Dünya Tadı

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Organik yiyecekler

Geçenlerde hiçbir kimyasal madde kullanılmadan, geleneksel yöntemlerle üretilmiş ve güneşte kurutulmuş harika meyvalar yedim. Birden ağzımın kaçan tadının yeniden yerine geldiğini hissettim. Kısacası, mutlu oldum.

Oysa yıllardır, bütün dikkatime rağmen, hormonlu, ilaçlı, sayısız katkı maddesiyle sözümona zenginleştirilmiş yiyecek ve içeceklerle karnımı doyurmaktaydım. Buna karşı olanları da biraz hayalcilikle suçladığımı da unutmuyorum doğrusu.

Aslında karamsar olmayı doğama aykırı bulurum. Yeryüzü milyonlarca yıldır ayakta duruyorsa, bunun bir gizi olması gerek diye düşünürüm hep. İnsanoğlu da bu gizi büsbütün çözebilmiş değil. O yüzden ne kadar çabalarsa çabalasın, doğa her zaman insanoğluna galip gelmekte. Türdeşlerimiz bazı muharebeleri kazanıyor olabilir. Ama harbin gerçek galibi daima doğanın kendisi. En azından şimdiye kadar görünen bu.

KIZIŞAN KAVGA

Bizim son zamanlarda sözünü ettiğimiz, Endüstri Devrimi'nden beri, kızışan bir kavga. Doğa ve insan mücadelesi. Yanılgı, bu mücadelenin sadece iki yüzyıllık bir geçmişi olduğunu sanmakta. Oysa insan, 'homo faber' -yani alet yapan insan- olduğundan bu yana doğayı kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmekte ve dönüştürmekte.

Sorun bu değişimin eskiden gözle görünür sonuçlarının olmamasından doğuyor. Şimdi ise değişimi ve dönüşümü hemen fark ediyor, doğanın kendi kısa ömrümüz içinde bile böylesine yağmalanmasına tepki gösteriyoruz.

İşte bu -haklı ya da haksız- kaygıdan ötürü çoktandır bir kabusu yaşıyor insanlık. Öyle bir kabus ki, insanları uygarlığın nimetlerini bile inkar etmeye kadar götürebilecek köklü yaklaşımları haklı kılıyor neredeyse.

YAPAYLIĞIN SONUÇLARI

Şimdilerde bu doğal dönüşümün bizi en çok yiyeceklerimiz ve içeceklerimizle vurduğu söylenmekte.

Bu iddia doğru mu?

Kimsenin paniğe kapılmasını asla istemem ama, cevap galiba 'evet doğru' olmalı. Dürüstlük bunu söylemeyi emrediyor.

Ama durun, hemen itiraz etmeyin. Elbette doğal olmayan bir şeyler yiyip içtiğimizde ertesi gün yatağa düşmüyoruz. İnsan vücudunun da tolerans denen kavramdan haberi var. Doğal yapımız bunların istenmeyen etkilerini, çeşitli savunma mekanizmalarının da yardımıyla, durduruyor veya erteliyor. Zaten doğal olmayan yiyecekler ve içecekler de sonuçta baldıran zehiri veya arsenik değil.

Kötülük öyle bir anda ortaya çıkıveren bir şey mi sanırsınız? Kötülük, sahnedeki kısacık ve acı veren rolünü yıllarca bekleyebilecek sabra sahip bir oyuncu. Sahneye girip tiradını okumaya başladığında ise ne yazık ki çok geç oluyor ve seyirci konumundaki insan perdenin kapanacağını birden fark ediveriyor.

Bunca iyimserliğime rağmen, üstelik güzel bir bahar günü bu kötü sözler niye? Sadece uyarı olsun diye söylüyorum bunları. Üstelik çaresi de var ve bu çare artık giderek daha iyi bilinen ve uygulanan bir yöntem. Buna kısaca organik -veya ekolojik- tarım deniyor.

