelerin altında gölgeleniyoruz, var olmayan hurmaların tadına bakıyoruz. Susuzluğumuzun dindiğini sanıyoruz ama hala susuzuz; karnımızı doyurduk sanıyoruz ama hala açız; bir barınak var sanıyoruz ama yok. Tokluk dediğimiz şey aslında açlık ve susuzluğumuzdan ibaret bir şey, vatan dediğimiz şey aslında çatısızlıktan ibaret, sezgi dediğimiz şeylerin hepsi yalanlardan ibaret. Zengin pınarlardan içtiğimizi sanıyoruz ama bizzat susamış kupkuru çeşmeler bunlar.”

SONSUZ KAÇIŞ                              

Dünyanın en gereksiz adamı

Joseph Roth
Çev.: Ahmet Arpad
Ayrıntı Yayınları, 2017
160 sayfa, 9 TL.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!