İlk günkü heyecan kaybolmasın tüm AB ülkeleri bunları yaşadı

Güncelleme Tarihi:

İlk günkü heyecan kaybolmasın tüm AB ülkeleri bunları yaşadı
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 09, 2010 00:00

Katılım müzakereleri AB’ye katılan hiçbir ülke için kolay olmadı. Bu süreçte halkın duyguları incinir; çünkü müzakereler çoğu zaman ‘müdahaleci’ ya da ‘haksız’ olarak nitelendirilir ve ‘ilk gün’ün heyecanı kaybolmuş görünür. Bu Türkiye’ye özgü bir durum değildir; kurucu altı ülkeden sonra AB’ye katılan 21 ülke de aynı süreçten geçmişti.

KASIM 2006’dan bu yana Türkiye’nin farklı köşelerine yaptığım ziyaretler sırasında bana hep şu iki soru yöneltildi: Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üye olması gerektiğini düşünmenizin nedeni nedir? Üye olması durumunda, bunun ne zaman gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz?
Her iki soruya da verilecek yanıt çok basit:

Öncelikle ‘Neden’ sorusuna yanıt vermek gerekirse, Aralık 2004’te AB Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanlarının oybirliğiyle aldıkları karar doğrultusunda Türkiye ile katılım müzakereleri 3 Ekim 2005 tarihinde başlatıldı. Bu karar, Türkiye’ye 1999 yılında ‘aday ülke’ statüsü tanınmasını izleyen dönemde, karşılıklı menfaatlere yönelik olarak yapılan titiz mülahazalar sonunda alındı. Bu kurumsal çerçevede bir değişiklik olmadı.

Yükümlülükleri yerine getirmeli

‘Ne zaman’ sorusunun yanıtı da aynı derecede basit: Türkiye katılımın tüm koşullarını karşılamalı, yani, hem siyasi kriterleri, hem de tüm AB yasalarını ve tüzüklerini bünyesinde barındıran topluluk müktesebatından kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmeli. Bu gerçekleştiğinde, müzakerelerin sonucu üye devletlerin ulusal parlamentolarına, Avrupa Parlamentosu’na ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulacak. Ancak tüm bu aşamalar başarıyla geçildikten sonra Türkiye Avrupa Birliği’nin üyesi haline gelecek.

35 fasıldan 12’si açıldı

Türkiye’nin katılım müzakerelerinin bugünkü fotoğrafı bizlere 35 fasıldan 12’sinde müzakerelerin başarıyla açıldığını, gerekli birçok reformla ilgili olarak sürecin devam etmekte veya Türk Hükümeti ve Parlamentosu tarafından görüşülmekte olduğunu gösteriyor. Bu süreçte Türkiye’nin, mevcut Ortaklık Anlaşması’nı Birliğe yeni katılan ülkeleri de kapsayacak şekilde genişleten Katma Protokolü uygulamaması nedeniyle AB tarafından bazı fasılların bloke edilmesi veya bazı üye ülkelerin, Türkiye’nin katılımı konusunda bulundukları olumsuz siyasi beyanlar şeklinde vücut bulan birtakım engeller de ortaya çıktı.

Sendikal konularda uzlaşma zor

Diğer tüm katılım müzakerelerinde olduğu gibi Türkiye için de sıra daha zorlu konulara geldiğinde işler daha karmaşık bir hâl aldı. Müzakere süreci, doğal olarak öncelikle, istatistiklerin uyumlaştırılması gibi daha basit konulardan başladı. Ancak sıra, yeni bir sendikalar kanununun kabulü ya da kamu alımlarında AB tipi kuralların benimsenmesine geldiğinde, ulusal çapta bir uzlaşmaya varmak hiç şüphesiz daha güç olmakta. Bu da AB ile bağlantılı reformların hızını düşürmekte; ancak aynı zamanda, müzakerelerin en mühim konulara geldiğine de işaret etmekte.

Türkiye evrim geçirdi

Ancak şu hususun herkes tarafından bilinmesinde yarar var: Katılım müzakerelerinin itici gücü, başlangıcından bu yana, Türk mevzuatının AB standartlarıyla uyumlaşmasında yatıyor. Dolayısıyla, müzakerelerin ilerlemesinde etkili unsurların başında mevzuat alanında gereken reformların gerçekleştirilmesi geliyor. Bu süre boyunca, Türkiye’nin Avrupa karşısındaki konumunda ciddi bir evrimleşme gerçekleşti. Bence bunun üç temel sebebi var:

Gümrük Birliği ile bütünleştik

Türkiye ekonomisi, büyük ölçüde 1996 yılında kurularak önemli bir başarıya ulaşan Gümrük Birliği sayesinde, Avrupa ekonomisiyle tam bir bütünleşme sağladı. AB ile ticaret ve AB’den gelen yatırımlar önemli ölçüde artt. Avrupa’nın sanayi devleri Türkiye’de sadece üretim yapmakla kalmıyor; bu firmalar, araştırma-geliştirme faaliyetlerinin önemli bir bölümünü de Türkiye’de başarıyla yürütüyorlar.

Bölgede güçlü diyalog

Yürüttüğü fevkalade aktif dış politika ve barış koruma faaliyetleri sayesinde bazı temel dış politika sahalarında (Batı Balkanlar, Kafkaslar, Orta ve Yakın Doğu) AB ile yoğun ve başarılı bir diyaloga girmiş olan Türkiye Balkanlar, Lübnan, Afganistan ve Aden Körfezi’ndeki barış gücü operasyonlarında, AB kuvvetleriyle birlikte veya onların yanısıra çalışıyor. Ayrıca, Türkiye’nin G20’ye üyeliği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki mevcut üyeliği kapsamında da güçlü bir diyalog yürütüyor.

Türkiye’nin imajı değişiyor

Son derece dinamik olan sivil toplum sayesinde Türk vatandaşları artık, yakın geçmişte tabu olarak görülen bazı alanlar da dâhil, gündelik yaşamlarına dair çok önemli konuları takdire değer bir açıklıkla tartışabiliyor. Tüm bu gelişmeler, Avrupa Birliği’nin siyaset ve ekonomi alanında görev yapan karar alıcılarının, Türkiye hakkında sahip oldukları imajı derinden değiştirmiş olup güçlü turizm ve kültür bağları da AB vatandaşlarının Türkiye hakkında sahip oldukları izlenimin değişmesine katkıda bulunuyor. Ancak AB vatandaşlarının zihinlerindeki Türkiye imajının, çoğu zaman demode bir imajdan ibaret olduğuna da şüphe yok. Bilgisizlik ve önyargı halen devam ediyor.

Müzakereler kolay değil

Ancak yine de kaydedilen tüm bu ilerlemeler, katılım müzakerelerinin meşakkatsiz olduğu anlamına gelmez. Katılım müzakereleri Birliğe katılan hiçbir ülke için kolay olmamıştır. Bu süreçte halkın duyguları incinir; çünkü müzakereler çoğu zaman müdahaleci ya da haksız olarak nitelendirilir ve ilk günün heyecanı kaybolmuş görünür. Bu Türkiye’ye özgü bir durum değildir; kurucu altı ülkeden sonra Birliğe katılan 21 ülke de aynı süreçten geçmişti. Türk vatandaşlarının gözüyle bakıldığında anlaşılması en zor olan hususlardan birisi de müzakerelerin oybirliğiyle açılmış olmasına ve bu karardan hiçbir şekilde geri dönülmemiş olunmasına karşın Türkiye’nin katılımına karşı AB’den gelen olumsuz siyasi açıklamalar.