Avrupa ve Amerika bu tarım yöntemiyle çoktan tanışmış. Bundan on beş yıl önce Paris'te bu yöntemle yetiştirilmiş her türlü gıda maddesini satan mağazaları görmüştüm. Geçen yıl Amerika'ya gittiğimde organik yiyecekler artık New York'un semt pazarlarında satılıyordu. Teksas'ta sadece bu ürünlerin satıldığı meyva ve sebze hallerini gezmiştik.

Organik ya da ekolojik tarım, benim yukarıda dile getirdiğim gidişe 'dur' demek isteyen bir avuç hayalperest, maceraperest, düşler dünyasında yaşayan insanın geliştirdiği bir yöntem.

Yandaşları onu, varolan tarımsal yöntemlere alternatif olabilecek, çevre kirliliğinin azalmasında önemli ölçüde katkısı olan, tarımsal kirliliği önleyen, insanlar üzerinde kimyasalların olumsuz etkilerini ortadan kaldırabilecek bir tarım yöntemi olarak tanımlamakta.

Ekolojik veya organik tarımda esas olan ne? Bu sorunun cevabı da çoktan verilmiş: Ekolojik tarımda esas olan, sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanımının yasak olması. Bunların yerine organik ve yeşil gübreleme, dönüşümlü ekim, toprağın korunması, bitkinin direncinin arttırılması, parazit ve bazı böceklerden yararlanma yöntemlerinin kullanılmakta.

Taraftarları, ekolojik tarım için, 'dünyamız ve bu dünyada yaşayan her canlı için bir soluk alış ve sağlıklı yaşamın ta kendisi' diyorlar.

TARIMIN ÖNEMİ

Ekolojik tarım yapan bir kuruluşun broşüründe söylendiği gibi, tarım insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereksinim duyduğu en önemli maddelleri, besini elde etmenin tek yolu.

Öte yandan geleneksel tarım, kullandığı kimyasallarla çevre kirliliğine ve doğal dengenin bozulmasına yol açıyor. Üstelik zararı bununla da kısıtlı değil. Geleneksel tarım yöntemleri, besin zinciriyle bütün canlılara ulaşıyor. Böylece onların da yaşamını tehdit ediyor.

Organik tarım işte bu noktada insan aklının hikmetle birleşerek ulaştığı bir çözümün müjdesini vermekte.

Üstelik bu yöntemle doğal tadına tekrar kavuşan son derece lezzetli yiyecekler de elde etmekteyiz. O hep söylenen mis kokulu domatesler, sudan çok özün hakim olduğu fasulyeler, patlıcanlar ve daha nice sebze ve meyva bu yöntem sayesinde insanlığın ağız tadına tekrar egemen olabilecek gibi görünüyor.

Tek sakınca ise, bu yöntemin diğeri kadar karlı olmaması.

O yüzden organik tarımla elde edilen yiyecekler hala biraz pahalı. Çünkü yetiştirmesi zor, zahmet istiyor ve verimi de o kadar yüksek değil.

Ama bir çoğumuzun gözünü karartan kar hırsı, lezzet ve sağlıktan daha mı önemli?

Bence asıl cevaplandırılması gereken soru galiba bu.

BİR UMUT IŞIĞI

Birçok düşünür, gelişimde geriye dönüş olmayacağını söylemekte. Evrim geriye döndürülemez diyorlar. Bu evrimi de insan aklının gelişimine bağlıyorlar.

Şöyle bir düşünün: Acaba sadece akıl insanlığın geleceği için güvenli bir ölçüt sayılabilir mi? Akıl, yalnız başına ekonominin itici gücü olabilir mi? Hikmeti bilmeyen ve güzelliğin onu süslemediği bir akıl, insanlık için güvenli bir geleceği kurmaya yeter mi?

İnsanlık tarihinde yapılmış her iyi şeyin sadece akılla yapılmadığı bence apaçık ortada. Bunu çok kesin bir dille söylemekte hiç sakınca görmüyorum.

Eğer öyle olmasa, felsefe ve sanatların tümünü çoktan insanlığın çöp sepetine atmış olmaz mıydık dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları