DTP tayyörü

MAZBATALARINI almakta olan DTP’li kadın vekillerin fotoğrafını gördüğümde, derhal Rumeli Caddesi’ni hatırladım.

Gözlerim, ora vitrinleri önünde pırıldamış eski cumartesi yakamozlarıyla kamaştı.

Biliyorum şimdi hemen, İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin en mutena semtlerinden birisiyle, çelişki coğrafyasının temsilcileri arasında ne gibi bir ilişki kurduğumu soracaksınız.

* * *

ARTIK böyle yerler çoğaldığı için eski ayrıcalığını yitirdi ama, benim bütün çocukluğum ve gençliğim boyunca söz konusu cadde bir "estetik referans" niteliği taşırdı.

Çünkü, erkekler ve de bilhassa kadınlar gerçekten şık görünümle endám sergilerlerdi.

Mevsimine göre, diyelim ki lacivert hırka, ekose etek, hafif döpiyes, kalın gabardin, düz mokasen falan, sadeliği korumalarına rağmen son derece özenli ve gradolu giyinirlerdi.

Aslında bu durum, kıyafetin çok ötesindeki genel bir "hál ve oluş tarzı"nı yansıtır.

Birincisi şekli, ikincisi ruhidir ve de u-y-u-m kavramıyla bütünleşir.

U-y-u-m
, işte burjuvaziyle bütünleşen sihirli kelimeyi teláffuz etmiş oldum.

* * *

EVET öyle, çünkü eğer Rumeli Caddesi’ndeki geçmiş cumartesi randevuları bütün Türkiye’nin en estetik uyumlarını yansıttıysa, bunu asla o burjuvaziden soyutlayamayız.

Sádeliğinde şık kadınların oradaki yoğunluğunu, Teşvikiye-Nişantaşı-Şişli üçgeninin ilk Müslüman kentsoylulara mekán oluşturmuş olmasından bağımsız açıklayamayız.

Zira, giyim şekli de dahil, modern zamanlara damga vurmuş olan bütün estetikler şehir kültürü üzerinde yükselir. Veya hiç olmassa, şehirli kültürün yorumundan geçmiştir.

Eh, zaten adı üzerinde, o şehir ve o şehirlilik de burjuvaziyle özdeşleşir.

O halde rahatlıkla diyebiliriz ki, burjuvalaştımız ölçüde şeylere "uyum" sağlarız.

Ve muhtemelen farkına bile varmadan da, bunun dışgörünümünü kıyafete yansıtırız.

Bu, bir süreçtir. Káh biri, káh da diğeri öne geçtiği için "sırıtma" durumları yaşanır.

Nitekim "eşeğe altın semer de vursan, eşek yine eşektir" derken bunu kastederiz.

Ancak yine de uzun vadede paralellik kesindir ve o "hál ve oluş tarzı"ndaki şekli "hál" ruhi "oluş"a; ruhi "oluş" da şekli "hál"e dönüşerek birbirleriyle mutlaka eklemleşir.

* * *

İŞTE ben de, DTP’li hanım milletvekillerinin mazbata alırken objektife düşmüş olan fotoğraflarına dün alıcı gözüyle baktığımda, yukarıdaki paralelliğin müjdesini gördüm.

Tamam, belki henüz Rumeli Caddesi’ndeki gibi değildi ama, tayyör - pantolon, keten ceket, asorti bluz falan, Kürt aidiyetin parlamento temsilcileri belirli bir estetik sergiliyorlardı.

Belki kendileri reddediyor olabilirler ama gerçek değişmez, üzerlerinden şehirlilik; dolayısıyla burjuvalık; daha dolayısıyla da "uyumluluk" akıyordu.

Yok yok, öyle az buz şey değil! "Zahiridir" diye küçümsemek haddimize düşmedi.

Zira, bırakın "feminite" denilen kadınlık tezahürünü, ortalama bir estetiği dahi "suç" addeden; üstelik parka tapınmasını veya poşu fetişizmini kutsal kılan bir etno-milliyetçiliğin feodal kalıplarını kırmaya başlayarak buralara gelmek hiç kolay bir iş oluşturmuyor.

Háttá, Pakize Hanım kliniğinde değil Şırnak mezrásında doğan ve Valikonağı Caddesi’nde değil Diyarbakır varoşunda büyüyen bu hanım DTP milletvekillerinin böylesine bir "hál tarzı uyumluluğu"na varması, "sıradan kadınlar"ımızınkinden çok daha zorluk arz ediyor.

* * *

VE, keten tayyör ve asorti bluz ortada, bin şükür ki işte vardık. Varmaktayız.

Zira, Kürt aidiyetten yurttaşlar da dahil, ortak ulusumuz bir bütün olarak burjuvalaştı.

Dolayısıyla, ufukta, şekli "hál tarzı"nı aşan ruhi "oluş tarzı"nın da uyumu beliriyor.

Ufukta, Diyarbakır’ın ve İstanbul’un aynı Rumeli Caddesi yakamozları pırıldıyor.
Yazarın Tüm Yazıları