Siyasi karışıklık tereddüt nedeni

Bu hususta yapılabilecek tek yorum şu olacaktır: Katılım müzakerelerinin yürütülüyor olması, AB’yi oluşturan 27 demokratik devletin hiçbirini, demokratik açıklamalar yapmaktan alıkoymuyor. AB’deki siyasi çevrelerin kimi tereddütlerini açıklayabilecek bir diğer faktör de kısmen AB’nin gereklerinden, kısmen de ulusal etmenlerden kaynaklanan Türkiye’deki siyasi reform sürecinin karmaşıklığı. Bu karmaşıklık bazen, Türkiye dışındaki algılamaları bulanıklaştırabiliyor.

Anayasa reformu şart

AB, Türkiye’nin Birliğe katılımı için anayasal reformun gerekliliğine ve bu reformun gerek içerik gerek de metodoloji bakımından demokratik çoğulculuğu yansıtıp koruması gerektiğine birçok kez işaret etti. AB tek bir tip anayasa veya tek bir tip anayasa mahkemesi dayatmaz. Çünkü Birliğin kendi içinde de pek çok farklı model bulunuyor. AB’nin istediği, siyasi kriterlerde yer alan belli ilkelerin uygulanması.

Kıbrıs’ın etkisi doğrudan

Bunun yanında, Kıbrıs Adası’nda yürütülen doğrudan görüşmeler gibi karmaşık yapılı konulardaki gelişmeler hiç şüphesiz Türkiye’nin katılım müzakereleri üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkisi olan konulardan. Katılım müzakereleri devam ederken yeni işbirliği alanları ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi, hiç de kolay bir alan olmayan yasadışı göç, iltica ve vize konularını kapsıyor. AB göçmenler için önemli bir cazibe noktası ve Türkiye de önemli bir geçiş ülkesi haline geldi. Her iki taraf da insan kaçakçılığı örgütleriyle mücadele etmek durumundadır ve bu amaçla, gerçekten ihtiyacı olan sığınmacılara ilişkin bir prosedürün geliştirilmesi de dahil olmak üzere, gerekli düzenlemeler üzerinde müzakereler halihazırda devam ediyor.

Vizede adım adım iyileşme

Buna paralel olarak AB ülkeleri, Türk vatandaşlarının vize talepleriyle ilgili uygulamalarını adım adım iyileştirmekteler. Üye ülke konsoloslukları tarafından halen yılda 600 bin vize veriliyor. Belirli kategorilerdeki vatandaşların seyahatlerini kolaylaştırmak amacıyla kolaylaştırma anlaşmaları hazırlandı. Vize konusunda kapsamlı bir diyalog oluşturulmasına ilişkin görüşmeler de devam ediyor.

Türkiye üçte birini aştı

İlk kurumun oluşmasını sağlayan ilk girişimden itibaren sayarsak AB altmış yaşına basıyor. Altmış yaşında ve sapasağlam ayakta, zamanının yeni güçlükleriyle yüzleşiyor. AB-Türkiye müzakerelerinde henüz dört buçuk yaşında ve bu süre içinde hedefin yaklaşık üçte birine ulaşıldı. Müzakerelerin ilerlemesinin gereğinin hem içerik hem de yöntem bakımından iyi çizilmiş bir yol haritasını izlemekten geçtiği herkesçe biliniyor. AB-Türkiye ilişkileri hiç şüphe yok ki coğrafyadan, tarihten ve iki demokratik muhatabın içinde bulundukları siyasi ortamdan etkilenmekte. Öte yandan yakın geçmişte enerji, sanayi, dış politika ve barış gücü gibi karşılıklı menfaatlerin söz konusu olduğu pek çok yeni alan da ortaya çıktı. Dolayısıyla son kertede, bu ilişkinin değerlendirilmesinde her iki tarafın siyasi otoritelerince dikkate alınması gereken genel çerçeve, Türkiye’ye adaylık statüsünün verildiği 1999 yılındakinden çok daha stratejiktir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!